Serap Çerezci; De-Ti; Denizli’de Tiyatro Var!

DE- Tİ
“DENİZLİ’DE TİYATRO VAR”!

Serap Çerezci

 Tiyatro… Binlerce yıl öncesinin ritüel ve şenliklerinden doğan ve hep var olacak bir sanat. Bu sanata aşkla bağlanmış Naif Heveskâr Çırak olarak, yaşadığımız coğrafyadan geçen tüm sanatçıları yad etmeyi kendimize görev edindik. Bizden öncekilerin neleri, nasıl, hangi şartlarda başardığını bilirsek bu bizlere itici bir güç oluşturur ve daha iyiyi yakalarız diye düşündük.

Denizli adeta antik tiyatrolar cenneti diyebiliriz. Bugüne kadar yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmış olan Hierapolis Antik Kenti’nde bulunan büyük tiyatro, M.S. 2.yy. ortalarında yapıldığı belirtilen Yenicekent  Belediyesi sınırlarında yer alan Tripolis Tiyatrosu, Hellenistlik döneme ait olan yine  M.S. 2.yüzyıla ait olan Laodikeia’da bulunan Kuzey Tiyatrosu ve M.S. 79 yılına ait olan tiyatro yapıları; bu sanat dalının ne kadar saygın ve eski bir geçmişe sahip olduğunun göstergeleridir. Öyle ki Laodikeia kazılarını gerçekleştiren Prof. Dr. Celal Şimşek,  “kazılarda ele geçirilen bir yazıtta bir komedi sanatçısının rolünü çok güzel yapmasından dolayı, bronz heykelinin yapılmasında sadece Laodikeialıların değil, Bergamalılar’ın da katkı sağladığını bu bilgilerden yola çıkarak kentte sanata ve sanatçıya büyük önem verildiğinin” görüldüğünü belirtmektedir. Yine 20.Ra.1310 (Hicrî)  tarihini taşıyan “Denizli’den Serkiz  Gümüşyan’ın  muvâkkat olarak tesis edilecek yer için kendisinin musiki, temaşa ve tiyatroya kabiliyeti olduğundan imtiyaz talebinin vilayetçe uygun görülmesi” şeklindeki Osmanlı belgesinden de anlaşılacağı üzere yaşadığımız şehir  sekteye de uğrasa tiyatronun kalbinin attığı bir yerdir. Tiyatro bizlerden önce olduğu gibi bizlerden sonra da yaşamaya devam edecektir. Bu durum,“Tiyatro ölmez seyircisi ölür” sözünün gerçekliğini bir kez daha kanıtlanmaktadır.

Görüldüğü üzere, “Denizli Tiyatro Tarihi” başlı başına bir tez konusu olmaya aday görünmektedir. Bu yazının amacı; kibriti ateşleyerek araştırmacılara esin kaynağı olmak ve konunun araştırılmasını ummaktır. Bu bağlamda, girizgahın ardından biz asıl yazım konumuza, 1980 darbesinden hemen sonra taşrada yeşeren tiyatro hareketine kısaca De-Ti olan, Denizli Tiyatrosu tarihine geri dönelim.

De-Ti tarihini araştırmak istediğimizde ilk karşılaştığımız sorun, bize ilk elden sözlü tanıklık ve kaynak olabilecek kişilerin İstanbul’da yaşıyor olmasıydı. Denizli’de o döneme ışık tutacak kitap, dergi, broşür bulamadık. Günümüzün iletişim teknolojileri ile  kendileri

bağlantı  sağladık. De-Ti’nin kurucusu olan şu anda Cumhuriyet Kitap Eki’nde ve Tiyatro Tiyatro dergisinde köşe yazarlığı yapan, yazar, yönetmen, dramaturg ve öykü eleştirmeni belgeselci ve sinemacı olan Sadık Aslankara, oyuncu, senarist ve yönetmen Serdar Bordonacı, tiyatro ve sinema oyuncusu Murat Ergür ile iletişim kurduk. Yine ekip oyuncularından Denizli’de kalan drama öğretmeni Mustafa İkizoğlu ile de yüzyüze bir röportaj gerçekleştirdik. Dönemin belediye başkanı Ziya Tıkıroğlu da döneme ilişkin hatıralarını bizimle paylaştı. Böylelikle tüm katılımcıların anlattığı anılar çerçevesinde aşağıdaki yazıyı kaleme aldık.

