SAYFA YAZISI; YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-6…

YAZARLIĞIM ÜZERİNE NOTLAR-6…

Bir Yazarlık Törpüsü: Görünürlük – Aranırlık…

M.Sadık Aslankara
(06.03.2025 YAZISIDIR)

Bir yazarın kaleme getirdiği yapıt, yazınsal ürün, yazı neyse, toplamı onun nesnel varlığıdır kuşkusuz. Yazarın görünürlüğü budur, hepi topu bu kadardır işte.

Doğal ki bu anlamda yazınsal görünürlük zorunlu bir konumdur aynı zamanda yazar için, tamam. Yazar dediğimiz kişi fiziki anlamda görünür olmadan da yazınsal varlığını sürdürebiliyorsa eğer o zaman bedensel görünürlüğe veya fiziki somutluğa, yazınsal açıdan gerek duyulmayabilir demektir bu. Böylelikle yazar, buna gerek duymadan da ruhsal doygunluğa ulaşabilir kolayca.

Ancak çevreye göz attığımızda görünür olmak için ortalığı yıkan, yaşamını değil yalnız, “hayat” anlamında akla gelebilecek her ne varsa görünürlüğü bunların yerine geçiren, geçirmemişse de geçirebilecek öyle çok insan var ki şaşmamak elde değil. İşin bir yanı bu, ama bir başka yanı da şu.

Yazarın bir yapıp etmesi gerekmeden de görünmek olası yani görünür hale geçebilir insan, hem de hiçbir çaba sergilemeden. ama aranmak yok mu, aranır olmak, bu sizin dışınızda başkalarının çabasını da gerektirir enikonu.

Siz görünmek için hiçbir girişimde bulunmadığınız halde diyelim başkaları yapıtlarınızı okuyor, sizi arıyor, görmek, tanımak istiyor…

Bunu kim istemez? Peki yazar, bu okunurluk, aranırlık karşısında bir ölçüt koymamalı mı yazınsal tutumuna?

Böylesi okunurluğu, aranırlığı yazarlığına yakıştıramayan da yok değil tabii. Örnekse pek ünlüdür hani, Bir Dinozorun Anıları adlı yapıtı arka arkaya baskılar yapmaya başlayıp da yüz bine çıkınca kitap satışı, Mîna Urgan’ın kendinden huylanıp, “Ben ne yaptım da bu kadar okur kitaba yöneliyor?” türünde pişmanlık sergilemekten kaçınmadığı anımsanabilir.

Demek istemişti ki rahmetli Mîna Hanım, yazarın çok okunmayla, yapıtlarının çok satmasıyla yazınsal değeri arasında orantı yoktur, hele hele doğru orantı hiç yoktur.

Kabul elbette ama popülerlik, kendiliğinden ortaya çıkabilir yine de, kim ne diyebilir buna? Yeter ki siz, yazarlığın yerine koyduğunuz bir davranış türü sergilemiş olmayın, yazınsal nesnellikle oluşturup kurun bu somutluğu.

Sabahattin Ali de sağ olsaydı eğer, öteki yapıtlarının yanında baskı, satış sayısıyla ülkemizde rekor kıran Kürk Mantolu Madonna nedeniyle Mîna Urgan gibi düşünüp mezarında ters dönerdi herhalde. Yalnız o mu? Leylâ Erbil de öteki bütün yapıtları ortadayken bunların tümünü, Ahmed Arif’in kendisine yazdığı mektuplardan oluşan Leylim Leylim’in baskı, satış sayılarıyla geride bırakışına bakarak okurdaki bu bilinç bulanıklığına kızardı mutlaka.

