tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara
Haluk Bilginer ve Oyun Atölyesi, bir tiyatro sanatçısıyla kurduğu topluluk adı ve salonu anlamında özdeşik bütünlük taşırken, bu yönde öteki örnekler olarak sözgelimi Ferhan Şensoy, Ortaoyuncular / Ses-1885 Tiyatrosu, Kenterler, Kent Oyuncuları, Kenter Tiyatrosu gibi tıpkı bu sanatın kutsallarından birine dönüşüyor aynı zamanda kuşkusuz.
Belki bu yüzden her mevsim, andığım böylesi topluluklardan hiç değilse bir bilet almayı kendi payıma tiyatro için ödenmesi gereken bir “güzel sanatlar vergisi” olarak kabul ediyorum.
İlkin bu birkaç satırla gireyim istiyorum yazıya. Bugüne dek izlediğim ne kadar oyun oyduysa Oyun Atölyesi’nden yana bu duygumu korudum hep. Bir açıdan öznel olarak alınabilecek bu duygu durum nedeniyle belki okur yazıyı hafifseyebilir, ancak şu kadarını olsun yazı girişine ekleyeyim ben yine de.
Evet, Oyun Atölyesi, belli bir tür tiyatro yapıyor gibi bir genellemeye gidilebilir. Nitekim klasiklerden çağdaş metinlere, görece yabancı oyunlara yönelik ilgi duyduğu kestirilebilecek topluluk için böyle bir yakıştırma aykırı kaçmayacaktır. Bu anlamda topluluğun belli biçeme dayalı olarak bunu destekler, bununla örtüşür oyunlar sergilediği öne sürülebilir.
Peki aynı topluluktan farklı metinlere, birbiriyle çatışır yapıda oyunlara, estetik somutlamada aykırı biçemlere dayalı dağar beklemek gerçekçi bir tutum mu?
Bu ancak bir toplumun tüm tiyatro eyleminden beklenebilecek, ülkede yapılan tiyatronun bütünsel olarak ortaya çıkışında gözetilmesi gereken bir gerekçe olabilir o kadar.
Herhangi topluluk, kendi çalışmasını tiyatro sanatının gereklerini eksiksiz yansıtarak yerine getirsin, sahne yorumuyla plastik somutlamasını buna dayalı yapsın yeter.
Topluluktan bu mevsim izlediğim “Daha İyi Günlerimiz Olmuştu” adlı oyuna geçmeden önce bunları söylemeyi gerekli gördüm doğrusu.
Sanatta Bütün Kültürlerin Yüklendiği Yapı Olarak “Aile”…
Macar yazar yönetmen, oyuncu Szabolcs Hajdu’dan Aslı Sarıoğlu Nagy Türkçesiyle Muharrem Özcan’ın yönettiği bir aile güldürüsü olarak nitelenebilir Oyun Atölyesi’nin “Daha İyi Günlerimiz Olmuştu” adlı oyunu.
Bilinen bir olgu; tüm kültürlerin, siyasal, sınıfsal erklerin, inançların, toplumsal kastların ilgi odağında olan kurum aile. Aynı zamanda aileyle öteki ailelerin, içte ya da dışta kurulu ilişkilerine dayalı bireylerin hikâyesi, bize en eski çağlardan beri nakledilerek gelen mesellerden söylenlere, masallardan hikâyelere, oyunlara uzanıp günümüze ulanıyor. Çatışmalar, çelişkiler eşliğinde dramdan tragedyaya, güldürüye nice biçimle, biçemle üstelik.
Nitekim bu doğrultuda özellikle aile içinde yaşanan, temelde miras, para, iktidar, aşk, yasak ilişki, sır, tutku, uyuşturucu vb. nedenlerle aynı ailenin bireylerini birbirine düşüren ilişki çetrefilliği, karmaşası, başlangıcından bu yana dünya tiyatrosunun asla vazgeçemediği bir izlek bütünlüğü olarak parıltısını korumayı sürdürüyor hâlâ.
