SAYFA YAZISI; YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-1

YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-1…
İlk Kitabın Serencamı

M.Sadık Aslankara
(23.01.2025 YAZISIDIR)

 

 “Kitaplar Adası”, Cumhuriyet’te başlayan 2003’teki yolculuğunu yirmi ikinci yılında da sürdürürken sadikaslankara.com da “Sayfa Yazıları”yla sekizinci yılını doldurup dokuzuncu yılından adım atmış oldu.

14 Şubat 2017’de başlamıştık site yayınına. 13 Şubat güncellemesinde sitemiz yayınlarına, belgesellerimize, farklı alanlara dönük çeşitli başlıklara, bu konulardaki yaklaşıma, tutuma ayrıca yer açacağım zaten.

Ne var ki şu haftalarda salt yazarlığım üzerinde duran birkaç yazı kaleme almayı hem yararlı gördüm hem de zamanıdır diye düşündüm. Bunun sitemiz ziyaretçilerini farklı bir yolla bilgilendireceğini öngörürken bir açıdan kendimle yüzleşmenin önünü açarak yapıp etmelerimi kabaca da olsa havalandırıp beni uyarıcı bir ayna oluşturur diye de umuyorum. .

Böyle diyorum ya, bu anlamda beni yazar olarak merak eden ciddi bir kesimin de arzusunu karşılayacağım belki. Çünkü sitemizde en çok ilgi çeken köşelerin başında yaşamöykümü konu edinen bölümlerle kitaplarımın arka kapak yazıları geliyor. O kadar çok sayıda konuk buna ilgi göstermiş ki, doğrusu şaşmamak elde değil. Bu durumun, gerek yazarlığımın, gerekse kitaplarımın daha yakından bilinmek, tanınmak istenmesinden kaynaklandığı açık. Eğer böyleyse, bu yazılar, söz konusu kesimin merakına da karşılık gelecektir kuşkusuz. Kırk yıl düşünsem böyle bir şey olabileceğini kestiremezdim doğrusu.

Çok satan bir yazar değilim, yazar olarak popülerliğin öne sürdüğü bir ad hiç değilim. Gündelik yaşamın kıyılarında sanatı kendi dünyasında, barışıklık içinde yaşayan biriyim, hatta yazın, tiyatro, belgesel, öteki sanat çevreleriyle de mesafeli bir yaşam sürdürüyorum diyebilirim. Ne ki site ziyaretçilerinin yönelişi doğrultusunda binlerle ifade edilebilecek bu merak ediş, şu birkaç yazıyı ister istemez onların kimi sorularına da karşılık gelecek biçime dönüştürecektir.

Hoş, bu konuda daha önceleri de yazı karalamamış değildim. Hatta bunlardan bir-ikisi bu yönde hazırlanan seçkilerde yer almıştı, bunlara sitemiz arama motoruyla ulaşmak da olanaklı.

Ne var ki günümüz insanı, yine de hep hazır, komprime algıyla, yonga yüklemesi kolaycılığıyla sonuca şıpın işi ulaşıvermeyi yeğliyor.

“M.Sadık Aslankara” imzasıyla ilk yazılarım, öykülerim 1965’te göründü, yazılarım 1965-67 arasında Cumhuriyet’te, öykülerimse Denizli’de yayımlanan farklı yerel gazetelerde sürdü bu üç yıl boyunca. Buna göre hesaplarsak tam altmış yıldır yazın dünyasının içindeyim, ancak yazın dünyası beni bu ilk yazılarımla değil, 1973-75 arasında Yansıma dergisinde yer alan süreğen yazılarımla tanıdı diyebilirim. Çünkü Yansıma’da yer alan ilk yazımdan itibaren derginin sürekli yazarları arasına katılmıştım, bu hemen her seferinde başkalarınca da dillendirildiğinden olgunun bu yanıyla da altı çizilmişti, önemi vurgulanmıştı. Ötesinde derginin yayın yönetmeni şair, yazar Tekin Sönmez, “İşçi Tiyatrosu” üzerine yayımlanan birkaç yazımın ardından bunları, elbette geliştirmem koşuluyla kitap olarak yayımlayabileceğini söylemişti. Nitekim Necati Mert’in Gramofonlar, Radyolar, Teypler başlıklı öyküleri tam da bu evrede yayımlanmıştı işte.