De-Ti’nin kuruluşun askeri darbenin hemen sonrasına 1982 yılına uzandığını görüyoruz.  İstanbul, Ankara, İzmir, gibi sanatın kalbinin attığı şehirlerin yanında taşra olarak nitelenen bir küçük şehirde bir avuç gönüllü insan bir araya gelir. Amaçları, samimi ve karşılıksız olarak yalnızca tiyatro yapmak, Denizli Halkı’nın, tiyatro sanatının farkına varmasını sağlamaktır. Kendi söylemleriyle “ekmeğini yedikleri, havasını teneffüs ettikleri kente tiyatro kültürü kazandırmak” istemektedirler. Denizli’deki tiyatro hareketi, M.Sadık Aslankara’nın ve Volkan Beşek’in, -salonu olmayan bir kentte- “Denizli’de neden tiyatro yapmayalım ki?” cümlesiyle başlar.

Asker kökenli belediye başkanı (Ali Acar 1982-1984) ve yine asker kökenli milli eğitim müdürünün görev yaptığı bir dönemde, taşrada özel bir tiyatro kurma fikri başlangıçta çılgınca, hatta ütopik görünmektedir. Öyle ki, tiyatronun kurulmasından sonraki oyunlar sivil polisler tarafından izlenir. Milli eğitim müdürü olan emekli albay; okullarda gösteri yapmak istediklerini söyleyen tiyatroculara asker muamelesi yapar ve kıdem sırasına geçmeleri için tekmil verir. Sadık Aslankara ve öğrencileri biran şaşkınlıkla birbirlerinin yüzlerine bakarlar ve çaktırmadan hizaya giriyormuş gibi dalgalanırlar. Anlaşılacağı üzere trajikomik görünen bu olay sıkıyönetimin ne denli kendisini hissettirdiği yıllar olduğunu göstergesidir.

Tiyatro kurma çabaları; ilerleyen dönemlerde, Kemal Gürcan, Mehmet Acar, Sami Sönmez, Ziya Tıkıroğlu, Necati Bilican, Özden Toker, Kemal Tahtalacı (Tartılacı), Sedat Acar ve Hüsnü Okumuş gibi dönemin pek çok mülki amiri, gazetecisi ve aydınının desteğini arkasına alacaktır. Tiyatro hareketinin başlatıcısı olan M. Sadık Aslankara’yı, öğrencisi Serdar Bordanacı (Bordonacı), inatçı, üretken bir o kadar da cesur bir insan olarak tanımlıyor. Yapılan faaliyetlerin anlatıldığı basın bültenlerine “İstanbul, İzmir, Ankara’da tiyatro vardır, Denizli de de vardır” yazarak büyük şehirlere adeta meydan okuyan bir insandı. “Bizlere, buradan İstanbul’a kafa tutacağız” diyen bir hocaydı sözleriyle tanıttı.. Aslına bakacak olursak, bu meydan okumasında pek de haksız sayılmazmış. Çünkü; 1980’lerin sonu 90’ların başlarında,

İstanbul’da elli altmış tane özel tiyatro varken, Anadolu’da yalnızca Denizli’de özel tiyatro mevcutmuş. Ekibin felsefesi de “iddian yoksa sanat yapma”ymış.

