Son Anlatıcı: Yaşar Kemal

SON ANLATICI: YAŞAR KEMAL

M.Sadık Aslankara

Yaşar Kemal’e, önceki yüzyıllardan devraldığı, ama kendi çağında artık pek de benzeri kalmamış olan, yazınımızdaki son anlatıcı gözüyle bakılabilir. Düzeltelim: Son “büyük” anlatıcı!

Ne Köy Enstitüsü kökenli Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Dursun Akçam, Mehmet Başaran, Ümit Kaftancıoğlu vb. yazarlar, ne onlara yakın durmakla birlikte farklı evriliş sergilemiş Osman Şahin, Duran Yılmaz gibi öykücüler, ne de daha bağımsız konum yansıtmakla birlikte görece birer anlatıcı bağlamında alınabilecek Kemal Bilbaşar, Abbas Sayar, Hasan Özkılıç, Şaban Akbaba vb. yazarlar bu yönde süreğenlik gösterdi. Bu saydığım adlara, kimi verimlerinde anlatıcı yazar niteliğine sahip konum yansıttıkları öngörülebilecek Latife Tekin, Hasan Ali Toptaş, Faruk Duman, İnan Çetin, Adnan Binyazar, Feridun Andaç, Kemal Gündüzalp vb. adlar eklenerek listenin alabildiğine genişletilmesi olası elbette.

Şiirde, bu temelde harikalar yaratmış, dünya ayırdında olmasa da Yunus’tan Nâzım’a, Külebi’ye âdeta aşılmaz dağ ortaya koymuş bir birikimin yanında düzyazıda ortaya çıkan bu anlatıcı gelenek şiirle iç içedir, onun kılavuzluğundan yararlanır hatta üretim biçimiyle tekniklerinden etkiler alır ama ona öykünmeye yeltenmek bir yana buna girişmez bile. Bu olgu, Yaşar Kemal’de gözlenen görkemli anlatıcı yazarlığı gölgelemez yine de hiçbir zaman. Ondaki anlatıcı yazarlık yalnız büyük, görkemli değil, yanı sıra büyülüdür, biriciktir de.

Bu yanıyla Yaşar Kemal, yazınımızda bugüne dek görülmüş en ayrıksı örnek olarak alınabilir pekâlâ, olasılıkla öyle de kalacaktır, elbet yeni bir ad bütün bu özellikleri kuşanarak ileride onun yanına gelip aynı safa katılıncaya kadar…

Fethi Naci, Yaşar Kemal’in, Mecidiyeköy’den Taksim’e bir yürüyüşlerinde bir romanını, bir sağına bir soluna geçerek, büyük coşku, yer yer yansılamayla baştan sona, üstelik ayrıntılarıyla ayaküzeri anlatabildiğini söylemişti geçmişte, onun bu anlatıcılığın içini nasıl doldurduğunu, yansıtımdaki hünerini de vurgulayıp bunun altını çizerek.

Bu tanıklık, yazınımızın tek büyük meddahı bağlamında görülmesini olanaklı kılıyor Yaşar Kemal’in. Gerçekten de o, Türkçenin masal atalarından, Kürtçenin dengbejlerinden devraldığı geleneği, üstelik bunu Homeros’a dek geri götürüp oralardan derlediği söylen verilerini de katmış olarak şaşmaz bir dirayetle sürdürüp yaşadığımız çağa taşıyabilmiştir büyük ustalığıyla. Bu arada folklordan aldıklarını, bunun altında kalmaksızın yazınsallıkla yoğurmayı bilip anlatıcılığının hizmetine katabilmesiyle de ciddi hüner sergilediği savlanabilir onun.

İster nehir roman olarak adlandırılabilecek yapıtları, isterse tek ya da kısa romanları, isterse uzun ya da kısa öyküleri olsun bunların her birinde ayrı ayrı olmak üzere kurduğu evrenlerde, yarattığı karakterlerde, bunları ilişkilendiriş biçimlerinde, buna dönük biçemsel oyunlarında bu büyük anlatıcılığın izlerini sürmek olanaklıdır bu nedenle.

Yukarıdan bu yana söyleye geldiklerimin göstereni Yaşar Kemal anlatılarındaki karakterlerdir bir bakıma. Bu karakterlerin, yine Fethi Naci diliyle söyleyecek olursak, birer Shakespeare kişisi niteliği taşıyıp onların özelliğini yansıtması boşuna değildir. Bu geniş karakter bahçesinin bütün kişileri, Yaşar Kemal anlatısının köklerini, derinliğini, sonrasında anlatıların nerelerden beslenip geldiğini, bunlarla örtüşerek nasıl oturduğunu, yayılış özelliklerini, katmanlarını göstermede, yansıtmada âdeta yarışırlar.

Yaşar Kemal anlatılarında yaşanan doğa, toplum, ekin temelinde gözlenen tüm dönüştürüm, işte bu karakterler aracılığıyla yansıtılır. Bu nedenle çok güçlü, unutulmaz kişiliklerle karşılaşılır Yaşar Kemal anlatısının yayıldığı romanlarla öykülerde.

