YENİ YIL, YENİ İNSAN…
M.Sadık Aslankara
(02.01.2025 YAZISIDIR)
Yeni bir yıla girdik, doğru da bir küçük açılımla düzeltelim bunu; evet, yeni bir yıla girdik ama eski insanla değil yeni insanla…
Çünkü varlık olarak, 2025’e girene dek geçen süreçte enikonu ciddi değişim-dönüşümler zincirine bağlı yaşadığımızı, bu nedenle de yeni yılın kapısına başka bir insan varlık halinde geldiğimizi unutmayalım.
Gerçekten de bu son yüzyılda, biraz irkiltici olacak ama âdeta “başkalaşmış” bir varlık haline geldiğimiz de söylenebilir, hele bulunduğumuz bu konumdan hareketle bakacak olursak soruna…
Geneli bir yana bırakıp nirengi anlamında salt 2000 başlarını alsak bile akışa göre son yirmi beş yıl içinde sanki öncekinden sıyrılıp, biyolojik değilse de kültürel varlık olarak neredeyse ondan çok farklı yapıda, tutum-davranışta, edim-eylemde, kılgıda, özetle kültürel anlamda akla gelebilecek her uzanımda bambaşka, apayrı bir insan varlık katıldı gibi oldu toplum yaşamına. Günümüzde baskın hale gelen kuşağın niteliklerini içselleştiren bu kaynağı, “yeni insan” olarak nitelemekte hiçbir sakınca bulunmasa gerek.
Bilgisunarda kısa bir gezinti yapıldığında gerek bizde gerekse dünyada farklı dillerde “Yeni İnsan” başlığıyla yayımlanmış pek çok kitapla tanışmanız olanaklı. Kaldı ki bir yanıyla ortaklaşa kullanılan söylem haline geldiği de kestirilebilir bu söyleyişin. Art arda birbirleri üzerine devrilerek kendilerini yenileyen bütün çağlarda, dönemsel etkimenin basıncıyla önceki evrede üretilen bilgiye, değere, kültüre, anlayışa sırt dönerek yeni evrenin değerlerini kültleştiren, yola ancak böyle devam eden bir insan varlık da ortaya çıkacaktı elbette kaçınılmaz biçimde.
O halde artık terimleştiği, ötesinde kavramlaştığı kestirilebilecek bu “yeni insan” nitelemesinin bütün zamanlara yayılarak da ağırlığını koruyacağı açık olsa gerek.
Ancak söz konusu bu değişimdeki süreçlerin, geçişlerde gözlenen ivmenin, zamana yayılı ayak uyduracağını da öngörürsek farklı bir diziliş serüveni ortaya çıkacağı kolayca kestirilebilir. Demem o ki, “yeni insan” nitelemesiyle anacağımız hep de “yeni” bağlamında anacağımız bu insan kaynağı, belli aralarla, sürelerle ortaya çıkan bir olgu değil. Her seferinde bir birikimin sonucu olarak bu yöndeki sıçrama ya da patlamayla kendini koyuyor.
Nitekim insanoğlunun ayağa kalkıp yürümesi, sesten anlamsal dizgelere erip konuşması, alet yapması, yazı için yekinmesi, bunlarla ölçülebilecek daha başka büyük devrimler öyle üç beş bin yılda, birkaç on bin yılda kolayca gerçekleşmiyor. Ama sözgelimi feodalizmden kapitalizme, sanayi devrimine, bilimsel buluşlara, coğrafi keşiflere vb. bu tür kültürel devrimlere daha kısa sürelerle ulaşılabildiği görülüyor.
Günümüze doğru, hele 18., 19. yy.lara gelindiğinde, akışın artık çok daha hızlı döngüyle ilerleyip kendisini öğüten ivmeyle orantılı değişimler gösterdiği, buna bağlı farklı temelde bir “yeni insan” olgusunun zaten kendiliğinden önünün açılarak daha hızlı geçirgenlikle gerçekleşip yaşandığı kolayca kestirilebilir.
Ancak bu olgu yeni insanın yeni yılla ilişkilendirilmesi kolaycılığına götürmüyor yine de bizi. Her yeni yıl karşımıza bir “yeni insan” getirip dikmiyor, ne var ki bu yeni insanın oluşumuna dönük ivmenin giderek hız kazandığı, ideolojik bağlamda “hız” temelinde kendisini dayatan anlayışla örtüşerek bunun benzeri konumuyla gitgide yaşamımıza yayıldığı, egemen hale geçtiği de pekâlâ öne sürülebilir.
Cumhuriyetin unutulmaz “yeni insan”larından İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun 1934’te yayımlamaya koyulduğu Yeni Adam dergisinin, cumhuriyetle birlikte işte bu yeni “insan olgusu”nu öne çıkarıp vurguladığını biliyoruz. Baltacıoğlu, anılan dergisiyle bir açıdan bu yeni adamın önünü açarak buna dönük bir tür kültürel zemin hazırlığı süreci başlatıp cumhuriyetle yaratılacak “yeni insan”ın da işaret fişeğine dönüştüğü, bu anlamda kendisini görevli saydığı göz ardı edilebilir mi?
Cumhuriyetle kazanılan yeni insanın, son çeyrek yüzyıl içinde büyük erozyona uğradığı biliniyor.
Sözü, yılbaşı gecesi uzun uzadıya söyleştiğimiz üç değerli arkadaşıma getireyim; biri çok ünlü bir tiyatro oyuncusu, yönetmeni, öteki ikisinden ilki çok değerli bir yazar, çevirmen, yayıncı, ikincisi ABD’de yayıncıyla ilişkisi bulunan bir yazar.
Her üç arkadaşım, birbirinden habersiz ama neredeyse üst üste çakışan düşünceler dile getirdiler. Onların bu yaklaşımı, yeni yıla girdiğimiz şu günlerde bu yeni insanın profilini vermesi açısından da ilginç veriler fısıldadı kulağıma.
Özellikle üç değerli sanat emekçisinin değerlendirişinde gençlerin, bu görüntüyü bütünleyen tutumu üzerinde buluştuklarını söyleyebilirim. Toplumla, ülkeyle bağın gençlerde neredeye kopma noktasına geldiği kanısı taşıyan ustalar, sürekli bir “can sıkıntısı” halinin sürdüğünü gözlediklerini de eklediler buna. Bir “kronik umutsuzluk” hali de denebilir bunun için.
Bu çerçevede nesnel dünyayla yani yaşamın sürdüğü hayatla karşılıklı güçlü bağlar da kurulamadığı kanısındalar. Hatta tam tersine sanal dünya, gerçeklik olarak çok daha önde, gündelik yaşamlarının belirleyicisi konumu sergiliyor denebilir.
Ne var ki bu sanal dünya içinde en az ayırdıkları zaman okumaya dönük. Zaten kitap değil burada söz konusu olan, ekitap da değil, herhangi metin, kısa alıntılar diyelim, gençlerde bu yolla gerek kısa bir metnin okunuşu gerekse anlamı konusu alabildiğine karamsarlığa gömüyor kendilerini. Tatsız tuzsuz bir okumayı kabul etseniz de metnin anlamını derli toplu dile getirmeleri de son derece güç bir iş.
Bunları niye aktarıyorum? Son çeyrek yüzyılın işte bu nitelikteki “yeni insan”ıyla yeni yıla girdiğimizin altını çizmek için.