Bu bağlamda, “Ayakları yere basmayan bir hoca” olarak eleştirilen M. Sadık Aslankara ve ekibinin dönemin yoksunlukları içerisinde Denizli’den bütün Türkiye’ye çığlık olarak yayılmak istemeleri, inançları ve kendilerine olan güvenleri takdire şayan bir görünüm arz etmektedir.  İlerleyen yıllarda M.Sadık Aslankara, Salihli’de tiyatro kurma girişimlerinde karşılaşılan zorlukları anlattığı 1993 yılında ilk kez yayımlanan,  “Bir Yüz Bin Giz” (Bin Yüz Bir Giz) isimli romanında aslında kendi yaşadıkları sıkıntıları üstü kapalı da olsa anlatmaya çalışacak adeta okurlarına içini dökecektir.

De-Ti;  M. Sadık Aslankara yönetiminde, Denizli Çocuk Tiyatrosu olarak perdelerini, ilk kez 6 Kasım 1982’de Belediye Sineması’nda açmıştır. Bu sinema eski belediye başkanlarından Turan Bahadır’ın yaptırmış olduğu, her türlü eğlencenin de yapıldığı, küçük bir sahnesi olan Bugünkü Babadağlılar İşhanı’nın yanındaki eski hâl binasının üzerinde bulunan günümüzün Ceşenler Bowling olarak bilinen yapısıdır. Zaten halihazırda Denizli’de başka sahne de yoktur.

Denizli Tiyatrosu (De-Ti), maliyede vergi dairesine kayıtlı, KDV vergilerini ödeyen, özel tiyatro statüsündedir. Krulduğu tarihten itibaren on yıl boyunca kültür bakanlığından devlet yardımı alacaktır. Sadık Aslankara; tiyatronun yapımcısı, sahibi, işvereni konumundadır. Çalışanların tümü de -primleri zaman zaman ödenemese de- sigortalılardır.

Tiyatronun ortalama yirmi kişilik ekibi, dönemin Denizli Eğitim Enstitülü öğrencileri ile tiyatroya gönül veren lise, ortaokul ve ilkokul talebelerinden oluşmaktadır. De-Ti’nin ilk üç yılında tek kadrolu oyuncusu Serdar Bordanacı’dır (Bordonacı).  1983- 1984 yıllarında kadro yetersizliğinden, Ankara’dan devlet yardımıyla dört oyuncu getirilir ve geçici olarak görev yaparlar. O dönemde yetişmiş olan Serdar Bordanacı (Bordonacı)ileriki yıllarda, Dostlar Tiyatrosu’nda Genco Erkal’ın, yönettiği oyunlarda rol alır. 90’ların kült dizisi olan “Bizimkiler”’de, Umur Bugay’in asistanlığını ve aynı dizide oyunculuğunu yapar. “Büyük Umutlar” dizisinin senarist ekibinde yer alır. Sayısız dizide farklı rollerle karşımıza çıkar. Derya EREK (Herek); yine DE-Ti kuşağında yetişmiş bir sanatçı olarak 1993 tarihli “Bir Düğün Masalı” isimli sinema filminde karşımıza çıkar. De-Ti döneminde Denizli, aynı zamanda tiyatro sahne sanatları bölümlerine çok sayıda öğrenci yerleştiren örnek bir kent konumuna gelmiştir. Örneğin en son- “Tiyatro Alkış” “Pijamalı Adamlar” oyununda karşımıza çıkan İzmir Devlet Tiyatrosu’nda ve Sadri Alışık Tiyatrosu’nda görev yapmış, pek çok dizide ve sinema filminde rol almış olan Murat ERGÜR, De-Ti ile tiyatro sahnesine merhaba der. 1987 yılında,  ondört yaşındayken Denizli Belediyesi’nin açmış olduğu konservatuar sınavında, dönemin ünlü hocası olan Mahir Canova tarafından seçilerek tiyatro bölümünü kazanan  Dinçer Sümer ve Şener Gökkaya’dan (Kökkaya) dersler alan Murat Ergür; liseye devam etmek adına iki ay sonra istemeyerek de olsa konservatuarı bırakacaktı. Çocuk kalbinde yaşadığı hayal kırıklığına dayanamayan babası; oğlunu, arkadaşı Sadık Aslankara’ya emanet edecekti.

