SAYFA YAZISI; YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-4…

YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-4…

Yazarlığı Okurluğun Gerisinde Tutabilmek…

M.Sadık Aslankara
(20.02.2025 YAZISIDIR)

 

Yaşam döngüsünü, kendi kozasında ancak her türlü uğraşı içinde okumayı hep ilk sırada tutarak sürdüren biriyim.

Benim de elbet evin yolunu unuttuğum delişmen zamanlarım oldu, uzun yıllar tiyatroda debelendim, sabahlara dek canhıraş çalışmalarla boğuldum, ille bir yerlere yetişme, bir şeyleri tamamlama kaygısı peşinde koşup nefessiz kaldım. Yetmedi, belgesel için de dağlardan ormanlara, mağaralardan sulara ülkenin bir ucundan öte ucuna seğirtip koştum durmadan.

O zamanlar da okudum, çantamda bir-iki kitap dergi bir kurşunkalem seti, yanında kalemtıraşıyla; yaşamın cüzleri halinde benimle gezen, tiyatro da yapıyor olsam, belgesel de çekiyor olsam ayrılmaz bir bütün halinde yaşadım hep okumak-yazmak arasında.

Öyle işte, sabah ezanlarıyla doğrulmak, günü okuma edimiyle karşılamak; annemin babamın kumru kuğurtusu eşliğinde fısıltıyla kulağıma dolan sabah ağartılı Kuran okumaları, üzerinden nice yıllar geçtiği halde bunları yeniden yaşamak; okumak bu, işte öylesine sevdim ben okumayı…

Yazmayı da seviyorum elbet, sevmez olur muyum, ama okuduklarım da beni kendilerini yazmaya kışkırtıyor.

Öykü, roman, oyun… Ah bunlar olsa yazdıklarım ne var, ama değil.

Okuma sırasını bekleyen öyle kitap var ki masamda, her sabah onlarla bakışıyoruz.

Gün geçmiyor, bir yazardan ileti, eposta alıyorum, telefonla arayanlar bile oluyor aralıklarla da olsa.  Bu anlamda benimle bağlantıya geçenler ya kitaplarını göndermek için adres istiyorlar ya da gönderdikleri kitabı okuyup okumadığımı merak ettiklerini, okuduysam nasıl bulduğumu soramıyorlar tabii, ama bana bunu sezdirip anımsatıyorlar konuşmalarından yansıyan edayla, bense boynumu bükmüş gibi oluyorum sessizce.

Bunca yazı kaleme alırken öykü, roman, oyun yazmayı özler mi insan, ama ben özlüyorum, başkalarının yazdıklarını okuyup onları okurla buluşturmak amacıyla kalem kâğıda sarılıyorum hemen kitaplarını okuduğumda.

Böyle işte, kendi kozamda kucağıma yatırdığım yazarlığımı yatıştırmaya çalışıyorum, onlar hep yazarmış da ben yazamıyormuşum, bu yüzden hep onları okuyup, ancak kitapları üzerine yazarmışım gibi. Yazarlığım, o yazarların kitapları üzerine yazarak gerçekleşiyormuş havasında.

Okumayı, okuduklarım üzerine yazmayı sevmeme engel değil yine de bu tür yaklaşımlar, alıştım artık, alınmıyorum.

Ama içimden sesleniyorum yine de:

Hey, duyuyor musunuz, ben yazarım! Okuyan yazar, öykü roman yazmakla birlikte okudukları üzerine yazmak için de çabalayan bir yazar yani.

Neyse ki bunun dışında kalan yazarlar da var; gönderdikleri kitapları okuyup okumadığımı, üzerine yazıp yazmayacağımı umursamayanlar.

Ama bir de öylesi var ki, aynada kendimi görmüş gibi oluyorum. Yani o yazar da bencileyin okuyan bir yazar çıkıyor, ben onun kitabını okuyup üzerine yazmışken, bakıyorum, aa, o da benim kitabımı okumuş, bana onu anlatıyor.

Yakın zamanda tanıdığım bir yazarımız bu açıdan tam bir sürpriz yaptı diyebilirim bana. Adını yazmaktan da çekinmeyeceğim: Didem Koç.

Didem’in Yüzyıllık Yolculuk (Edebiyatist, 2022) adlı romanını okumuş, sıcacık anlatısıyla bu ilk, tek yapıtı üzerine yazmıştım da “Kitaplar Adası”nda.

Nasıl olduysa günün birinde, 10 Kasım 2024’te bir eposta aldım kendisinden; kitaplarımdan ikisini paylaşıyordu satırlarında:

“Merhaba Sadık Bey, ben Yüzyıllık Yolculuk romanının yazarı Didem Koç. Aslında size Sadık Hocam demek geliyor içimden. İzin verirseniz bundan sonra size böyle hitap etmek istiyorum. (…) Hocam, diyorum çünkü her şeyden önce herkese açık internet sayfanızla yazım edimine gönül vermişlere büyük bir olanak sağlıyorsunuz. (…) Bunun için kendi adıma teşekkür ederim. Romanlarınızdan Şano ve Ömürdeğer’i okudum.”

Didem, mektubunda uzun uzun bu iki romanımla ilgili düşüncelerini paylaşıyor, sonra da satırlarını bakın nasıl noktalıyor:

“Sevgili hocam, lafı çok uzattım ama bu e-postanın başka bir sebebi daha var. Çok araştırmama rağmen imza günlerinizi bulamadım ya da söyleşi. Ben (…)’da yaşıyorum. …Kışın (İstanbul’a) da geliyorum. Bir imza programınız var mı? Yoksa bir emrivaki yapıp haddimi aşmak istemediğim için soruyorum. Kitaplarınızı size kargolasam ve siz de bana imzaladıktan sonra gönderebilir misiniz? Bunu sorduğum için lütfen kusura bakmayın ama kitaplarım imzanızdan eksik olmamalı diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. Sevgiler, Didem Koç”

Bir insan, hayatta böyle güzel kaç mektup alır ki? İşte böylesi güzel allı pullu bir mektuptu elime ulaşan: sevinmemek mutluluğa gömülmemek elde mi?

Böyle bir eposta mektubuna sessiz kalamazdım, oturup masama, ben de Didem’e, satırlarından yayılan sıcaklığın etkisiyle hemen bir yanıt yazdım.

Bu yüzden Didem, yaşamımda çok özel bir yer edindi diyebilirim. Şimdi içten bir dost artık benim için.

Niye yazıyorum bunları?

Kendime yakıştırabileceğim türde bir davranışı karşımdaki bir yazarda da görmek beni duygulandırdığı için.

Ne demiştim Memet Fuat’tan da bir alıntı paylaşarak; başkalarının yazdığı kitapları okumak, bunlar üzerine yazmak beni mutlu ediyor, karşımdaki yazarın da bununla örtüşen tutum sergilemesi, kendi yapıtını satır satır okumuş da üzerine kalem oynatmış yazarın kitabını okuyup düşüncelerini paylaşması; benimsediğim yazarlık anlayışı işte bu benim; okuyup yazmak karşılıklı emekle.