SAYFA YAZISI; YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-2…

YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-2…
“Tek Tür” mü “Çok Tür” mü?

M.Sadık Aslankara
(30.01.2025 YAZISIDIR)

İlk öykülerim 1965’te Denizli’deki hemen tüm yerel gazetelerde yer alıp yayımlandı diyebilirim. Bu gazetelerde azımsanmayacak sayıda yazı da kaleme aldım, hatta kısa sürelerle köşe yazılarım da oldu.

İlk yazılarım olarak ben 1965-67 arasında Cumhuriyet’in “Olaylar ve Görüşler” sayfasında “Tartışma” başlığı altında yer bulan yazılarımı anıyorum yine de, bunların ulusal basında konumlanışı nedeniyle. İmzamla yayımlanan ilk düzyazım bu yazıların ilkidir zaten. 

Oysa öykü türü benim yayımlanan ilk kurmaca ürünüm olsa da kendimi belirli bir türle sınırlamış kalem de değildim ta başlangıçtan beri hem de. Çünkü yaşım daha yirmiye girmemişken öykü, roman, oyun olmak üzere bu üç türde de kalem oynatmış, yerel gazetelerimizde öykülerimi, bir de Gogol’dan Nihal Yalaza Taluy çevirisi Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oyunlaştırmış, bunu da yerel gazetelerin birinde yayımlamıştım. Andığım metni sahnelemiştim de. Yine aynı dönemde yayımlanmadan kalan skeçlerim, kısa parçalar halinde tiyatro metinlerim de oldu.  

Size tuhaf gelebilir ama ben andığım bu türlerdeki yayının yanında yazmaya da neredeyse aynı dönemde başladım diyebilirim gönül rahatlığıyla. Nitekim bu dönemlerden yazıp tamamladığım yayımlanmışların yanında yayımlanmamış pek çok öykümle bitse de yayımlanmamış ya da yarım, belki kısa bölüm veya giriş halinde bitmeden kalmışlar olduğunu söyleyebilirim. İlk evre metinlerim olarak bunların hepsi de elimin altında.

Diyeceğim, 1960’lar boyunca yayımlanan ilk kurmaca metinlerim öykü olsa da bunun hemen yanı başında romanlar da keleme aldığımın, yazarlık tarihimin önemli bir notu olarak altını çizmeliyim. Nitekim aradan geçen yaklaşık yirmi-yirmi beş yıl sonra yine yayımlanmamış bir romanım olan Kör Memdali’nin Çınar Ağacı adlı dosyamla 1990’da bir ödüle değer görülmemi de bu bağlamda romanımın tarihi içinde anmak zorundayım, görücüye çıkıp bilinir hale geldiği için.

Kaldı ki sonraki yıllar boyunca yayımlanmasa bile bu üç türde yazmalarım hep sürdü. Hareketli, yoğun sayılabilecek bu üretimime karşın ilk kitabımın yayını yine de gecikti, üstelik yayımladığım ilk kurmacalarım öykü olduğu halde kitaplaşan çalışmamsa ilginçtir, roman oldu. Ama bu demek değil ki ortada öykü dosyam yoktu. Hayır, çünkü yayımlamadığım iki öykü dosyasından sonra yayımlanan ilk romanımdır Bin Yüz Bir Giz.

Aslında bütün zamanlarımda öykü, roman, oyun, türlerinde yazmayı hep sürdürdüm. Hiç ara vermeden hem de. Ancak iniş çıkışlar yaşadım elbette. Kimi arka arkaya hep öykü yazdım nefes alırcasına, kimi zaman da roman sıraladım, oyunlar dizdim arka arkaya. Bunu belirleyen, etkileyen pek çok neden vardı kuşkusuz. Ama ben bunlara yer açmak değil de yazarlığıma dönük kimi satır başlarına değineyim, değil mi?  

Düşünün; ilk öykülerim 1965’te yayımlanırken ilk öykü kitabım Uykusu Sakız 2001’de çıkıyor. Yayımlanmasa da ilk romanlarımı da yine 1960’larda yazıyorum, bunlardan biri, yukarıda değindim öyküye oranla daha kısa sürede gün yüzüne çıkıyor. Aynı şekilde oyunlar yazıyorum, bunların bilinirliği, yayımlanışı da, örneğin Kevser’di, 1980’lere sarkıyor.

Doğal ki bunlara senaryolarımı da eklemem gerekecek. Bunların da ilk kez gerçekleştirilmesi 1976 tarihine rastlıyor.

Bu özetlemeler, 1965-75 yılları arasında gazetelerde dergilerde yoğun olarak göründükten sonra kabaca 1990’a dek neredeyse on beş yıl boyunca görünmeyişimin, üretimsizlikten, yazıdan uzak kalmaktan kaynaklanmadığını vurgulamak için. Çünkü ben, bu yıllar boyunca yazmayı sürdürüyorum hep.

Öykü, roman, oyun kurmaca metinler değil salt denemeler, incelemeler de kaleme alıyorum. Ama yayımlamıyorum, gerçekten de andığım tarihler arasında neredeyse tek bir yazı bile yayımlamış değilim. İmzam unutuldu gitti neredeyse.

İyi de ilk düzyazılarımın yayımlandığı 1965’ten 2025’e, bu altmış yıl boyunca üç-beş bin yazı yayımladığım halde bir düzyazı kitabım var mı? Yok, Belki bu yıl, yetiştirebilirsem eğer, altmış yıl sonra, imzamla yayımlanan, binlerce sayfayı bulup aşan düzyazılarımın ardından ilk düzyazı kitabımı çıkarmış olacağım. Yine de ağzımı hayra açıp bekleyeyim, dilimi ısırayım da başına iş gelmesin, biteriyim çalışmamı, ilk düzyazı kitabım yayımlansın da şeytanın bacağını kırabileyim.

Düşünün kurmaca türlerinde emek verdiğim hemen her alana dönük kitap yayımlamışım, bir tek düzyazı örneği yok ama.

Hiç yok da denemez herhalde. Çünkü Cumhuriyetimizin 75.Yılında Ormancılığımız (2000), Usta Eller (2008) adlı bağımsız belge-belgesel türündeki düzyazı kitaplarım da dikkate alınırsa eğer, bu bağlamda eksik-gedik çıkmayacak görünürde.

Peki yazınsal açıdan tek tür yerine pek çok türle boğuşarak yazarlığı sürdürmek nasıl bir duygu?

Kolay değil ama tek tür, hep aynı mevsimde yaşamak gibisinden bir sıkışıklık içinde tutuyor insanı görece. İnsan, yazar olarak da geniş evrenlere açılmak, alabildiğine özgür bir tutumla türler arasında gezinebilmeyi yeğliyor.

Bir yazar, ilk kitabında da son kitabında da yeniliğini, tazeliğini korumalı hep. Ben de bu çerçevede hep yeni kalmaya çabalıyorum kendi payıma. Hiçbiri eskimemeli kitaplarımın. Ben gittikten sonra da yeni kalabilmeli, yeniliğini bütün zamanlarda koruyabilmeli. Bu bir dilek kuşkusuz. Ne Homeros’um ben ne Yunus, Dante, Cervantes ne de Shakespeare, ama hep bu dileği göz önünde tuttuğumu söylemek istiyorum.

Kitaplarım birer baston değneği, artık ne kadar dayanır, taşırsa beni…