(Kendilerini gerek tiyatroda gerekse sinemada tüm Türkiye’ye tanıtmış olan Serdar Bordonacı, Derya Herek, Murat Ergür gibi yine DE-Tİ kökeninden gelen Tekin Temel, Emin Gürsoy, Zafer Oruç, Tahsin Önal adlarını da unutmamak gerekiyor.)

De-Ti faal olduğu yıllarda, Sadık Aslankara’nın yazıp yönettiği, “Çat’la Pat”, “Keloğlan Devlere Karşı”, “Sevgili Eşeğim”, “Hırgür’le Kemgöz”, “Yoklar Dağındaki Nar”, “Dünya Bir Güvercin” adlı çocuk oyunları ile “Mantar Apartmanı”, “Yollar Yolcular”, “Duvarların Ötesi” (Turgut Özakman), “Bozuk Düzen” (Güner Sümer), Çehov öykülerinden Neil Simon’un yazdığı “Sevgili Doktor” oyunlarını sahneler. Tiyatro bünyesinde usta çırak ilişkisinin belki de en büyük kanıtı; Sadık Aslankara’nın;  Haldun Marlalı’nın yazmış olduğu  “Leylek Sultan” oyununun yönetimi “bu oyunu sen yönet” diyerek Serdar Bordanacı’ya (Bordonacı)  bırakması tabiri cazise  el vermesidir.

1987 yılına gelindiğinde; De-Ti’nin kuruluşunun beşinci yıl etkinlikleri çerçevesinde,   Cumhuriyet Gazetesi İstanbul temsilcisi Mehmet Öz’ün (Reha Öz) “Dünya Bir Güvercin” isimli öyküsünü müzikli, danslı, interaktif bir çocuk oyununa uyarlayan Sadık Aslankara ve öğrencilerinden bahsederken gazeteci Zeynep Oral; Denizli’deki tiyatro çalışmalarını  Milliyet Sanat Dergisi sütunlarına “Denizli’de koca yürekli ak güvercinler var” cümleleri ile taşıyacaktır.

Gelgelelim bu kocaman yürekli insanların hali hazırda bir tiyatro sahneleri bulunmamaktadır. Bugün basit bir sorun gibi görünün sahne yoksunluğu o dönemde oldukça zaruridir. Çünkü en azından sahneleri de bulunan 1980 öncesi Denizli sinemaları, -Cem, İnci, Venüs, Ferah, Rüyam ve Yeni Sinema-  deprem, yol geçecek, yangın, ekonomik ömrünü doldurduğu gerekçeleri ya da sırf rant uğruna yıkılmıştır. Yani 1970’li yılların sonuna doğru Denizli’de yalnızca Belediye Sineması kalmıştır. De-Ti provalarını, dönemin inşaat mühendisi Mehmet Acar’ın “çocuklar istiyorsanız burada çalışın” dediği inşaat ofisinin yan tarafında bulunan inşaat malzemelerini koyduğu bir depoda alır. Çimento torbaları ve kürekler arasında adeta oyun inşa edilir. Oyunun sahneleneceği “Belediye Sineması’nın gösteri için ücret alması nedeniyle ancak genel prova, oyundan üç gün önce yapılır.

Yaşanılan teknik sıkıntılar da işi cabasıdır. 1980’li yıllarda oyun afişleri “Serigrafik baskı ile hazırlanmaktadır. Matbaacı ücret almadan baskı yapmayı kabul eder, ancak hiç

olmazsa baskı için gerekli ipeğin teminini ister. İpek, Denizli’de bulunmamaktadır. Serdar Bordanacı (Bordonacı) o günleri hatırlarken;  “Yoklar Dağındaki Nar”  oyunu için sabah 5 otobüsü ile gittim, akşamüstü döndüm ve genel provaya girdim. Dekor, kostüm derken eve beş gün uğramamışım prömiyerden sonra ancak gidebildim. Annem beni öldü sanmış ifadelerini kullanıyor.

