SAYFA YAZISI; YAZAR DEDİĞİMİZ CİĞERCİNİN KEDİSİ Mİ..

YAZAR DEDİĞİMİZ CİĞERCİNİN KEDİSİ Mİ?

M.Sadık Aslankara
(09.10.2025 YAZISIDIR)

Sevgili Orhan Veli’mizin pek bilinen bir şiiri vardır, gelin onunla girelim yazıya:

 

Uyuşamayız, yollarımız ayrı;

Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;

Senin yiyeceğin kalaylı kapta;

Benimki aslan ağzında;

Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.

 

Ama seninki de kolay değil, kardeşim;

Kolay değil hani,

Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.

 

Yazar için bir yakıştırma yapmak gereği duysanız, hangisini seçerdiniz bunlardan, ciğercinin kedisi olmasını mı yazarın, yoksa sokak kedisi mi?

Elbette sokak kediliğini değil mi? Öyle ya saray soytarılığını kim ne hakla yakıştırabilir ki bir yazara? Hem neden?

Yazarlar, yüksek duygudaşlık taşıyan, kendi iç dünyalarındaki tabulara karşı da bağımsız kalabilen, hoşgörülü, çoksesli yapıdaki dinleyici yanını önde tutan, ötekileştirmelerden uzak özgürlükçü, maddi kazancın fani dünya yalanı olduğunun bilincinde diğerkâm insanlardır.

Daha doğrusu, bir yazara yakıştırılabilecek nitelikler bunlardır ya da böyle bir karaktere yakıştırılabilecek bunlara benzer daha başka özelliklerdir olsa olsa.

Bu yüzden bir yazara ille bir yakıştırma getirilecekse, sokak kediliği iyi bir seçimdir kuşkusuz.

Yazar için biçilebilecek görece “yalvaç kişilik” zaten onun öngörülen bu yanlarından gelir bir bakıma. Ondan beklenir nitelikteki davranış, tutum, eylem, söz bir bütündür aynı zamanda. Bu, onun göze girmeye dönük değil göze almaya eğimli yüreklilik, çetin cevizlik, gözü peklik içinde olduğunu ele verir.

Bütün bunlar, yazarın rahata düşkünlükten çok sıkıntı göğüslemeye açık yapıda olduğunu da ortaya koyar kuşkusuz.

Onun içindir ki yazar, bir yanıyla Sisiphos’tur öte yanıyla Prometheus; böyle olunca olguyu yerli yerine oturtmak daha da kolaylaşıyor. 

Nitekim eğretileme anlamında sokak kedisi, ciğercinin kedisi ikilemi böyle çıkıyor ortaya: Yazar ciğercinin kedisi mi yoksa sokak kedisi mi?

Buna elbette sen, ben, toplum vb. değil yazarın kendisi karar verecektir. Ama bütün öteki mesleklere oranla yazarın bir sanatçı olarak, öteki bilimcilerle düşünücülerin vb. aynı biçimde toplumsal yaşamla iç içe, insani değerlerden yana bir genel tutumun ardılı olmaları gerektiği gerçeğinden hareketle vicdani, ahlaki açıdan savunup yer alacağı konum bu olacaktır hiç kuşkusuz.

Bu sözlerden, yazarın çelik benzeri bükülmez, kırılmaz yapıda biri olduğu anlamı çıkarılmamalı. Yoksa yazar, elbette esnekliğiyle, zamanın ruhunu, kendi toplumunun yaşantı kesitlerinden yansıtılabileceği kimi dönüşümleri vermeyi de görev sayacak bir yapı yansıtır, bundan daha doğal ne olabilir?

Yazar özgürlüğü işte burada bir turnusole dönüşüyor; çünkü yukarıda sıraladığımız nitelikleri bir yazarın yerine getirebilmesi, söz konusu bu değerleri simgeleyebilir halde olabilmesi için özgürlük zorunlu.

Özgür olunmadan, buna bağlı kişi aklını kullanma olanağını işletmeden bu ahlaksal bütünlük belki bir çalım uçtan uca yansıtılabilir ne ki buna süreğenlik kazandırılamaz. Öte yandan vicdan, ahlak öyle zorlar ki insanı, bunlardan verilen ödünler, sonuçta kişinin yazara ait böylesi tinsel değerleri yitirmesinin de önünü açar.

Ciğercinin kedisi için aranan, imgesel anlamda özgürlük değil rahatlıktır, sokak kedisiyse rahatlık bir yana hayatta kalabilmek için hep uğraş verir didinir ancak öylesine rahat, başına buyruktur.

Yazar, işte bu eylemin simgesi, korkusuzluğun sesidir bir bakıma.

Buraya kadar söylenenlere bakan kimilerince, bunlardan kalkarak yazarın maddi gereksinimlerinin önemsiz olduğu gibisinden bir algılamaya varmasını istemem asla. Yazarın, anne sütü kadar hakkıdır güzel yaşamak. Önemli olan bu amaçla eğilip bükülmemek biri karşısında, kuyruk sallamamak yukarıdakilere.

Yazar, bunu kendisine esinleyecek gücü nereden bulur dersiniz?

Taşıdığı sorumluluk duygusundan kuşkusuz. Peki kim verir ona bu duyguyu, bu duygu onda nasıl yeşerir?

İnsanlar, toplumlar kendilerine kılavuzluk yapan, önünü açan, doğaya dönük katkılarda, toplumsal-bireysel yaşamın gelişiminde doğrudan rol üstlenip bunu tetikleyen bilimci, sanatçı, düşünücü vb. insanların tümünü, duydukları sarsılmaz bağlılıkla, besledikleri güvenle bir yandan yüceltirler ama öte yandan da onlara olağanüstü sorumluluklar yüklerler.

Yazar, işte yüklenen bu sorumluluktan kendisini kurtaramaz, ben böyle bir sorumluluk duymak istemiyorum, bu tür sorumluluk beni ilgilendirmez diyemez hiçbir zaman.

Demek ki yazar ya da sanatçıysa veya bilimci, düşünücüyse kişi, söz konusu sorumluluk bunu simgeleyen insanlarda ahlaken, vicdanen mündemiçtir, yani bu kavramsallık onların içindedir.

Alfred Nobel’in, insanı da öldüren dinamit bulgusunun, sonradan onu bu adla anılan ödül kurumuna götürmesi, bu anlamda altı çizilebilecek türden bir vicdani, ahlaki sorumluluğun yansıması bağlamında örneklenebilir.

Bunun için bir yazara düşen, geride, toplumuna armağan ettiği yapıtlar bırakmak biçiminde özetlenebilir. Sözgelimi kabaca sıralayıverelim, Balzac, Émile Zola, Standhal, Thomas Mann, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal vb. yazarlar, toplumsal sorumluluğu, ahlakı, vicdanı yansıtıyor işte!