TİYATRO: “Aşkölsün”de Oyun Yapılandırma Farkı

tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara

“Aşkölsün”de Oyun Yapılandırma Farkı

Halkların, kültürlerin, dönemlerin, ekollerin vb. birbirinden ayrılan, farklılaşan etkimelerini apayrı yansımalar halinde karşımızda görüyoruz.

Bunun gibi aynı sanatçının, kendi üretim yelpazesi içindeki yapıtlarında da yine bu doğrultuda etkimeler, engelleyemediği yansımalar ortaya çıkabiliyor.

Elbette her sanatçı, bir yandan üzerindeki baskılara karşı kendince çözümler üretmeye girişiyor öte yandan kendi pekiştirmelerinden, genelde kendini kopyalama zaafından sıyrılabilmek için de yoğun çaba harcıyor. Hiç kuşkusuz böyle bu, ama bundan kurtulmanın hiç de kolay olmadığını, sanatçı çabalasa da bir biçimde genetik ardıllık varmışçasına sanatından bu izleri silmenin yoğun çaba gerektirdiğini biliyoruz yine de.

Sahne sanatlarında ya da sinemada bunun örnekleriyle karşılaşmak, yansıttığı somut görsellikten ötürü daha kolay. Gerçekten de sahne düzlemi, bizde aynı olayı yeniden yaşıyormuşuz yanılsamasına yol açabiliyor. Yaşamda pek çok kişinin “dejavu”da olduğuna benzer biçimde bunu deneyimlediği öne sürülebilir bu nedenle.

Hele tek kişilik sunumlarda, bu daha da güçleşiyor, oyuncunun kendini klonlayan görüntü verme olasılığı gitgide artıyor. Sahnede öteki oyuncunun olmayışı, enikonu zorluyor kendisini.

Bu yüzden özellikle tiyatroda örneklere bakarak bunların da seyircide bir biçimde alışkanlık yarattığı öne sürülebilir. Tiyatro kültürü olmayan toplumlarda üstelik bu durum daha yoğun yaşanacaktır. Sözgelimi düşük nitelikli seyirci kitlesi, yazardan, yönetmenden, oyuncudan vb. hep aynı işlerin uzantısını görmek isteyebilir. Bu alışkanlıkla birbirinin zanaatçısına dönüşürler süreç içinde: Zanaatçı oyuncu, zanaatçı seyirci böyle çıkar ortaya.

Günay Karacaoğlu’yu Hem İzlemek Hem Düşünmek…

Günay Karacaoğlu’yu izlemeden önce bunları düşünmüş değildim, ama onu sahnede izlemek, bende bir yandan bu düşüncelerin önünü açarken yanı sıra bir sistematik üzerine oturan kuramsal çevrintilere de göz atmayı, bu doğrultuda düşünsel gevişler getirmeyi gerektirdi diyebilirim.

Neden? Çünkü Günay Karacaoğlu, sergilediği tek kişilik oyunda, bir çalımcık da olsa önceki tek kişilik oyununu şöyle bir estirip geçiyordu bellekte ondan. Gelin o halde oyuna dönük yazıya, ilkin bu bakış açısının önümüzde açtığı düşünsel huzmeden girelim.

Günay Karacaoğlu, Murat İpek’in yazıp yönettiği, AYSA Prodüksiyon yapımı Basit Bir Ev Kazası’ndan sonra bir kez daha Murat İpek metniyle geliyor sahneye: “Aşkölsün”. İlkinde yönetmen koltuğunda yazar oturuyordu, bu kez yönetmenliği, önceki oyunun sahne, giysi tasarımcısı Barış Dinçel üstleniyor. Müzik iki oyunda da aynı imzanın: Çiğdem Erken. Bir kolektif sanat bağlamında tiyatronun kol kolalığında sürdürülen “Aşkölsün”, bütün bunların simgesi olan tek oyuncuyla somutlanıyor: Günay Karacaoğlu.

Sonuçta aynı oyunun versiyonlarıymış havasına kendinizi kaptırsanız da bir biçimde silkiniyor, oyuncunun seyirciye yaptığı piştiyle yüz yüze geliyorsunuz.

Şimdi tam bu noktada Günay Karacaoğlu’nun seyirciye sunduğu bir oyunculuk örneğine geçebiliriz.

Oyunculuğun Altın Kuralı: Kalıptan Sıyrılmak…

Gerek içeriğe dayalı konu, izlek gerek biçem, yorumlama gerekse buna dayalı yapılandırma, yansıtış anlamında pek çok örtüşmeyle karşılaşılabilir. Buna dayalı görece bir “dejavu” olgusu yaşanmasının temelinde yatan da zaten bu yanı değil mi yapıtların? Nitekim ortaya çıkan özdeşleyim duygusu, başka biçimlerde kendini gösterebilen duygudaşlık, böylesi yanılsamalar oluşmasını kolaylaştırmıyor mu?

İşte burada Günay Karacaoğlu, halk edebiyatımızdakine benzer biçimde don değiştirerek ya da farklı donlar giyerek sahnede hayat verdiği iki kadını birbirinden ayırmayı başarıyor. Evet gülüyoruz ağlamalı sarsıntılarla, ağlıyoruz kahkahalarla, ama yine de iki farklı kadın, iki ayrı insan görüyoruz karşımızda. Yaşadıkları dram, kadınlık halleri nice üst üste çakıştırıp buluştursa da onları.

Basit Bir Ev Kazası’ndaki kadınla “Aşkölsün”deki kadının birbiriyle örtüşür gibiyken birbirinden ayrılması, birbirine oranla farklılıklar taşırken apansız buluşması sonuçta alabildiğine hünerli bir oyunculuk sanatının yansımaları olarak seyirci önüne geliyor.

Günay Karacaoğlu’ya en büyük destek, her iki oyunda da çevre düzeniyle giysilerde apaçık yaratıcılık ortaya koyan Barış Dinçel’den geliyor. Böylelikle oyuncu, buz üzerinde ya da kılıçtan keskin zeminde kayarcasına hakkını teslim edip sunumunu gerçekleştiriyor.

Oyunların birer ziyafete dönüşmesi, demek ki Günay Karacaoğlu’nun şablondan sıyrılıp kalıp oyunculuk dışına çıkmayı başarmasında, iki karakteri ince ayrıntılarla farkılaştırmayı bilmesinde yatıyor.

Aşkölsün”, işte bu başarıyla sırat köprüsünden geçiyor.

“Aşkölsün”den Geriye Kalan…

Üstelik “Aşkölsün”deki kadın, öncekine oranla sınıfsal yapısıyla, kişiliğini gerçekleştirmek için sergilediği kararlılıkla, kendisine yeni eş arama cesareti, buna dayanak oluşturan özgürlük tutkusuyla önceki kadın karakterin teksesliliği yanında çoksesliliğe sahip psikolojik katmanlar taşıyor.

Öyleyse tiyatro laboratuarı bağlamında da izlenebilir Günay Karacaoğlu. İyisi, iki oyunu peş peşe izleyebilmek elbette. O zaman bunların bizim için farklı deneyler sunacağı görülecektir.

Bu açıdan Baba Sahne yapımı “Aşkölsün”, ikilemeye başarılı bir nokta koymakla kalmıyor, Günay Karacaoğlu aracılığıyla tiyatro için gerçekliğin yansıtımına dönük bin bir değişke üzerine kıvrılıp enine boyuna düşünce üretmemizin de önünü açıyor.