DE-Ti’ciler, sahne olmaksızın çalışmanın zorluğunu dönemin belediye başkanı Ziya Tıkıroğlu’nun  kapısını çalarlar. Kendilerine salon tahsis edilmesini isterler ve kendisinden söz alırlar. Dönemin sanatsever ve ileri görüşlü ve aydın insanı – ki hâlâ öyledir- Belediye Başkanı Ziya Tıkıroğlu; taşra şehirlerinin hem kör hem de sağır olduğu talihsiz  bir dönemde “Belediye Başkanı mısın kültür müdürü müsün?” “Her iş bitti de tiyatro işi mi kaldı?” “Günah” sözlerine aldırmadan işçi yemekhanesi olarak kullanılan yapıyı bugünkü Çatalçeşme Oda Tiyatrosu haline getirir ve tiyatrocuların bilabedel hizmetine sunar. (Önemli Not: Bu salon, ilkönce “Nikâh Salonu” olarak açılıp bu yönde hizmet vermeye başladı, herhangi bir değişiklik yapılmaksızın sonradan  tiyatro için de kullanılmaya başlandı.) Daha sonradan da bu konuda en başta partililerinden eleştiri alır. Yine de yılmaz, oda tiyatrosunun hemen akabinde, “kim gelecek” diye eleştiri aldığı Açık Hava Tiyarosu’nu partili milletvekillerinin katılmadığı bir törenle açar.

De-Ti’nin; Çatalçeşme’de sergilenen oyunlarına, Ziya Tıkıroğlu’nun belediye başkanlığı döneminde mahalle muhtarları ile işbirliği yapılarak mahalle sakinleri davet edilmeye başlanır. Belki de Denizli halkı hayatlarında ilk defa tiyatronun nasıl bir şey olduğunu böylelikle görür.

De-Ti ve Ziya Tıkıroğlu’nun daveti ile Dostlar Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Levent Kırca Tiyatrosu  Denizli’ye gelir ve tiyatro oyunlarını sahnelerler. Amaç, hem tiyatro için gelir elde etmek hem de De-Ti’ ye sahip çıkılması durumunda varılabilecek noktaların nereler olabileceğini halka gösterip, onlardan destek almaktır. Seçen, izleyen, goygoycu olmayan bilinçli kaliteli bir seyirci kitlesi yaratmak da De-Ti nin temel amaçlarından birisidir. Bunun için “tiyatro gişesi belli saatlerde açık tutulur. Teşrifat görevlisi göreve başlar ve kendisine özel üniforma giydirilir. Devlet tiyatrolarında olduğu gibi vestiyer açık tutulur. Oyun başladıktan sonra kesinlikle seyirci içeri alınmaz. Bir kişi de gelse sürekli temsil verilmeye çalışılır. De-Ti’nin ve Denizli Belediyesi’nin organizasyonu ile diğer yazımızda uzunca belirttiğimiz üzere Denizli’de Amatör Tiyatrolar Şenliği yapılmaya başlanır.

