“SIĞINAK”
Özgür Soylu
M.Sadık Aslankara’nın Sığınak (*) adlı romanına girmek biraz zaman alıyor. Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti‘ni ilk okuyuşumda da böyle bocalamıştım. Romanın başındaki rüya anlatımı/sayıklama bölümü az kalsın bu müthiş romanı bırakmama neden oluyordu.
Adnan Özyalçıner’in, “Giriş üzerine…” bir yazısında, vurucu bölümle giriş tavsiye ettiğini hatırlıyorum. Gerçi öykülerinde böyle girişleri tek tük bulabildim onda. Sanırım Sığınak‘taki Epiktetos parçasının böyle bir amacı olmalı. Fakat konuyu bilmediğimden, söz konusu parçayı, ancak roman bittiğinde anlamlandırabildim.
Sığınak‘ın ilk 20-30 sayfasında roman kişilerini tanımaya, onların birbirleriyle ilişkilerini anlamaya, kafamda canlandırmaya çalıştım. Romanın ortalarına kadar da kişiler hakkında kısa notlar alma gereği duydum. Gülümser Eczacı, Ülkü öğretmen, Sevim Kerim’in karısı, Faik’le yatmış gibi kısa hatırlatma notlarıydı bunlar. Başta bu kadar bocalamamın nedeni Sığınak‘a, klasik biçeme sahip bir romanmış gibi yaklaşmam olduğunu söylemeliyim. Neden böyle bir beklentiye girdiysem…
Oysa Aslankara’dan daha önce roman okumamıştım. Zaten Uykusu Sakız‘daki öyküler de düz anlatımla kurulmuş değildi. Bu noktada şunu söylemeliyim: Sığınak, okura hazır bilgi sunup onu yormadan anlatılan bir hikâye değil. İlk sayfalarından itibaren dikkat, okuma emeği istiyor. Emek verilmeden okunursa kolayca elden bırakılabileceğini düşünüyorum. Nitekim bir arkadaşım Sığınak‘a başladı, ilk otuz sayfadan sonra bıraktı. Tabii bunda, okuma alışkanlığı da temel bir etmen.
Zor okunurluğunu romanın biçemine bağlıyorum. İç konuşmalar, dış konuşmalar, hatta karakterlerin iç konuşmalarının bir diyalog formunda birbirini bütünlercesine aynı paragrafta verilmesi, emek isteyen okumanın nedeni olan biçemin ana elemanlarından.
Uykusu Sakız‘daki öykülerle de, aynı olmasa da , bir açıdan benzerlik kurabilirim. Dikkatle okumayınca ya da antrenmanlı bir okur olmayınca, o güzelim öyküleri, sıcacık ayrıntıları bir araya getiren metinler olarak görme hatasına düşülebilir. İki türlü okumadan bahsedersek eğer incelemeci ve duygusal okuma biçiminde; Uykusu Sakız, bu iki yaklaşımı da çok iyi doyuruyor bence. Bu yüzden ham okurun da çok keyif alarak okuyabileceği bir kitaptı o. Bu noktada, bir öykü kitabıyla bir romanı karşılaştırma hatasına düştüğümden kaygılanıyorum.
Sığınak‘ın biçemi üzerine bir iki şey daha söylemek istiyorum. Bir paragrafta iki ayrı kişinin iç konuşmaları var. Bunları italik-düz yazı karakterleriyle ayırmış yazar. Bu bütünsellikle konuşma, karakterler arasında telepatik ya da sadece yazar ve okurun duyduğu bir sohbet haline geliyor. Dış konuşmalarda kişiler gerçek düşüncelerini tüm açıklığıyla çok nadiren ifade ederler. İç konuşma dediğimiz, kendi kendine konuşmada ise alabildiğine samimiyet vardır. Kahramanların birer roman kişisi olarak gerçekleşmesi bu teknikle mümkün hale geliyor. Karakter psikolojisinin sunumu için iç konuşmanın çok önemli bir yöntem olduğunu düşünüyorum.
Roman kişileri üzerine bunları söyledikten sonra Sığınak‘ta bir “baş kişi” olmadığını belirtmem belki tuhaf olacak. Fakat öyle. Ne Ülkü, ne Aysel ne de Metin… Sıraladığım hiçbir isim bu benim hikâyemdir diyemez. Tersini de söyleyemezler. Çünkü hikâye, onları da içine alan Sarayköy’ün. Kitap, Sarayköy’ün romanı. Dağı, taşı, evleriyle değil insanlarıyla vücut bulmuş Sarayköy’ün romanı. İnsanlar incelenirken Sarayköy ortaya serilmiş oluyor. Kent kültürü, kentlilik, aitlik, yabancılık sözlerinin dönüp dönüp geçmesi okur için bir ipucu. Romanın ana ekseninin kent olduğu ima ediliyor. Epiktetos metni de bu çerçevede anlamlanıyor, romanı sunuyor.
Yukarıdaki paragrafı, Sığınak‘ın neyi anlattığı ile nasıl anlattığı ikilisinin uyumu üzerine de bir kanıt olarak göstermeliyim. Bence bir hikâye onlarca yöntemle anlatılabilir. Fakat uyum dediğimiz şey, ancak tek bir yöntemle sağlanabilir.
Sığınak üzerine aldığım kısa kısa notlarla yazıyı bitirmek istiyorum.
º Taşra ve sıkıntı… Yerli edebiyattaki ayrılmaz ikili. Sığınak kişilerinin üzerine bu iki olgu çökmüş.
º Yazar olan roman kişisi (Kerim), Sığınak‘a sarmal bir kurgu özelliği veriyor.
º “Platonik de olsa tam cumhuriyetçilere yakışır bir aşk.” Bu cümleyi her okuyan, benimle aynı şeyleri hissedebilmiş midir? Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak‘taki cumhuriyet kuşağı aklıma geldi. Romanın Aysel’i, o nahiflik…
º 183. sayfanın son paragrafı, yazarın, sanat nedir, kurmaca kişiler kimlerdir sorularına verdiği doyurucu bir yanıt.
º Sayfa 228-230 arasında kalan bölüm. Bu bölümde Müşerref Hanım bir görünüyor pir görünüyor. Sanki böyle bir bölüm okumadım da açıkça görüştüm kendisiyle…
Son olarak romanın adının, anlatılanlar dikkate alındığında çok uygun olduğu söylenebilir sanırım.
__________
(*) Sığınak, Can Yayınları, 2003, 257 s.