SÖYLEŞİ: Meliha Akay; M.Sadık Aslankara ile Ondancı

Sadık Aslankara ile Söyleşi

Meliha Akay

*Sayın Sadık Aslankara, Ondancı  hem dil, hem içerik olarak önceki kitaplarınızdan hayli farklı bir yerde. Bu arı, duru ve naif dil içerik gereği mi, yoksa yazarlığı bir yolculuk olarak düşünürsek, yazarlık serüveninizin getirdiği bir nokta mı?

Ondancı’nın, yazarlığımdaki evrelerden biri olduğu açık. Hemen her öykü kitabımda, romanımda farklı bir yaklaşımla, biçemle bunları yapılandırmaya çalışıyorum. Bir yazar için hem en doğal hem de bir açıdan zorunlu yönseme biçimi bu. Beri yandan anlatıcıyla kurduğu dünya farklı bir üslup gerektirdiğinden yazarın şimdilik son uğrak yeri olan bu yazınsal evre, Ondancı’yla da buluşmuş oldu kendiliğinden.

*Uzun namlulu kalemi olan yazarların yer aldığı bir medyada; ayrıştıran, ezip geçercesine saldıran, içinde yaşadığımız yüzyılı daha da kötürümleştiren bir arenada böylesine naif, içten, sevecen öykülerle sessiz bir çığlık olarak da düşünülebilir mi?

Toplumca çok farklı bir yerden yuvarlanagele bambaşka bir topluma dönüştük. Kişiler olarak bizler de öyle. Kaldı ki yalnız biz değil, dünyanın öteki toplumları da hayli tuhaf, farklı sürüklenme içinde. Ne var ki bizi başkalarının değil kendi yabancılaşmamız ilgilendiriyor daha çok. Bir yandan büyük bir hızla yaşanan değişim, bu yaşanırken ayak uyduramama, çatışma, sonra derinleşen, ötesinde araları yarılan sınıfsal, ırksal, kültürel, dilsel, dinsel, cinsel, ekonomik, hukuksal vb. uçurum toplumda gerginliği, gerilimi artırıyor, basıncı neredeyse taşma, kırılma noktasına taşıyor. Ama sanata, sanatçıya düşen görev, bu vektörel eğrinin hızını, basıncını düşürmek, Hawking’in “Hayat varsa umut da vardır,” sözünün arkasında durup yükün kendi üzerine düşen payını sırtına almak olmalı.

*Edebiyatı ve teknolojinin değişim hızını yan yana koyarsak; bu bağlamda edebiyatın değişimi ne olmalı, nasıl bir değişim yaşıyor edebiyat?

Yazarın yazarla rekabeti sona erebilir, çünkü enikonu bir yapay zekâ çağı yaşıyoruz. Yakındır, bir “robot yazar” da devreye girebilir. Böyle bir çağda yazar, özne-yazar olduğunu asla unutmamalı, kendini yapay zekâ yerine koyup robot yazar olmaya soyunmamalı. Rakibi yine kendisi olacak demektir sonuçta. O, yazdıklarının değeriyle değer kazanacağını, yazdıklarıyla değerli olacağını asla unutmamalı. Dünya duruyorsa eğer, elli bin yıl sonra ortaya çıkarılabilecek fosil bir özne-yazar olanak bulunmayı yeğlemeli bu nedenle.

*Doğruların, gerçeklerin önemini yitirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Öykülerdeki duyarlı oğlan çocuğu insana yeni bir pencere açmayı mı amaçlıyor?

Evet, bir yeni pencere önündeyiz. Platon’un mağara eğretilemesi olarak da düşünebiliriz bunu, bir değişke olarak. Evdeki onca durağanlığa karşı dışarıdaki hız ne olursa olsun içeriyi yıkıp yok edemez. Bu yıkılmayış, bizim iç gücümüzden kaynaklanır, iç gücümüzü besler de aynı zamanda. Pencere önü, Arşimet’in, dünyayı yerinden oynatabileceği dayanak noktasıdır. Biz orada ne kadar kavi duruş sergileyebilirsek hıza, yaşamsal hortuma karşı da yerimizi, duruşumuzu o kadar berkitiriz. Bu apaçık bir yaşam libidosu. Bu aşamada bizim yangından ilk kurtarılacak değerimiz işte bu zaten: Yaşam libidosu.

*Daha önceki öykü kitaplarınızı okuduğumda,  her biri bir önceki ile ilintiliydi. Bu kitabınızda da arka kapak yazısında buna benzer bir tümce var. Oysa ben kitaptaki sıralamaya göre okumadım öykülerinizi. Ve de bir kopukluk hissetmedim…

“Roman gibi okunabilirlik” deyişi, metnin özüne değil okunuşuna yönelik ilineksel bir durum. Ondancı, öykülerden oluşuyor, ben, öykü olarak kaleme aldım onları. Öykü mü roman mı, sorusu metne değil de okunuşa yönelik yaklaşım getiriyor. Ben, öykü olarak kaleme aldığımı söylesem de okur, roman gibi okuyabilir yine de bunu, kendisi bilir. Roman olarak da yazabilirdim elbette, diyelim okur, o zaman bunu öykü gibi de okuyabilirdi. Soru şu olmalı; Ondancı, hangi dil-mantık yapısıyla kaleme alınmış? Öykü kapsanık bir dil-mantık temelinde, romansa kapsayıcı dil-mantık temelinde kurulup yapılandırılır. Ondancı’da kapsayıcılık değil, kapsanıklık söz konusu oysa.

*Dünyadaki adaletsizliğe bir meydan okuyuş da var kitapta. Umuda en çok gereksinim duyduğumuz dönemde, bu küçük çocuk yaşamını değiştirecek yaşlı adamla karşılaşmasaydı, ne yapardı? Yeni bir dünya oluşturmak için bizler ne yapmalıyız sizce?

Evrensel haksızlıklara, savaşlara, şiddete, sömürüye sonuçta insanlığın yaşadığı acılara karşı meydan okuyuş olduğu doğru yapıtta. Bu meydan okuyuşun çok nahif bir temelde, anne-oğul düzleminde yükseldiği de açık. Ama ekonomik açıdan bunca zayıf bir anne-oğul birlikteliği bile pek çok şeyi değiştirmeye, güçlüğü aşmaya, geleceğe doğru adımlar atmaya aday olabiliyor. Bunu kararlılıkla uygulayabiliyor. Böylesi bir anne-oğul mutlaka bir çözüm yaratırlardı kendilerine, değil mi?

* Sizi ilk kez Ondancı ile tanıyacak okurlar için ne söylemek istersiniz?

Ondancı’nın kolay okunduğu, hatta bir oturuşta bitirildiği yönünde aktarımlar alıyorum. Başka kitaplarıma yönelecek okurlar, bir yazar olarak her kitabımda farklı bir yapı kurmaya giriştiğimi gözden uzak tutmamalı. Kaldı ki bu söz, her yazar için geçerli. Çünkü sanat, bir çoğaltma değil, her seferinde yeni bir yaratı ortaya koyma işidir aynı zamanda. Özetle sanat, kopya kullanmaz.