25 Kasım 2017 tarihinde tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır.
Müjdat Gezen’in sürdürmek için tüm gücünü canla başla ortaya koyduğu, kendisi için âdeta yaşamsal görev saydığı tiyatrosunun, aynı zamanda bir toplumsal olgu olarak da üzerinde düşünülmesi, tartışılması gerekiyor bana göre.
Bunun gerekçesi üzerine düşünce üretmeye girişmeden önce son günlerde ilgiyle okuduğum Hasan Gören’in ilk romanı Zan’da (YKY, 2017) dikkatimi çeken şu satırları paylaşayım istiyorum. Yazar, andığım kitabında, 12 Mart sürecinde Ankara’yı anlatırken o zor dönemde Ankara Sanat Tiyatrosu’nu dolduran seyirciye getirerek sözü, şöyle diyor:
“… O yılların Ankara’sında. (…) O günler başkaydı. Keşke ben de daha fazla yaşayabilseydim içinde. Neyse. Ankara Sanat Tiyatrosu’na gitmeye karar verdi. Acele ederse üç buçuğa yetişebilirdi. Oyun mu? Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti.” “Tiyatro. İçtiği su gibi, yokluğu düşünülemez. Haziran gelince mutsuz olmasına yol açan, yeni sezonu iple çektiği. Sırf yeni bir oyun izlemek için bazen İstanbul’a gittiği.” (ss.77, 78)
Müjdat Gezen’in, Sadık Şendil’den sahneye taşıdığı, Türk tiyatrosunun klasikleri arasında kabul gören oyunu 7 Kocalı Hürmüz’ü izlerken de buna benzer bir coşkuyla dirildiğimi, yüzlerce seyircinin ritüele dönüştürerek oyuna katıldığı o şölen havasını alabildiğine yaşadığımı söyleyebilirim.
Özlenen Müzikal Havası…
Çok önceleri de elbette tiyatromuzda müzikaller çağı yaşanmamış değildi. Bunlar belki daha çok operet türü oyunlar olarak yansıma buldu tiyatromuzda. Nitekim müze oyunumuz Rey kardeşlerin Lüküs Hayat’ını anımsamak olanaklı bu çerçevede. Ne ki 1980’lerle birlikte, ülkenin geçirdiği siyasal, ekonomik, yaşamsal dönüşümlerle örtüşen bir yaklaşım, toplumda görselleştirilip şeyleştirilen bir dünya algısı dayatmaya koyulmuştu.
Böyle bir evrede büyük yapımlar halinde seyirciye sunulan görece bir müzikaller çağı yaşanmaya koyuldu denebilir kısa süre de olsa. Özellikle Şan Tiyatrosunda sunulan kimi yapımlar anımsanabilir. Ancak bu müzikaller, 12 Eylül ideolojinin fırtına halinde estiği dönemde, yine de buna muhalefet etmeyi, sanatın kendisinden beklenebilecek işlevi bir biçimde yerine getirmeyi başardı.
7 Kocalı Hürmüz’ü izlerken, böylesi düşünce akışları da gözlerimin önünden, beynimin kıvrımlarından akıp geçti elimde olmadan. Müjdat Gezen, bu son çalışmasıyla bize bu büyük müzikalle birlikte bir büyük ayna da tutmuştu bizi gösteren, toplumsal yaşam içinde kendimizi sorgulamamızı sağlayan…
7 Kocalı Hürmüz’ü Alt Metniyle İzleme Mutluluğu…
Sadık Şendil’in bütün zamanlarda sergilenebilirlik özelliğiyle geleneksel tiyatromuzun klasiği sayılan 7 Kocalı Hürmüz adlı oyunu, yalnız döneme yönelik yansıtım getiriyor değil. Oyun zamanı olarak 19. yüzyıl sonlarıyla sınırlı kalmayıp bunun öncesine de, gelecek yıllara da uzanabilirlik yansıtıyor yapıt, geleneksel tiyatromuzun öteki oyunlarında da gözlenen göstermeci karakterinden ötürü.