Ne yazık ki, bunca olumlu gelişmeye karşılık De-Ti 1989 senesine gelindiğinde bir takım sorunlarla karşılaşır. Oda tiyatrosunun ücretsiz olarak De-Ti’ye tahsisi, muhafazakar çevrelerce tiyatroculara hakkında çıkartılan yakışıksız söylemler, “yılda yalnızca iki oyun sergilenmesi” “seyircisiz kalınması” gibi eleştiriler alır başını gider. Yaşanan bu gerilim,  genel sanat yönetmeni olan Sadık Aslankara ile belediye başkanı Ziya Tıkıroğlu arasında kırgınlıklara sebep olur. Bu kırgınlık belli bir süre sonra Sadık Aslankara’nın Denizli’den gitmesine neden olacaktır. De-Ti’nin en kıdemli oyuncusu Serdar Bordanacı da, (Bordonacı) karışıklıklardan ve belirsizliklerden sıkılır. 1987 yılında “iş adamı olacağım ben” diyerek İstanbul’a taşınır. Ne var ki bir kere sahne tozunu yutmuştur ya iflah olmaz. Yıl sonunda, Dostlar Tiyatrosu’nun kapısını çalar ve Genco Erkal’a “ abi ben yerleri paspaslamaya geldim” der. Küs olarak ayrıldığı kente 90 yılında turneyle gelir.

Öte yandan Denizli’de yaşanan süreç de pek parlak değildir. Kendi söylemleriyle Çatalçeşme’den “atılan”  ekip, çalışmalarını İl Turizm ve Kültür Müdürlüğü’nün (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) izniyle il halk kütüphanesinde sürdürmeye başlar. Kütüphanede alınan provalar sonrası oyunlar yine Ceşenler Bowling’e dönüşecek olan Belediye Sineması’nda sergilenir. Aslında yaşanan taşrada sanat yapmanın zorluklarıdır. 1989 yılı Yüzsüz (Yurttaş A) ve Gişe oyunlarıyla kapanır.

1990’larda varlığını kör topal sürdürmeye çalışan De-Ti’nin bazı üyeleri, dönemin belediye başkanı Ali Marım tarafından kadrolu özel işçi statüsünde belediyede göreve başlatılsa da (Bu bilgi doğru değil; kaldı ki zaten DE-Tİ, artık Ankara’ya taşınmıştır.) eski ruhtan eser kalmamıştır. De-Ti’nin son dönem öğrencilerinden olan Murat Ergür, 1990 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Oyunculuk Bölümü’nü kazanır. Okulu bitirip, askerlik hizmetini tamamladıktan  sonra, hocasından miras kalan misyonu sürdürmek ister. Dönem arkadaşı Mustafa İkizoğlu ile birlikte Denizli’de “Metropol Tiyatro”yu açarlar. Ne var ki bürokrasi ve dönem Türkiye’sinde yaşanan ekonomik kriz, De-Ti’cilerin Denizli’de tiyatro yapma isteklerini bir kez daha sekteye uğratır. Murat Ergür 1999’da İstanbul’a gider ve orada farklı tiyatrolarda görev alır. Grubun Denizli’de kalan üyesi Mustafa İkizoğlu ise Özel Pev Koleji’nde Drama Öğretmeni olarak görev yapmaya başlar. De-Ti dönemi böylelikle tarihin tozlu sayfaları arasına karışır. De-Ti’den sonra, günümüze değin Denizli’de pek çok özel tiyatro açılmış olsa da hiçbiri uzun soluklu olmaz.

Son söz yerine: Fark ettik ki söyleşi yaptığımız ya da ismi geçen bir döneme damgasını vuran tüm De-Ti emekçileri kırgınlıklarını dile getirmiş. Yokluklarla yaptıkları tiyatrolarına sahip çıkılmadığından yakınmışlar. Yıkmak yerine, üzerine bir tuğla konulsaydı bugün oturmuş bir şehir tiyatrosunun olacağı yönünde sitemlerini dile getirmişler. Shakespeare ve  Brehcht’lerin  uçuştuğu bir şehir için biraz hoşgörü ortamı yeterli olacakken sisteme kurban verildiklerinden dem vurmuşlar. Ne var ki hepsinin son cümleleri hemen hemen aynı… “Vefa duygusu unutulmasın. Umarım biz de bu kubbede hoş bir sâdâ bırakırız. Bizim için de adam gibi adamdı derler. Tüm tiyatrocu genç kardeşlerimizi saygıyla selamlıyoruz”.