SÜRELİ YAYIN: Abartıdan Arındırmaya Shakespeare…

09 Mayıs 2017 tarihinde tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır.


Şu yoksul dünyanın muhteşem Shakespeare’i yok mu, ister bilincine vararak anımsayın ister unutup anımsamaz olun, isterse ilk kez yüz yüze gelin onunla, fark etmez yapacağını yapar yine usta, bir büyük, devasa enerji türbinini getirir yüreğinizin orta yerine indirir, sizi teslim alıverir çarçabuk.

Özdemir Nutku çevirisiyle Malcolm Keith Kay yönetimi, Çağrı Beklen müziği eşliğinde, tasarım bağlamında Behlüldane Tor dekoru, Medina Yavuz Almaç kostümü, İ.Önder Arık ışığıyla, koreografide Tamer Serkan Subaşı, dramaturgide Yeşim Gökçe imzasıyla Devlet Tiyatroları yapımı olarak sahnelenen Corialanus, Shakespeare tiyatrosu üzerine beni yeniden düşündürdüğünü söyleyebilirim kendi payıma.
Gerçekten de Corialanus, en azından kavramsal bağlamda Shakespeare tiyatrosuna yeniden bakmanın gerekliliği kadar, bu tiyatronun yarım bin yıl sonra farklı açılara dayalı olarak gerek biçim gerekse biçem anlamında yeniden aranması, bulgulanması gerektiğini de ortaya koydu sanki.


Özetlenip Geçiştirilemeyecek Bir Tiyatro…

Shakespeare’in hangi oyunu olursa olsun yalın bir paragraf içinde pekâlâ özetleyebilirsiniz bunu. Diyelim bir sayfa olsun. Kaldı ki bütün sanat yapıtları için geçerli bu. Resim, müzik, yontu, film, roman, öykü, oyun hangi sanat türü hangi ürün olursa olsun, bir başkasının bunu algılaması için gerekli aktarım oylumu bu kadar işte…

Ama iş sanata geldiğinde, örneğimiz Shakespeare’se şu yarım bin yıldır ne buluyoruz biz onda, daha bulacağımızdan başka? Sorun burada kendini gösteriyor yanılmıyorsam…

O zaman, Shakespeare tiyatrosunun alımlanırlığı üzerinde durmanın zorunluluğu da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Burada dikkate alınması gereken kavram “alımlanabilirlik”. Sanatsa eğer söz konusu olan, bunun ölçütü bu alımlanabilirlikte yatıyor işte. Böyle olduğunda satın alınarak tüketilmesi yerine, bir kez de alınsa yeniden yeniden üretilebilmesi olanaklı hale geliyor. Bir sanat ürününün, çoğaltılmış nesneler olmaktan çıkarılması, benzersizliği, biricikliği, tekrarlansa da çoksesli niteliğini yitirmeyişi, onun başlı başına bir doruk olduğunu gösteriyor elbette.

Öyleyse biz şunca zaman sonra bir Shakespeare oyunuyla çıkıyorsak sahneye, biçemsel anlamda söyleyecek sözü olması gerektiğini bilen, bunu göstermeye girişen tutum yansıtacağız demektir aynı zamanda.

Bütün bunların ardından Shakespeare’in oyun ustası, oyunbaz olduğunu da unutmamak gerekiyor. O halde biraz da bu açıdan yaklaşalım şimdi ona…

Oyunsallığından Arındırılamayacak Bir Tiyatro…

Shakespeare, tiyatroyu, bir oyun arenası olarak görürken oyunsallıktan hiçbir zaman vazgeçmiyor, tersine bunları oyunlarla iç içe örüntülüyor, oyunsu süreçler, buna katkı verecek öteki öğelerle destekliyor sürekli.

Burada bize düşen, Shakespeare’in ele alıp işlediği izleklerle bunları kavramsallık öbeği önüne çıkarışındaki ustalığın nasıl olup da oyunsallık temeline dayandırıldığı gibisinden bir çıkarsamaya varabilmek olmalı bana göre.

Bunca sözün ardından şimdi İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı olarak seyirci önüne getirilen Corialanus’a geçebiliriz artık.

Yönetmenin çok katmanlı sahne kavrayışına, sahneyi bütünsel bir uzam olarak alıp oyunu bu bütünlük içine yerleştirip plastik anlamda aşağı yukarı iniş çıkışlar, ileri geri kaydırmalarla tiyatral işleyişe dinamizm kazandıran tutumuna söylenecek söz olabilir mi? Oyuncuların da katkısıyla tıkır tıkır işleyen bir düzenek apaçık görülüyor zaten sahnede. Başarılı bir toplu çalışma görüntüsü verdiği kuşku götürmez oyunun.

Ama “oyun” diyoruz, oyunsu süreçlerden söz ediyoruz ya, işte bu yanı tam anlamıyla ortaya çıkarılamamış gibi geldi bana. Sözgelimi senatörlerle halkın, Corialanus’la ötekilerin ilişkileri, nice oyunsu habbe barındırırken, bu ilişkilenişin dümdüz bırakılması, herhalde Shakespeare’in kendi çağındaki kavrayışla da pek örtüşüyor olamaz.

Oyunda sahiciliği verebilmek olayların yaşandığı düşünülebilecek çağın âdeta plato kurarcasına yeniden yapılandırılması, yaşananların olduğu gibi yinelenmesi ya da gerçektenlik duygusunu daha da yükseltmek amacıyla olgunun ille birebir yansıtılması gerekmiyor kuşkusuz.

Şekspirliğinden Koparılamayacak Bir Tiyatro…

Sözgelimi önceki mevsim yine Shakespeare’den, bu kez Zeynep Avcı çevirisi, Serdar Biliş rejisiyle İBB Şehir Tiyatroları yapımı olarak izlediğimiz 12.Gece yorumu anımsanabilir.

Nitekim 12.Gece, bir Shakespeare oyununun tiyatral yapı içerisinde gereksinebileceği oyunsu süreçlerin bütününü yansıtarak âdeta seyir şöleni sunuyor, ama seyircisini hem de Şekspiryen bir kavramsallığın tam da önüne çıkararak bir evrensel gerçeklikle burun buruna getiriyordu.

Ne var ki Corialanus’ta böyle bir durumla karşılaşmış değiliz.

Oysa bir gerçeğin daha altını çizmemiz gerekiyor. Başta Corialanus’u oynayan Tolga Evren olmak üzere hemen her oyuncunun, üzerine düşen görevi canla başla yerine getirmeye çabaladığı, kimi zaaflar gözlense de genel anlamda bunun altından kalkıldığı gerçeğini gözden ırak tutmamak gerekiyor. Bu, oyuncunun isteğiyle olacak iş değil elbette. Burada bir Shakespeare oyununa yönelik oyunsu süreç, tiyatral fokurdama, sonrasında kavramsal paydada buluşma anlamında üretilebilecek sinerjiden söz ediyorum.

İstanbul Devlet Tiyatrosunun Corialanus’unda arayıp da bulamadığımız bu işte; Shakespeare’i havalandıracak, tam da onun isteğine uygun bir oyunsallık üretimiyle gözler önüne serilen, seyirciyi kıskıvrak bağlayan sinerji.

Öyle ya, kim demiş Shakespeare’in yüzü abustur diye?