SAYFA YAZISI; YAZARLIĞIM ÜZERİNE SÖYLEŞİLER…

YAZARLIĞIM ÜZERİNE SÖYLEŞİLER…

M.Sadık Aslankara
(24.04.2025 YAZISIDIR)

Bugün Cumhuriyet Kitap dergisi, kapağa da alarak Gamze Akdemir’in benimle yaptığı çok geniş bir söyleşiyi yayımlıyor.

Yazının girişinde hemen şunları sıralayıp söylesem iyi olacak:

Cumhuriyet Kitap, Cumhuriyet’in 1836 haftadır, toplamda 36. yılında yayın yapan bir dergisi olarak ikinci kez kapaktan yer açıp üstelik bu denli geniş açılımlı, uzun bir söyleşi yapıyor benimle. Derginin şu kadar yıldır sürekli yazarı olduğum için değil elbette, yeni bir romanımın yayımlanması nedeniyle. Bunun, derginin yazarı konumundan ötürü yapılmış kayırma ya da gözetme olmadığını vurgulamak amacıyla altını çizeyim istiyorum.

Gerçekten de daha önce Ömürdeğer (Can, 2014) adlı romanımın yayımlanışıyla kapağa alınmıştım ilk kez; roman üzerine değerli yazılar (Metin Celal, Eray Ak) yer almış, benimle dopdolu bir söyleşi (Sibel Oral) yapılmıştı Cumhuriyet Kitap’ta. (21 Ağustos 2014, Sayı 1279)

Tam on bir yıl sonra bir kez daha kapağa alınmış oldum (24 Nisan 2025; Sayı 1836), bana göre bundaki tek fark kanımca, Gamze’nin sorularıyla söyleşideki harlanık hava, getirdiği farklı bakışlar nedeniyle de hayli yer kaplaması, aşkın boyutlu geniş açılımlı bir söyleşiye dönüşmesi. Yayın Yönetmenimiz Gamze Akdemir’in yayımlanan son romanım Halley’de Yedi Kadın (Cumhuriyet Kitapları, 2025) için yaptığı bu söyleşiye döktüğü emeğin de altını çizmeliyim, yoksa bu değerbilmezliği yakıştıramam kendime.

Şu bilgileri de paylaşayım yeri gelmişken: Gerek Cumhuriyet gazetesinin gerekse Cumhuriyet Kitap’ın en eski yazarlarından biriyim. Gazetede ilk yazım tam altmış yıl önce Sami Karaören’in editörlüğünde ikinci sayfada yayımlandı (“Dış Basında Türkiye”; 20 Nisan 1965), on altı-on yedi yaşlarında yeniyetme çocuktum. Dergideyse ilk yazım tam otuz yıl önce Turhan Günay editörlüğünde yayımlandı. (“Sanat Eğitimi ve Yaratıcı Drama”; 11 Mayıs 1995, sayı 273)

Cumhuriyet Kitap’ta “Kitaplar Adası”yla başlayan sürekli yazarlığım, yine Turhan Günay’ın ön açmasıyla 20 Şubat 2003’te başladı, bu hesapla yirmi iki yılını doldurdu dergideki bu köşe.

Bugüne dek azımsanamayacak sayıda farklı söyleşiler yapıldığını söyleyebilirim benimle. Söyleşileri yapanlarsa yazarlardı genelde. Her birine teşekkür borçluyum, emekleri nedeniyle. Yapılan söyleşilerin neredeyse tümü sitemizde yayında. Üstelik bunlar, site ziyaretçilerinin geniş ilgi gösterdiği bölümlerin başında geliyor. Yazarlığımı merak ettiklerinden olsa gerek, baştan bu yana hep ilgi gösteriliyor bunlara.

