SAHİDEN, ÖYKÜ YAZMAK ZORUNDA MISINIZ?
M.Sadık Aslankara
(03.10.2024 YAZISIDIR)
- Bölüm / 2019
Her yıl bir yandan daha öncesinden verimleriyle tanıdığımız yazarlar öyküde ateşböceği kıpırdanışlar eşliğinde, biri yanıp öteki söner, beriki söner bir başkası yanarken, çok önceden sönmüş de yeniden şavkıyıp parlayan bir başka öyküböceği ışıl ışıl gözümüzü alırken birden ilk kitaplarıyla sağanak halinde bastırıveren yeni yazarlarla da karşılaşıyoruz elbette alanda.
Her yıl, hiç düşmeyen bir ivmeyle, coşkuyla sürüyor bu. Aynı yıl içinde öyküleriyle alana katılan yazarların yaşları arasındaki fark onlarca yıla dağılırken hiç kimse bunun ayırdına varmıyor ya da bunu hiç mi hiç sorun yapmıyor. Çünkü gerek yazarlar gerekse okurlar arasında sürekli bir öykü kardeşliği yaşanıyor.
Peki öykü yazanlar, gerçekten kendilerini öykü yazmak zorunda hissediyorlar mı, bunu bir zorunluluk olarak duyuyorlar mı yoksa bu yazma dürtüsü salt anlatma gereksiniminden mi kaynaklanıyor?
Gelin, öykü yazma zorunluluğu üzerinde duralım biraz.
Bu “öykü yazma zorunluluğu” sözünden nasıl bir anlama çıkmalıyız dersiniz?
Yaşar Kemal’in döne döne yineleyip söylediği gibi insanoğlu dediğimiz şu tuhaf varlığın doğasında yer alan “anlatmak”, “uydurmak”, “uydurulan yalanları paylaşmak”, “kendi yalanına inanmak” tutkusundan, hatta güdüsünden mi kaynaklanıyor bu yalnızca? Öyle ya, zaten anlatırken anlatırken yaratmamış mı insan bilimi, sanatı, kuşkusuz kendisini de. Ta ilk çağlardan bu yana hem de.
Örneğin tiyatro sanatının, oyunların içinde, oynanırken daha, kurallarının, oyuncusuyla oyunun geliştiğini görmemek olası mı? Dünyayı da oyunlar eşliğinde algılamıyor muyuz, peki bizi öykü yazmaya zorlayan bu duygu mu yalnız, böylesi bir yöneliş mi salt?
Bir an için uzaklaşalım konudan, batıda öykünün, romanın doğuşu üzerine düşünmeye çalışalım. Bu doğuş da bir zorunluluk sonucu ortaya çıkmadı mı?
Toplumsal yaşamda gözlenen değişimlerin, dönüşümlerin, bilimde, sanatta yaşanan gelişimin, teknolojinin, bilimsel buluşların, coğrafi keşiflerin, fetihlerin, pek çok alanda yaşanan devrimlerin bunda hiç payı olmadığı düşünülebilir mi?
O halde bütün bunları karşılayacak yeni sanat biçimleri, yeni anlatım yolları da bunna koşut ortaya çıkmak zorunda. İşte öykünün, romanın, kendisinden önce doğmuş gelişmiş öteki sanatlardan ayrılışının gerekçesini burada buluyoruz.
Gelin şimdi yıl içinde yayımlanan, okuyup notladığım, hatta bunların büyük bölümü üzerine kısa da olsa değerlendirmeler yaptığım öykü kitaplarına göz atalım.
Kırk yıllık öykücülüğüyle Erendiz Atasü Şairin Ölümü adlı yapıtıyla alanı yeniden renklendirdi. Aramızdan sessizce ayrılıveren Kadri Öztopçu Kimsenin Bilmediği İnsanlar, şiir, roman kadar öyküdeki ısrarını da sürdüren Hüseyin Peker Hasır Lokantası adlı yapıtlarıyla alanda adlarından söz ettiren imzalar oldu. Bunlara öykü sanatının sessiz soy emekçilerinden Cafer Hergünsel de Benim Güzel İnsanlarım adlı yapıtıyla eşlik etti.
Öyküleriyle 1990’lardan gelen Kezban Kabakçı İyi Geceler Gemisi, Halil Genç Aşk Yakışır İnsana, Aziz Gökdemir Yangından Sonra adlı yapıtlarıyla alanda adlarından söz ettiren kalemler oldu.
Öyküde artık yollarını çizip kendilerine derin yataklar kurma aşamasına geçmiş yazarlar da öykünün has kalemleri olarak bu yolculuğu bir kez daha tutkuyla sürdürdüklerini gösterdiler. Örneğin Banu Özyürek Poz, Seray Şahiner Hepyek, Gamze Arslan Kanayak, Fatma Nur Kaptanoğlu Homologlar Evi, Merve Koçak Kurt Naz Kahvesi, Murat Erşahin “Mümkünse Sıra Başı Olsun Lütfen!”, Abdullah Ataşçı Susmak Derdi, Oğuz Dinç Gün İzleri, Mahir Ünsal Eriş Kara Yarısı, Sarıyaz, Ali Turgay Karayel Karşılaşma, Deniz Karayel Çağanozlar İndiğinde, Ömer Arslan Güneşi Kötü Evler, Murat Çelik Eve Dönmeyen Hayvan, adlı yapıtlarıyla ağırlıklarını koruyacaklarını gösterdiler.
Her zaman olduğu gibi ilk yapıtlar da eksik değildi elbette yıl içinde:
Serpil Seyhan Gürbüz Madamlar Gidince Anladık, Arzu Bahar Kayıp, Demet Danki Erken Pardon, Çıkaramadım, Hatice Kocabay Halaza, Sultan Komut Öte, Ela Kiçik Bir Gün Sineği, Ayşenur Tanrıverdi Yeryüzünün Derinliklerinde Olup Bitenler, Şeyma Koç Ben Bir Uçurum İncisiyim, Meliha Yıldırım Zaman O Zaman Değil, Meral Saklıyan Uzağa Gidemem, Gül Gülsün Yıldız “Seni Koruyan Kadınlar Var Bu Dünyada”, Demet Çizmeli Dünyanın Ortasında, Nazmi Özüçelik Kalbi Kırıklar Cenneti. Ramazan Güngör Yalpa, Özgür Kayım Anlatılanların Gerçekle Uzaktan İlgisi Vardır, Özgür Çırak Sıcacık Bir Ev adlı yapıtlarıyla alana giriş yaptılar.
Bakalım bu imzalardan hangileri ileriki yıllarda yeniden yeniden karşımıza çıkacak yeni öykü kitaplarıyla.
Ama yazıyı noktalamadan önce başlıktaki soruya dönebiliriz yeniden. Neydi sorumuz: Sahiden öykü yazmak zorunda mısınız?
Hulki Aktunç, ilk öykülerini kaleme alırken Kemal Tahir’in kendisine, “Öykücülüğümüzde neyi eksik buldunuz da siz onu tamamlamak istediniz?” diye sorduğunu aktarmıştı bir yazısında.
Böyle de değil, bırakın yazdığınız öyküyle kendinizi kanıtlama arzunuzu.
Sizin için öykü yazmak zorunluluk mu gerçekten? Nasıl anlarız bunu?
Artık bundan başka hiçbir çarenizin kalmadığını düşündüğünüzde, âdeta sizin dışınızda bir doğum halinde, öykü üzerinize yapıştığında…
Öyküyü, işte o zaman yazın, öykü sizi doğurduğunda…