Söz konusu göstermeci karakter, oyunda bütün zamanlara yayılma olanağına sahip bir alt metin oluşturuyor bu nedenle. Bu alt metin sinema ya da tiyatroda karşımıza çıkan “altyazı”, “üstyazı” bağlamında alınabilir pekâlâ.
Böyle olunca bir yandan oyunu izliyorsunuz ama bu arada yoruma gerek kalmaksızın bir alt metinle de yüz yüze geliyorsunuz izleme sürecinde. Nedir alt metin olarak okunanlar, gelin buna da göz atalım.
Aslında 7 Kocalı Hürmüz’e bir çöküş parodisi, eğretilemesi gözüyle bakılabilir, en genelde oyuna yaklaşabilmenin özeti olarak. Bu olgu, yanı sıra değer karmaşasını da getirecektir zorunlu olarak. Böylesi gerilimli, çatışmalı ortam, skeçler arası geçişlere bile sahne plastiği olarak bir ateşleme olanağı sağlıyor. Nitekim otoriteye karşı gelmekten tutun da, kuşak çatışmasına, kadın haklarına, toplumun ekonomik, sınıfsal, dinsel, cinsel vb. davranışlarına, coğrafi şekillenmelere vb. uzanan geniş bir yelpaze, oyun izlenirken bir alt metin olarak kolayca okunabiliyor. Geleneksel tiyatromuzun da sağladığı katkıyla…
İşte Müjdat Gezen, kendi biçemine uygun olarak bu alt metni öylesine güçlü duyuruyor ki biz bunu okumuyoruz da seyrediyoruz âdeta. Şu kısacık yazıda oyunla ilgili özetleme gereksiz görünüyor bana. Ama bu oyuna yürekleri, akılları, duygularıyla katkı verip bunu havaya uçuran kadroyu anmak zorunlu. Ama adlarını saymakla yetineceğim onların yalnızca.
Takım ruhuyla sahneyi şenlendirip bayram yerine çeviren bir kadrodan söz ediyoruz: Birce Akalay, İlker Ayrık, Yonca Evcimik, Suzan Kardeş, Barış Taştın, Mehtap Ar, Arzu Okay, Ercan Bontancıoğlu, Aykut Taşkın, Ömür Arpacı, Cengiz Okuyucu, Can Bana, Murat Donat, Ahmet Kutlutaş, Aslı Turanlı, Berkay Makas, Burcu Coşar, Büşra Şensoy, Cemil Aydoğdu, Cengiz Gezgin, Demet Kutadgu, Ediz Açıkalın, Emre Aslan, Ercan Bostancıoğlu, İldeniz Çınar, Mehmet Türkbeyler, Merve Durgun, Musa Yayla, Mutlu Öğretmek, Öncil Aktarıcı, Ramin Nezir, Serkan Aykut, Sonat Tokuç…
Oyun müziğinde unutulmaz Atilla Özdemiroğlu bestesi yanında Emirhan Cengiz’in müzikleri de ağırlıklı role sahip. Dekorda Barış Dinçel imzası yine kendi özgünlüğünü koruyor. Geniş bir dansçı grubuyla koreografide Pınar Ataer, kostümlerde ise Leyla Gezen, Bahar Korçan adlarını da unutmamak gerekiyor.
Müjdat Gezen; Sahnede Sahneyle Büyüyen Büyücü…
7 Kocalı Hürmüz uçtuğuna göre sözü, kaptan pilotluk yapan yönetmene de getirmek gerekmez mi? Evet, Müjdat Gezen…
Onun adını anmak da yeter bana sorarsanız… Bir sanatçı olarak topluma ödeyeceği hep bir borç olduğu duygusuyla hareketlenip sanatını, yaşamının önüne koymuş, bu uğurda ödünsüz yürüyen bir toplum-sanat kahramanı o.
Evet, 7 Kocalı Hürmüz karşınızda. 7’den 77’ye borçlusunuz bu oyuna… Hadi öyleyse tez elden salonda yerinizi almaya!