Rüzgârın sesinin, çiçeğin açılışının, arının petek dolduruşunun, karıncanın tane taşıyışının, kuşun yuva yapmasının, çorbanın kokusunun yansıtımını her seferinde karakterlerin avuçlarında/emeğinde, yüzünde/dünyasında, yüreğinde/hayalinde, beyninde/geleceğinde kurulup yaşatılmasıyla anlatı evrenleri yeni baştan yaratılır. Bir yanda kuşkuyla, endişeyle beslenen korku uçurumlarıyla cebelleşir birey, öte yanda buna karşı verdiği tepki bağlamında diklenmeyle, göze almayla, sonuçta direnmeyle heyheylenir. Bir yanı zavallıdır öte yanı kahraman, bütün insanlarda gözlenebildiği gibi…

Gerçekliğe bakışındaki bu netliğin yanında zaman zaman alaysamaya yöneldiğinde, Yaşar Kemal anlatısının bir ölçüde yükseklik yitirerek yüzeye çıkıp sığlaştığı, hafifleştiği ötesinde yer yer çizgiselleştiği söylenebilir bana göre. Ancak onun, bu alaysamaya bir yabancılaştırma etmeni girdirerek bunu nasıl dengelemeye çabaladığı da görmezden gelinmemeli.

Yaşar Kemal’i, anlatıcılıkta su yüzüne vurabilecek böylesi bir sığlıktan, çizgisellikten kurtarıp yine de sıkı bir gerçeklik/gerçektenlik bağıyla onu yükselten yan, bunca tehlike barındıran anlatıcı yazarlık kavrayışında, bu tür bir zayıflığı hiçbir zaman süreğenleştirmemesinde yatıyor. Hatta tam tersine bu yönde dünya yazınında gösterilebilecek en doğru örneklerden biri olarak öne çıktığı söylenebilir onun. Yaşar Kemal karakterlerinin, yaşadıkları, yaşayacakları çelişkilerin omuzlarına yüklediği somutlayıcılar olduğu çok açık çünkü. Bu da yazarın onlara kesinlikle tanrı-yazar davranışı sergilemeyişinde, yaptırım uygulamayışında, onlara kendi gerçeklikleri, yaşantı denklikleri dışında bir anlatı karakterliği yazgısı biçmeyişinde kendini ele veriyor kuşkusuz.

Yukarıdan bu yana sayageldiğimiz özellikler, Yaşar Kemal’in gerek Türkçede gerekse dünyanın öteki dillerinde âdeta bir anlatı değirmeni kurarak bunu okuruna nasıl yansıttığını, bu yolla neleri nasıl dönüştürdüğünü, böylesi bir kimlikle öne çıkarken bunun altında ne gibi gizler yattığını açıklıyor bir bakıma.

Yaşar Kemal anlatısının birörneklik içinde çokseslilik taşıyışına, tekdüzeliğin yanında büyük çeşitlilik yansıtışına bakarak, yazarın, bunun altından kolaylıkla kalktığı gibisinden bir kuruntuya kaptırabiliriz kendimizi. Ne ki bir adım sonrasında, aslında bunun nasıl çetin ceviz yapı sergilediğini, bu haliyle benzersiz zenginlik barındırdığını görmemek elde değil.

Her yapıtından bu yönde verilebilecek nice örnek var, ama bunların birine ya da birkaçına değinmek, bu yazı çerçevesinde pek de gerekli gelmiyor doğrusu bana. Önemli olan Yaşar Kemal’in kurduğu bu özgün anlatıya nasıl ulaştığı yönünde ipuçları dermek kadar, bu yolla verimlerinde yansıttığı, özellikle vicdan, öç, suç, hak, kıskanma, şefkat, hırs, sevgi vb. konu ya da izlekler çerçevesinde oluşturmayı başardığı kavramsallığı nasıl sağlayabilmiş olduğunun gizlerine ermek bir ölçüde.

Bütün bu söylenenlerin ardından, onun yazınsal anlatı kurmada benzersiz örnek oluşturduğu yargısına varılabilir kolayca. O, bu yanlarıyla yalnız bize öğretmenlik yapmıyor, öte yandan dünya yazınının da seçkin bir örneği halinde önümüzde duruyor.

O halde biz, Yaşar Kemal’in yalnız kendi dilinde değil, bütün dillerde geçerli olmak üzere özgün bir anlatıcı olduğunu gönül rahatlığıyla kesinleyebilir, dilimizin böyle bir anıt yazar çıkarmasına, bu anıt yazar eliyle başyapıtlar kazanmış olmamıza bakarak zaman aşırı duygular eşliğinde onun yurttaşlığı, dildaşlığıyla onur duyabiliriz… Bunun da ötesinde, bir tek ona, evet, bir tek Yaşar Kemal’e sahip olmanın bile, bu alçalmış değerler dünyası içinde bizlere dik duruş fırsatı yarattığı için, zaman aşırı bu yazarımıza duyacağımız minnetle yaşamsal bir soluk da alabiliriz…