TİYATRO; Erbil Göktaş; Sadık Aslankara’nın Oyun Yazarlığı

Sadık Aslankara’nın Oyun Yazarlığı
Erbil Göktaş

12 Aralık 1948’de Denizli’nin Sarayköy ilçesinde doğan M. Sadık Aslankara, öykücü, romancı, belgesel sinemacı ve eleştirmen kimliğinin yanında tiyatroya da uzun yıllar emek vermiş çok yönlü bir kişiliktir. 1964’ten başlayarak tiyatroyla ilgilendi; arkadaslarıyla birlikte Denizli’de amatör bir topluluk  kurdu. Dört yıl aralıksiz sürdürdüğü amatörlügün ardından 1968’de Ankara’da Halk Oyuncuları Sahnesi‘nde (HO) profesyonel oldu. 1969’da Vasıf Öngören ve arkadaşlarıyla birlikte Ankara Birliği Sahnesi‘nin ilk kurucuları arasında yer aldı. Sonraları zaman zaman, farklı topluluklarda oyuncu, yönetici, dramaturg olarak göründü, kimi toplulukların kuruluşuna katıldı.

1982’de Denizli Tiyatrosu‘nu (DE-Tİ) kurdu. 1985’te, giderlerini özel bir tiyatro topluluğu olarak DE-Tİ‘nin karşıladığı, bugün de yerel yönetimin katkısıyla “Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali” olarak sürdürülen Türkiye’nin ilk “Amatör Tiyatrolar Şenliği”nin, 1986’da ulusal boyutta düzenlenmesinin öncüsü olmustur. Aynı yıl ölümünün ellinci yılı anısına Güner Sümer’in “Bozuk Düzen”i ve 1987’de doğumunun 75. yılına armağan olarak Rıfat Ilgaz’in “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı”sı için Türkiye’nin ilk “Tiyatro Afişleri Yarışması”nı düzenledi. Aslankara’nın Sanat Yönetmenliğini yaptığı Denizli Tiyatrosu, Kültür Bakanlığınca 1989’da “Övgüye Değer Tiyatro” olarak ödüllendirildi.

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Felsefe Bölümü’nü bitiren Aslankara’nın yazın alanında (öykü-roman) olduğu kadar oyun yazarlığında da ödülleri bulunmaktadır. 1990’da Ferit Oğuz Bayır Roman Yarışmasında Kör Memdali’nin Çınar Ağacı adlı yayımlanmamış romanıyla özel ödüle, Uykusu Sakız adlı öykü kitabıyla da Zeynep Aliye’yle birlikte Yunus Nadi 2002 Öykü Ödülü‘ne; 1986’da Salihli Belediyesi tarafından düzenlenen oyun yazma yarışmasında Kevser’di adlı oyunuyla ikinciliğe, 1992’de Üsküdar Belediyesi tarafından düzenlenen “çevre” konulu oyun yarışmasında Ev-Ses adlı oyunuyla üçüncülüğe değer görüldü. Aslankara’nın yirmi civarında yayımlanmamış oyunu bulunmaktadır. Oyunlarında Anadolu’da küçük taşra illerini, çoğunlukla Denizli’yi ele alır.

Aslankara, Kevser’di adlı oyununda, Denizli’nin eski bir mahallesinde insanların günlük yaşam içindeki sıkışmışlıklarını ve sıkılmışlıklarını çok yalın bir biçimde ele alır. Buna iddialı olmadan iddialı olmak diyebiliriz. Kişiler günlük yaşamımızdan, çevremizden tanıdık kişiler… Öyle çok büyük özlemleri, hedefleri yok. Özellikle kadınlar ellerinde varolanı yani kocalarını ellerinde tutmak derdindeler… Erkeklerin derdi ise kocası öldükten sonra kucağında bebeğiyle dul kalan Kevser’le birlikte olabilmek… Oyundaki olaylar günün başlamasıyla aktarılmaya başlanır ve gecenin gelmesiyle sona erer. Diyebiliriz ki, oyun, bu eski mahallede yaşayan insanların bir gününü ele alır. Kadınlar dul kalan Kevser’in dedikodusunu yaparlarken, bir taraftan da kendilerince yorumladıkları Kevser’in öyküsünü canlandırırlar.

