tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara
Bir şiddet çağında yaşıyoruz. Her tür şiddetin kendisine yer bulduğu böyle bir çağda, hepimiz etkisinde kalıyoruz bunun. Güldürü olgusu da etki alıyor, kuşku duyulabilir mi bundan?
Bütün bunlar bir yandan sanat yoluyla ele alınması gereken sorunsallar bağlamında tiyatro sanatının gündemine girerken tiyatro sanatının kendisi de bu şiddetin altında kalıyor. Nedir o; teknolojik şiddet. Gerçekten de tiyatro, ekonomik anlamda varlığını koruyabilmek için zaten yoğun çaba harcarken, giderek dev boyutlara ulaşmış bu teknolojik şiddete karşı da boğuşmak, üstelik bu savaşı kazanmak zorunda!
Hele sanal bağlamda her şeyin yapılabilir hale geldiği bu dünyada tiyatro hem de bu ağır ekonomik, teknolojik, elektronik vb. kuşatma karşısında, en başta sanatsal kurum olarak bağımsızlığını koruyup varlığını sürdürebilmenin savaşımını verecek kaçınılmaz biçimde.
Şiddetler Sarmalında Kıvranan İnsanoğlunun Komedisi…
Bir yanıyla alabildiğine bir şiddet hüküm sürerken yanı sıra “robotlaşma/ robotlaştırma” doğrultusunda bir “yapay zekâ çağı” da usul usul bütün dünyayı, evreni kaplama hedefinde sinsi bir yalabıklıkla adım adım ilerliyor, görüyoruz.
Bu olgu fiziki şiddetin, bunun yol açtığı travmanın boyutlarını göstermeye, ayrıca halkların bunu kavramasına yine de yetmiyor yazık ki. Gerçekten fiziki şiddetin savaş, işkence, ayrımcılık, çocuk işçilik, kadın sömürüsü vb. görünürlük yanları öne çıktığından bu yönde bir farkındalık yaşanmıyor değil. Ancak iletişim çağını aşan, apaçık bir robotlaşmanın olağanlaştığı yeni evre anlamında “yapay zekâ çağı”ndan içeri girildiği yeterince görülemediğinden olgu da kavranamıyor.
Ne var ki bütün bu olup bitenler yani yaşanan gerçeklik, bozunuma uğratılan gerçeklik anlayışı doğrultusunda bir simülasyonla yine de halkların onayını alabiliyor bir biçimde. Ancak kitleler, kendi köleliklerine de boyun eğmiş oluyor böylece bir biçimde.
Herhangi oyun aracılığıyla işlenip yansıtılmasına geldiğinde sıra, ayrı bir estetik, plastik sorun bağlamında bizi kuşatacaktır elbette konu. Tiyatro sanatı, özellikle de komedi sanatı ya da düpedüz güldürü, geniş kitlelerce yaşanan, ancak kendilerinin farkına varmakta zorlandığı bu yeni durum karşısında insana yaşadıklarını yansıtmanın yolunu nasıl açıp geliştirecektir?
O halde gerçekliğin yeniden kurulması, sahnede yeniden yapılandırılması gerekiyor demektir ki, güldürüler böylesi güç bir sorunu görmezden gelebileceği gibi bunların karşısında ciddi konum da sergileyebilir.
İşte Elif Durdu’nun yazıp Ferhan Şensoy’un yönettiği Ortaoyuncular yapımı Bom!’u izlerken, gözlerimi kısıp uzak bir bakışla bütün bunları da belleğimin süzgecinden geçirdim kendiliğinden. Önceki yazılarımda üzerinde durduğum TiyatroKare yapımı Şen Makas, Baba Sahne yapımı Aşkölsün, Tiyatro Karnaval yapımı Kördüğün’den sonra bu kez Ortaoyuncular yapımı Bom!’a geçerken, bunu sorunsal boyutunda deşme fırsatı da yakaladım böylece.
Şiddet Sarmalına Karşı Yalın Kılıç Kara Güldürü…
Ortaoyuncular’ın sergilediği Bom!, özetlemeye giriştiğim konuyu yeniden düşünmenin de önünü açmış oldu enikonu. İş, insanlığın yaşamakta olduğu bu trajik duruma, tiyatroların yapageldiği biçimde ayna tutmasından, bunu ona gerisingeri yansıtıp apaçık gösterebilme hünerinden geçiyor, belli.
Kara güldürü, sıra dışılık karakteriyle tiyatro ailesinin uyumsuz (absürt) çocuğudur da aynı zamanda. Uyumsuz olduğu için, olup bitenleri tam anlamıyla kavrayamayan, arada kalmış izlenimi bırakan “dünyanın en tuhaf mahluku” kendi çocuklarını da alır içine.
Elif Durdu Bom!’da, bir intihar bombacısının eylemi öncesinde başlayan, sonrasında yaşamla ölüm arasında gezinen, yer yer reenkarnasyon aracılığıyla da olayları kışkırtıp çatışmalarla ilerleyen bir düzenekle kuruyor metnini.
Ferhan Şensoy, yalnız yönetmenlik yapmıyor, tanıtmalıkta anılmasa da oyun izlenirken açıkça görüldüğünce metne ek katkılar da sağlıyor. Kendi kara anlatı anlayışında olduğu gibi. Gerek yazınımızda gerekse sahnede bu anlamda pırıltısını, göz alıcılığını sürdüren Ferhan Şensoy, özgün bir tersinileme ustası.
Bom!’da bu yetkinliğini bir kez daha gözlüyoruz onun. Bunu yaparken, “söz”ü yalnız bırakan, ondaki algı gücünü yükselten ve bunu bir tür mermiye çevirip uyumsuzlaştıran (absürtleştiren) tutumla sahne düzleminde bir anda atomik sıçramalar yaratabiliyor.
Sözgelimi Behiç Ak oyunlarında da “söz” ağırlıklı konuma sahiptir ama bu, âdeta dizilişler halinde yansır yine de. Oysa Ferhan, tam tersine, “söz”ü akıp giden zamanın, mekânın dışına çıkarıp bir tersinileme fışkırmasına yol açıyor. Bunu öteki oyunculara yaysa da âdeta doğaçlama bir yansıtım gücüne sahip o.
Erdinç Işıldak’ın dekoru, İlker Engüzel’in ışığı altında sahne alan, bir kıyıdan yönetmen yardımcısı Müjgan Ferhan Şensoy’un da katıldığı Bom!’daki oyuncuları da anmalıyım o halde: Ferhan Şensoy, Erkan Üçüncü, Serap Günaydın, Pınar Alsan, Özkan Aksu, Elif Durdu, Orkun Akyıldız.
Tiyatromuzda Bir Donkişot: Ortaoyuncular…
Ortaoyuncular, bu geleneği sürdürüyor ama güldürü sanatımızın varlığına gelecek kaygısına dönük soru, olanca ağırlığıyla yine de ortalıkta geziniyor.
Tiyatro sanatımız, yalın kılıç Donkişotvari bu güçle, üzerine üzerine gelen ekonomik, teknolojik, elektronik, robotik vb. güçlere karşı bağımsızlığını, sanatsal-estetik varlığını nasıl koruyacak?
Özellikle 1980 sonrasında televizyonlardaki yerli-yabancı diziler, sitkom yapımlar, yarışmalar, evlilik programları, survivorlar, magazinler, internet dünyasıyla cep telefonu olanakları vb. bambaşka bir seyirci kitlesi yarattı.
Şimdi komedi sanatımız, bu baskılar kadar bunların yarattığı seyirciyle de mücadele edip onu terbiye etmek zorunda. Bilmem anlatabiliyor muyum?