Tekin’e teşekkür etmiş, ama öneriyi kabul etmemiştim. 1970’lerden gelen böyle bir ilk kitabı şunca yıl sonra kucağımda bulsaydım ne derdim peki? Öyle ya, ilk kitap olarak bununla başlasaydım bugün ne düşünürdüm?

Her yazar, ilk kitabını, bütün zamanlarında onaylayabilmeli. Bu da şu anlama geliyor; hiç acele edilmemeli, rastlantıyla hamile kalınmışçasına doğum yapmak zorunda kalınmamalı.

Yayımlanan ilk kitabıma kitap nesnesi açısından bakarsak bu konuda neler düşünürüm peki?

İlk yayın bağlamında kitaplarıma değinerek başladım yazarlığıma dönük notlarıma. Elbet öykü, roman, oyun, senaryo, düzyazı bütün verimlerime de getireceğim bu yazılarda sözü. Ama ilk kitabımdan söz açmalıyım mutlaka. Şu da bir olgu ayrıca; bir yazar, edebiyat dünyasına yayımladığı ilk kitabıyla giriyor, üstelik kitabın yayın tarihi dikkate alınarak yerleştiriliyor.

Bu hesapla ben 1993’te Bin Yüz Bir Giz’le edebiyat dünyasına adım atmış oluyorum. Doğduğum tarihe bakarak söylersek, görece geç. Bir yazar ilk kitabını ille yirmilerinde, otuzlarında yayımlar diye kural yok, ama yirmisine girmeden ilk yazılarını yayımlamaya koyulmuş olmak zorunda, bu ayrıı. Ben on altısında öykü, yazı yayımlama kararlılığı göstermiş olsam da ilk kitap yayınında, kırkı aşan yaşımla geciktiğimin ayırdındayım. 

Şu da var yazın yaşamımda, anılması gereken: 1986’da yani kırkıma girmemişken henüz, Zafer Keskiner’in Salihli’yi âdeta kültür kentine çevirdiği efsane olarak anıldığı belediye başkanlığı döneminde, düzenlediği “ilk” oyun yazma yarışmasında benim Kevser’di adlı oyunum ikincilikle ödüllendirilmişti. Sonradan bu oyun, bu yarışmada ödül alan öteki oyunlarla birlikte yayımlandı, sonuçta “ortak kitap” oldu. Böyle bir yazgıyı dört yazarlı 100.Yılında Cumhuriyet’in Yazını (Cumhuriyet Kitapları, 2023) adlı ortak kitapta bir kez daha yaşadım.

Yanılmıyorsam kitapta tarih yoktu, ama sonraki yılların yarışmalarında ödül alanlar oyunların da farklı kitaplarda bir kitap çoğulluğu halinde yayımlandığına bakarak bunun 1986’dan sonraki bir yıl olduğunu sanıyorum. Eğer oyun, tek başına basılsaydı bunu ilk kitap sayar, kırka girmeden ilk kitabımın yayımlandığını kabul edebilirdik doğallıkla. Ne ki öteki yazarların oyunlarıyla birlikte basıldığı için Kevser’di bir ilk kitap bağlamında alınamaz, u yüzden ilk kitap olarak Bin Yüz Bir Giz’i anıyorum yine de.

Herhangi yazar İlk kitabıyla yazın dünyasında ilk kez kendisini gösteriyor bu önemli. Bu yüzden yüksekten girmek farklı bir etkiye yol açıyor her zaman.