Kevser’in kocası kanserden ölünce, onu anne-babasının evine gönderirler. Kevser’in mahalleye taşınmasıyla dedikodular başlamıştır. Her gün süren bu dedikoduların ve insanların sıkışmışlıklarının bir gününe tanıklığını sahneye getiren Aslankara, geriye dönüşlerle, şimdiki anı çok yalın bir biçimde iç içe geçirmiş, kullandığı oyun içinde oyun tekniğiyle oyunu akıcı kılmıştır. Tüm bu toplumsal baskılara dayanamayan Kevser, kucağında çocuğuyla orayı terk etmiştir; nereye gittiği belli değildir. Bu olumsuz toplumsal ilişkileri değiştiremeyen birey, ya bunlara teslim olacak ya da sonucunu düşünmeden can havliyle oradan uzaklaşacaktır. Kevser de oradan uzaklaşmıştır. Yazarın burada vurguladığı bu olumsuz toplumsal ortamın değiştirilmesinin gerekliliğidir.

Ev-Ses oyununda Aslankara, soyutla somut olanı çok iyi biçimde kullanmıştır. Evi “ses”le canlandırmanın yanı sıra, evin aile için değerini de, üç kuşağın kadınlarını (büyükanne-anne-kız) cin olarak oyuna  sokan Aslankara, doğal çevrenin yağmalanmasını da, evin elden çıkışıyla eşzamanlı bir biçimde işlemiştir. Bekir Orhan Bey’in dillere destan bahçeli evi müteahhide verilecektir; o da bunun şokuyla ve tepkisiyle hiç konuşmaz. Sürekli geçmişte yaşar; cinler aslında onun uyanıkken kurduğu düşlerdir. Oğlu Cevat ve gelini Yurdanur’la birlikte yaşayan Bekir Orhan’ın evine icra gelip de müteahhide verileceği kesinleşince, kızı Ülker ve diğer oğlu tiyatrocu Sıtkı da gelirler. Bu sıkıntılı atmosferde kişiler umutlarını, özlemlerini içlerine gömmüşlerdir. Oyunda betimlenen taşra atmosferinde boğulmamak işten bile değildir. Türk Tiyatrosunu sarsmak isteyen Sıtkı, ilerleyen yaşına rağmen istediği yere gelememiş, Ülker evliliğinde aradığını bulamamış, Cevat da, Yurdanur’u tüm olumlu özelliklerine karşın aldatmıştır. Tüm bu kirlenmişlik içinde değişim gücünün de simgesi olan ve bu ortamda öğretmenlik yapan Yurdanur da, evle birlikte yıkılan bu ilişkilerin altında kalmamak için valizini hazırlayıp orayı terk edecekken çok sevdiği Bekir Orhan tarafından vurulur. Bu ilişkiler yumağı içerisinde fona Osmanlı’yı, Cumhuriyet’i, devrimleri, karşı devrimleri, büyük göçleri, çevrenin ve doğanın bozulmasını da yerleştiren Aslankara, Türkiye’nin yaklaşık son yüz yıllık tarihine de eleştirel bir gözle yaklaşmıştır.

Büyük Adam oyunu, yine bir kasaba atmosferinde politikayı ve etrafında gelişen insani ilişkileri eğlenceli bir dille  ele alır. Küçük çıkarların ilişkilerde belirleyici olduğu bu ortamda belediyedeki herkes, başkanın kendisi bile, başkanın yaklaşan seçimlerde parti tarafından yeniden aday gösterileceğinden emindir. Danışman, sekreter, ricacılar, dernek temsilcileri ve diğer oyun kişileri  ve başkan arasındaki ilişkiler oyunun sonuna dek bir büyük çatışma yaratmadan, atmosfer oyunu dozunda kurulur ve usul usul finale doğru ilerler; finalde birdenbire ortaya çıkan başkanın aday gösterilmemiş oluşu herkesi şoka uğratır ve o ana dek belediyeyi dolduran kişiler hızla başkanı terk ederler. Oyun taşra atmosferinde, politika etrafında örülen insani ilişkilerin alaycı bir eleştirisidir. Bu bağlamda psikolojik boyut derinlemesine işlenmemiştir; belki de yazarın malzemeyi ele alış tercihi bu yöndedir. Büyük Adam daha çok bir toplumsal taşlama havasındadır.

