11 Ekim 2017 tarihinde tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır.
1 Ekim’de yeni mevsim başlamaz mı?
“Perdeler Açılıyor,” türünden duyurularla, boy boy afişle donanıyor ortalık. Ama özel topluluklar nice çabalasa da bir türlü tutturamıyor bunu. Haklı gerekçeleri var çünkü. En başta para… Akan sular duruyor o zaman.
Nicedir bu da değişmeye koyuldu. Hatta yıl boyunca perdelerini açık tutan, oyun sergilemeyi sürdüren topluluklar var artık. Gerçekten de 1990’larla birlikte yeni bir toparlanma süreci yaşanmaya başladı denebilir tiyatromuzda. Görece “genç topluluklar tiyatrosu” başlığı altında değerlendirilebilecek bir sinerjik tiyatro dalgası bütün ülkeye yayıldı enikonu.
Groteskle Absürdün Bileşkesinde Bir Anti-Sisyphos: Joko…
2017-18 tiyatro mevsiminin 1 Ekim buluşmasında, işte bu genç topluluklardan Yolcu Tiyatro’yla birlikte oldum. Önceki sezondan bu yana yankılar yaratarak sergilediği, ama rastlaşamadığımız için ancak bu mevsimin ilk gününde izleyebildiğim Joko’nun Doğum Günü’nde.
Sevindim sevinmeye, ne ki beşinci yılına girecek topluluğu yenice tanımış olmayı, önceki oyunlarından birini olsun izleyemeyişliği de yakıştıramadım kendime. Bu durumu eksiklik hali anlamında borç haneme yazdığımı söyleyebilirim şuracıkta.
Roland Topor’dan Mine G.Kırıkkanat çevirisiyle Ersin Umut Güler’in sahneye taşıdığı Joko’nun Doğum Günü, görsel işitsel kuşatmaya dayalı bir karşı-Sisyphos öyküsü halinde seyirci önüne geliyor. Kayayı yukarı çıkaran değil kayayla birlikte yuvarlanıp aşağı inen karşı karakter Joko. Ne ki bu anti kahraman, yaşamsal bir yabancılaşmayla da yüzleştiriyor aynı zamanda seyirciyi. Böylelikle damardan olumluluk yansıtıyor denebilir. Yolcu Tiyatro, oyunu şu sözlerle tanıtıyor: “Oyun, su deposunda işçi olarak çalışan Joko’nun başından geçenleri anlatıyor. İnsanın başkalarını sırtında taşımayı kabul etmesiyle başlayan benliğini kaybetme hikâyesini acı çekme ve çektirme ekseninde ortaya koyuyor.”
Biçemsel açıdan uyumsuzla aykırı gerçekçi bakışın bileşkesinde yol alan oyun, seyir olgusunu gerçeküstünün kolanına takılı götürürken farklı, ilginç bir görsellik getiriyor izleyiciye. Absürtle grotesk, birbirinin tetikleyicisi, kışkırtıcısı kuşkusuz, ama birlikte yoğrulduğunda farklı bir vektörel eğri kendini gösteriyor bir biçimde. Yönetmen Ersin Umut Güler, bunu Selçuk Göldere, Tufan Dağtekin, Makbule Mercan, Alev Topal, Can Badur aracılığıyla sağlanan hareket tasarımı, “mapping teknolojisi”, kostüm, ışık, illüstrasyon vb. sahne üzeri destekle âdeta iki ayrı başlıkla yörüngeye oturtuyor: 1.Absürtle Groteskin Tiyatrosu, 2.Görselle Hareketin Tiyatrosu.
Birbiri için var görünmekle birlikte zaman zaman birbiri dışına çıkarak apayrı çalımlar sergileyebiliyor absürtle grotesk. Ersin Umut Güler’in bilinçli yeğleyişi bu belli, amaç kavramsallaşmanın önünü açabilmek görünüyor.
Yalından Kavramsallaştırmaya Çaresizlik Simgesi Joko…
Yeni bir yolla biçemsel hünere dayalı anlatıyı kavramsal temele bağlama amaçlı her somut adım, yapılan işi alımlayıcının gözünde daha farklı yere oturtuyor kuşkusuz. Bu çerçevede Ersin Umut, elinden gelen çabayı gösteriyor bana göre. Nitekim absürtle groteski gerçeküstücü taban üzerinde yükseltip tiyatral verileri yerli yerinde, üstelik dizgeli biçimde sahneye yerleştirerek bir plastik oluşturmayı başarıyor. Ancak tanıtmalıkta, “Sistemin insan bedenini ve aklını kontrol altına alma hırsını, ezen-ezilen ilişkisi üzerinden absürd bir anlatım biçimi ile anlat(tığı)” belirtilen oyun metninin, bizi gerçekten böyle bir kavramsallıkla buluşturup buluşturamadığını kesinlemek olanaksız yine de. Beckett’in ilmekleyen, Ionesco’nun sektiren metinleri göz önüne alındığında Topor’un bunu anlatıp anlatmadığı, daha doğrusu aslında tamı tamına bunu böyle mi anlattığı sorgulanabilir çünkü. Nitekim kavramsallaştırma bağlamında bunun böyle alımlanıp alımlanmadığı sorusu yöneltildiğinde bu netlikte yanıt çıkmayabilir ortaya.
Ancak yönetmenin görselle devinimi eşleyen payda temelinde absürtle groteski buluşturduğu sahne plastiği üzerinden gidersek, Topor’ca söylenenlerin söz konusu bu sacayağı (gerçeküstü / absürt / grotesk) üzerine oturtularak yansıtıldığı açık. Bu bakımdan yönetmen, sahne plastiğini kurmayı da eksiksiz yerine getiriyor bana göre.
Oyuncular, yönetmenin bu hedefini âdeta uçurarak sunmayı başarıyor. Öylesine işlek, fişek gibi tartım, tutumla. Bu çerçevede baştan sona yüksek bir enerji patlaması halinde sürüyor oyun. Parmaklar arasından geçirilerek sergilenen bir ip oyunu benzeri, seyirciyi de bu çekime buyur edip peşinden sürükleyerek bir tiyatral büyünün sarmalında gezindiriyor denebilir.
Bu başarıya imza atan oyuncuları analım yeri gelmişken: Tolga İskit, Ayşe Tunaboylu, Cenk Dost Verdi, Yasemin Ertorun, Burak Üzen, Sercan Dede, Sıla Kılıç, Serdar Bordanacı…
Serdar Bordanacı’ya Övgü…
Joko’nun Doğum Günü’nü yeni mevsimin açılış oyunu olarak izlememin bir yararı olacakmış meğer. Geçen yıl buluşsaydım, topluluğa bu mevsim katıldığından Serdar Bordanacı’yı görme, izleme fırsatı yakalayamayacaktım sözgelimi… Bu iyi oldu işte. Çünkü tam otuz beş yıldır sahnede olan bir oyuncu o. Yıllardır izlemediğimden belleğimdeki görsel kopukluğu da gidermiş oldum bir bakıma.
Üstelik sahneye çıktığında doğmamış ya da yenice doğmuş oyuncularla böylesi yüksek enerji gerektiren bir oyunda onlara eklemlenmiş ruhuyla oyuna estetik cila çektiği öne sürülebilir onun.
Henüz görmeyenler için bir büyük fırsat Joko’nun Doğum Günü.