Doğrusu ben de yazınsal yazarlığı ölçüt alarak görünürlük yaşamayı isterim. Görünür olmak, görünmek, popülerlik umurumda mı; itiraf edeyim, bunu da yaşadım geçmişte; tiyatro yaptım uzun yıllar, hadi onu geçelim, ulusal televizyon kanallarında göründüm, görece bilinir, tanınır yüzlerden biri haline geldim de diyebilirim. Bunlar değil derdim ama yazdıklarım okunsun, aransın isterim, başka hiçbir beklentim yok. Çünkü ben bu arzuyla kaleme getiriyorum yazdıklarımı. Kaleme getirilenleri de bu niyetle okuyorum hep.

Okunmayı, aranır olmayı hangi yazar istemez değil mi? Yine de şuracıkta bir ayraç açayım. Okuma edimini devridaim motor halinde tekdüze hep aynı kavrayışla sürdüren bir okur da istemiyorum kendi payıma. Okurum beni seçmeli, ben onu nasıl seçiyorsam.

Ben de yazarımı seçiyorum zaten, benim de seçtiğim yazar çok, burada sıralayacak değilim, zaten buna sayfalar yetmez. Ama masama aldığım her kitabı okuyorum yine de. Hep okuyorum, durmadan okuyorum, herhangi karşılık beklemeden, istekle, hatta tutkuyla okuyorum. Bu, okuduklarımı beğendiğim anlamına gelmiyor asla. Görmüyor olamazsınız zaten, çerçöp yazarları, edebiyatımızın gofretlerini de okuyorum, ama böylece bu yelpazenin nasıl bir yazınsal harita ortaya çıkardığını da görebiliyorum hiç değilse.

İyi de okuduğum, yazınsal açıdan hiçbir iz bırakmadan çekip gidecekleri besbelli bu yazarlar beni okuyor mu? Daha önce, “yazar yazarı okumuyor mu?” gibi bir başlık çerçevesinde değinmiştim de bunlara.

Edebiyatımızın burnu Kaf dağında bir kibirli taifesi var, onları hiçbir zaman okurum bağlamında öngörüyor değilim. Onlar, kendilerini kendi kulelerine kapatmış, “okuma edimi” için klasikleşenleri ya da işlerine gelen öne geçmişleri seçecek özürlü bir azınlık. Oysa bir yazar hiç tanımadığı, salt merak duygusuyla, önüne öylesine gelmiş bir yazarı da okuyabilmeli. Görev gereği değil, hayır, farklı bir tat için, merakını karşılamak amacıyla dahi bir yazarı okuyup tanımak az iş mi? Fethi Naci, sırf sesleminden hoşlandığı için masasına “istifno” ister, onca rakı arasında tek çatal almadan geri gönderir bunu.

Benim gibi kaçınmayanlar da var kuşkusuz bu diğerkâm tutumdan, ama buna sırt dönenler çoğunlukta yine de. Ne var ki sonuna geldim artık ben de.

Yayın Yönetmenimiz Rukiye Sevindi, yazar yaşamımın merak edilişi konusunda uyardı beni. Onun aktardığı verilere göre son bir yılda sitemize ilk kez giren kullanıcıların %70’i doğrudan buna bakıyormuş, geriye kalanların büyük bölümü de başlıklardan hareketle gelip yaşamöyküme yöneliyormuş.

Ben de merak ederim, ama kitabını okuduğum yazarı salt. Doğum tarihi, yeri, lisansının ne olduğu, ilk imzalı yayını, ilk kitabı, türü, bu kadar.

Yaşamöykümü yoklayanlar neyi merak ediyor? “Benim okurum” salt kitaplarımı arayanlar olsun isterim. Ben de okurumu seçeyim artık değil mi ama? Arayanların yazarı olmak büyük ödül, yeter, metinlerimi aranmıyorsanız okumayın o zaman. Bi zahmet sap saman kitaplar da göndermeyin hem, Bu adam nasılsa okur, diyerek. Okuma gönüllüsüyüm ben, mecburcusu değil!

“Yazarlığım Üzerine Notlar” dizisini hadi böylece sonlandırmış olayım.