Aileyle Bireyin İç İçe Etkilenimi, Evrilişi…
Bizdeki geleneksel aile yapısıyla çok da örtüşen bir yansıtım getiriyor yazar; babaya karşın kadın egemen yapının ayakta tuttuğu ailesel bütünlük kavrayışı. Oyunda iki kız kardeş, babadan kaynaklı tutumla farklı konumda tutum sergilerken kocaların “bacanak” oluşları nedeniyle yaslandıkları zorunlu yakınlık… Doğrusu bizde de bunun pek çok örneğine rastlanabilir.
İki aileden biri, hali vakti daha iyi durumdaki ötekinin yanına bir zorunlu konukluğa gelince işler karışıyor. Zaten iki kız kardeş arasında, babadan ötürü gizli, derinde bir sıkıntı yaşanıyordur. Bu kez yenileri eklenecektir buna. Ama sonuçta iki kız kardeştir yine de ailelerin dayanağı. Bu durumda birbirlerine karşı dikkatli olacaklardır elbette, ama babası tarafından hakkının yenildiğini düşünen kızın, kardeşine karşı kıskançlık duymaması olası mı? Sarılmalar da yaşar elbet iki kız kardeş çaresiz sığınış anlamında.
Oyun, Macar-Türk toplumu arasındaki esintilerin de etkisiyle bu noktadan itibaren kendi döngüsünü yaratıp dolambaçlar üreterek gelişecek, sonuçta seyirciyi yer yer hüzünlendirip duygulandıran bir güldürü çıkacaktır ortaya.
Bunun göstereni olarak iki bacanak, ortalığı karıştıran iki de “velet”, oyunun çıkmazlarıyla çatışmalarında kilit roller üstlenecektir doğal olarak. Peki bu yolla üretilmiş güldürüye geldiğinde iş neler söylenebilir?
Birey-Aile Çelişkisi Çatışkısı Aracılığıyla Komedi Üretmek…
Muharrem Özcan, önceki reji çalışmalarında da gözledim, cinlik fışkıran, kıpır kıpır, âdeta sahneyi fokurdatan, metinden yoruma, oyunculuğa üretken kavrayışla oyunu sahnede somutlayıp seyirciyi kıskıvrak yakalayan bir yönetmen izlenimi bırakıyor çıkardığı oyunlarda.
İzlediğim “Daha İyi Günlerimiz Olmuştu” adlı bu son çalışmasında da Muharrem Özcan, sahne depremi yaratan, sonrasında konfetilerin hıza uygun bir yandan keskin, öte yandan ağır düşüşle yere inişine benzer yorumla bu tek bölümlük çalışmasında seyirciyi yine yerine mıhlıyor denebilir pekâlâ. Gerek yönetmen gerekse oyuncu olarak artık onu da aramalı gözlerimiz Türk tiyatrosunda. Çünkü o, bu aranmayı hak eden bir yönetmen oyuncu bana göre.
Sahne tasarımı Gamze Kuş, müzik Tolga Çebi, ışık tasarımı Kemal Yiğitcan, afiş tasarımı Ethem Onur Bilgiç, oyun fotoğrafları Emre Mollaoğlu imzasını taşırken yönetmen asistanlarıysa Kader Karadeniz, Serkan Ilgaz ikilisi.
Su gibi akan oyunu köpürten oyuncularsa Tuna Kırlı, İpek Türktan Kaynak, Pınar Çağlar Gençtürk, Tolga İskit, Sena Başdoğan, Berke Karabıyık. Berke’ye gelince, ailenin en küçük bireyi çılgın mı çılgın bir yaratıcı çocuk.
Broşürde eş aldatmasından ötürü, “12 yaş üzeri” denilse de, “7’den 77’ye herkesin severek izleyeceği bir oyun “Daha İyi Günlerimiz Olmuştu.”