Cavidani Bir Güz adlı oyunu ise yine taşra atmosferinde “polisiye” bir olayı yine “polisiye” bir biçimde ele alıp adım adım iz süren bir oyundur. Yaşadığı çevrede pek çok evin sahibi olan iyiliksever Cavidan Hanım’ın bir saldırıya uğradıktan sonra evine kapanmasını ve televizyoncuların, foto muhabirlerinin oraya gelip iz sürüp çekim yapmalarını ele alan Cavidani Bir Güz günümüzde artık iyice suyu çıkmış “reality show”lara, “asparagas” peşinde koşan gazeteciliğe alaycı bir eleştiri getirmektedir.

Hayal Ustası‘nda Aslankara, bir karagözcünün ve onun oğlu işçi Talip’in öyküsünü, yine oyun içinde oyun tekniğiyle ve geriye dönüşlerle anlatır. Gazeteci, hazırladığı  “Patronlar da Korkar” yazı dizisi için Raşit Bey’le konuşmaktadır. Raşit Bey’in diğer işçilerden farklılık göstermesinden dolayı Talip’ten korktuğunu öğrenen Gazeteci, Talip’in öyküsünün peşine düşer: 27 Mayıs 1960 sabahı babasıyla yaptıkları Karagöz tasvirlerini satmak için sokağa çıkmış olan 15 yaşındaki Talip’le, Raşit Bey’in babası Cafer Bey’in ve Salepçi, Arabacı gibi sokağa çıkmış pek çok insanın yolları “Sağlam Pençe Kundura Evi”nde kesişir. Cafer Bey, burada girdiği korku durumu sonrası kazayla karagözcüyü vurur. Herkes cinayetten sorumlu tutulacağı kaygısıyla cinayeti örtbas eder; Talip’in de Cafer Bey’in fabrikasında çalışması sağlanır. Raşit Bey bu gerçeği bilmediğinden, bilse de işine gelmeyeceğinden o da 12 Eylül 1980 sabahı Talip’i öldürtür. Aslankara’nın “ironisi” bu oyunda “acı”ya dönüşmüştür. Oyunun entrikasını da çok iyi kurgulayan yazar, sınıfsal çelişkiyi de çok çarpıcı bir biçimde vurgulamıştır.

Sadık Aslankara burada ele aldığımız beş oyunu ve diğer oyunlarının çoğunda dünyasını taşra, özelde kasaba atmosferi ve insanlarıyla kuran bir oyun yazarıdır.  Bu dünyayı iyi tanıdığı bellidir; özellikle diyaloglar ve oyun kişilerinin kuruluşundaki doğallık, onların kurmacadan çok gözlem ürünü oldukları kanısı uyandırmaktadır. Ne yazık ki Aslankara da oyunları ödül aldığı halde, kimbilir hangi nedenlerle profesyonel tiyatrolarda sahnelenmemiş, ya da henüz sahnelenmemiş yazarlarımızdandır. Oysa bu konuda birazcık deneyimi olan herkesin çok iyi bildiği gibi bir oyun yazarının başöğretmeni sahnedir. Aslankara da oyunları sahnelendikçe o çok iyi tanıdığı taşra malzemesinden, bizlerin daha önce bakıp da görmeyi bilemediğimiz insanlık durumlarını yakalayıp yansıtarak dramatik yazınımızda önemli bir yer edinebilecek duyarlık ve donanımda bir kişiliktir. Önünün açılması bir lütuf değil, gerekliliktir. Lütfedip Türk tiyatrosuna yepyeni oyunlar kazandırması için!

“Oyun yazarı yetişmiyor” safsatalarını, timsah gözyaşlarını ve iki yüzlü yakınmaları bir yana bırakıp yetişen oyun yazarlarını değerlendirmemiz gerekiyor. Türk Tiyatrosu şu ana kadar çok çatırdadı ama çökmedi; onu iyi kötü ayakta tutan olguları ve ilerlemesinin önündeki engelleri çok iyi irdeleyelim. Çünkü çökerse hepimiz altında kalacağız.        

(“M.Sadık Aslankara’nın Oyun Yazarlığı” başlıklı bu yazı, ilk olarak Agora dergisinin Ocak-Şubat 2004 tarihli 35.sayısında yayımlanmış, yazı daha sonra Aslankara’nın Toplu Oyunlar 1 / Kevser’di, Ev-Ses, Hayal Ustası (Mitos-Boyut) adlı kitabında yer almış, yazarının, Agora’yla Mitos-Boyut yöneticilerinin hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır.)