Yayımlanan söyleşilerde, doğal bir yaklaşımla, üzerine eğildiğim sanatsal türlerin öne çekildiği kestirilebilir kolayca. Söyleşiyi yürütenler, edebiyatta özellikle öykü, ardı sıra roman, eleştiri vb. türlere açılarak neyi hedefliyorsa doğrudan buna yönelirken bu arada sorulara karşılıklarımın, gerek yazar gerekse kişi bağlamında kimi karakteristik özelliklerimden ipuçları sergilediği de öngörülebilir kolayca. Bu açıdan okurdan okura eğilimler değişse de bir biçimde bunların renkli, ilginç açılımlar getirdiği öne sürülebilir pekâlâ.

Benimle yapılmış söyleşilerin yaklaşık çeyrek yüzyıl içine dağılarak bugünlere ulandığını da ekleyeyim. En azından sitemizde yayındaki söyleşiler dikkate alındığında bu çıkıyor ortaya. Sayfaya vurulsa herhalde oylumlu bir kitap boyutuna ulaşabilir söyleşi toplamı, hatta daha fazlası da çıkabilir, böyle deyip geçelim en iyisi.

Bu yazıda ilginç bir çakışmayla her hafta kaleme aldığım “Sayfa Yazısı” için masama oturduğumda, “Kitaplar Adası”nın bulunmadığı sayıda “Kitaplar Adası”nın yerine, söyleşiden kalkarak yine bununla örtüşen bir yazı kaleme alıyor olduğumu düşününce, ben de “Sayfa Yazım”da “söyleşi” konusundaki düşüncemi paylaşayım dedim meraklısıyla.

Benimle söyleşi yapılmak istendiğinde şöyle bir doğruluyorum, “Eyvah,” diyorum âdeta, “şimdi yine ben’i bana anlattıracaklar.”

Kestirmeden söyleyecek olursam, ben’i ben değil başkaları anlatsın, diye düşünüyorum yıllardan bu yana. Yazarlığıma, yaptığım edebiyata, yayımladığım öykü, roman, oyunlara dönük soruları ben değil, başkaları mıncıklasın. Çünkü ben öykü, roman, oyun, senaryo vb. yazdıklarım aracılığıyla enikonu kendimi ortaya koyuyor, bu verimlerin artalanı olarak neyi nasıl düşündüğümü, yaklaşımlarımı zaten ortaya döküyorum kanımca, sonuçta bunun arkası artık okuyanların yorumuna kalıyor.

 Söyleşiyi yapanlar, benim için yoğun çaba harcıyor, kitaplarımı, yazılarımı okuyor, bunları kurcalayıp okurun da merak edebileceğini düşündüğü kimi örtük, perdeli yanları, an azından gözler önüne sermeye çabalıyor. Bunlara benim saygı duymamam mümkün mü? Ama ne yalan söyleyeyim, tuhaf bir durum, çünkü başkalarıyla yapılmış söyleşileri severek okuyan biriyim, ne ki benimle söyleşilerin beni mutlu ettiğini söyleyemem.

Niye ben kendimi, hele de kitaplarımı anlatayım ki? Yüzlerce yazarın kitabını ele almışsam, bunları yazı konusu yapmışsam, kitaplarım üzerine başka yazarlardan, özellikle söyleşi yapmak isteyenlerden kitaplarım üzerine kalem oynatmalarını beklemek neden hakkım olmasın?

Ben, benimle söyleşi yapılması yerine kitaplarım üzerine yazılmasını yeğ tutan, bunu arzulayan biriyim daha çok. Nedeni basit; binlerce yazımda yüzlerce yazarın -saymadım ya bunlar da bini aşmıştır- kitabı üzerine ben düşüncelerimi paylaştım, benimle söyleşi yapıp, kendi kitaplarım için yine beni konuşturmak yerine oturun, siz de benim kitaplarım üzerine yazın bi’zahmet diyesim geliyor.

Ama Gamze Akdemir’in söyleşini okuduğunuzda, onun bunu karşıladığını, Halley’de Yedi Kadın’ı didik didik yaparak okuduğunu, âdeta roman üzerine de kalem oynattığını görebiliyorsunuz. Üstelik bu uzun söyleşinin daha uzun halini de Cumhuriyet.com.tr’de yayımlıyor, düşünün artık.

Yürekten teşekkür borçluyum.