TİYATRO; Kent Tiyatroları Üzerine 2000 Yılından Bir Açıklama -Belge

BASIN AÇIKLAMASI:

Kent Tiyatroları; Kentlerin,
İlk Kurtarılacak Düşlüğüdür!

Denizli, 31.5.2000

        21.5.2000 tarihli Milliyet Akdeniz‘de, Faruk Keskin imzasıyla yayımlanan “Pes Doğrusu!” başlıklı haber, kent tiyatrolarına yönelik yeni bir olumsuzluğun ipuçlarını taşımasıyla dikkati çekiyor! Ne denli iyi niyetle yazılmış olursa olsun; söz konusu haber, kamuoyuna yansıyan biçimiyle tiyatroyu yıpratıcı bir yan taşıyor çünkü! Öte yandan haber, Türk tiyatro tarihinin ve kent tiyatroları gerçeğinin verileriyle örtüşmediği gibi, bu alanda yaşanan olumsuzluklara yeni bir halka ekleyerek, sorunların çözümünü engelleyici ya da öteleyici bir özellik de gösteriyor.

İşte bu yüzden, haberdeki yanlışların, bir an önce düzeltilmesi gerekiyor!

“Kent tiyatrosu” alanında, kuramsal ve eylemsel olarak çalışmalar yapmış; bu alana değgin deneyler ve uygulamalar sunmuş bir sanatçı olarak, haberin düzeltilmesinde üzerime görev düşebileceği kanısına vardım.

Uzaklardan bir yerden, böylesi bir açıklama yapmaya yönelmemin hoşgörüyle karşılanacağını; bunun, “kent tiyatroları” sorunsalı konusunda taşıdığım duyarlığa verileceğini umuyorum.

Şimdi haberde yer alan yanlışlara geçeyim; nedir bu yanlışlar?

  1. Türkiye’de, Devlet Tiyatroları örneğindeki biçimiyle, belediyelerce, yasal bir şemsiye altında ve “ödenekli tiyatro” kavramı bağlamında kentlilerin hizmetine sunulmuş üç tiyatro çatısı bulunuyor: 1. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, 2. Bakırköy Belediyesi Tiyatrosu, 3. İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu.

Ama Türkiye’de, “Belediye Tiyatrosu” başlığını kullanan pek çok topluluk var. Bu topluluklar, belediyeler adına oyunlar sergiliyor, çeşitli tiyatro etkinlikleri gerçekleştiriyor… Ne var ki, bunların hiçbiri ödenekli tiyatro nitelemesi içinde yer almıyor. Çünkü bu topluluklar, etkinliklerini, belediye meclislerinin, ilgili yasanın belediyelere yüklediği kentsel sorumluluklar çerçevesinde ayırdığı küçük bütçelere sığışarak gerçekleştiriyor.

Bu bilginin ışığında şunu söylemek olası: Yukarıda anılan üç tiyatro dışındaki belediye tiyatroları, ne herhangi biçimde bir kurumsal yapıya sahiptir, ne de bağımsız olarak kullanabilecekleri bir ödeneğe!

Demek ki, haberde, “varmış” gibi gösterilen bir ödeneğin bulunmadığı belirtilmeli ilkin.

  1. Kurumsal bir çatıdan, bağımsız bir ödenekten yoksun bu tür belediye tiyatrolarının kadroları, bu özelliklere bağlı olarak, büyük değişkenlikler gösteriyor. Bu doğrultuda, yaşamlarında bir kezcik sahneye çıkan oyunculara da rastlanabiliyor bu topluluklarda; süreğen bir amatörlük çerçevesinde hiçbir ücret almadan sahneye çıkan ya da geçici olarak ücretlendirilen oyunculara da! Yanı sıra belediyede başka görevlerde oldukları halde tiyatro çalışmalarına katılanlara da rastlanabiliyor. Şimdi buna bakarak, belediyelerde başka başka görevler nedeniyle ücretlendirilmiş kişilerin tiyatro yapıyor oluşunun, tiyatroya ayrılmış bir ödeneğin çarçur edilişi biçiminde yorumlanabilmesi olası mıdır?

Bu çerçevede etkinlik sürdüren tiyatroların, bağımsız topluluklar olarak varlık gösteremeyişlerinin en önemli nedenlerinden biri, burada aranmalı bana kalırsa!

Nitekim, bu yelpazenin neresinde yer alırsa alsın, bu nitelikteki belediye tiyatrolarının “kadrosu”nu, bu çerçevede rol alan, sahne gerisinde çalışan ya da bir biçimde bu üretimde görev üstlenmiş olan pek çok insanın oluşturduğu göz ardı edilebilir mi hiç?

Bu nedenle söz konusu kadrolarda hiç ücret almayanlar olabileceği gibi, belediyenin başka birimlerindeki görevleri nedeniyle ücret alanlara da rastlanabilir. Bunların hepsi, sonuçta, işte bu kadrolarda yer alır.

Demek ki, haberde yansıtıldığı üzere, “Tiyatro’nun kadrolu elemanları”nca bir ödeneğin paylaşıldığı anlamına gelmeyebilir bu her zaman!

  1. Yalnız Türk tiyatrosunda değil, dünya tiyatrosunda da “aile”ler büyük önem taşıyor hâlâ. Daha da ileri giderek belirteyim: İlkçağdan, özellikle antikçağdan başlayarak, bilimin ve sanatın taşınmasında, aktarılmasında, yaygınlaştırılmasında aileler hep önem taşıyagelmiştir. Nitekim Türk tiyatrosuna katkıda bulunmuş, bulunmayı sürdüren; bu doğrultuda emekleri, on yıllar boyunca üç dört kuşaktır süregelen; varlıklarını, neredeyse Türk tiyatrosuna adamış görünen nice değerli ailenin adları anılabilir şuracıkta.

Kurumsal yapıdan ve bağımsız ödenekten yoksun belediye tiyatrolarının kadroları, bu doğrultuda, yurtsever, sanatsever ailelere daha çok gereksinim duyuyor! Denebilir ki, belediye tiyatroları, öteki topluluklardan çok daha fazla, “aile” olgusuna yaslanıyor. Ancak bu yolla varlık gösterebiliyor, ayakta kalabiliyor.

Durum böyleyken, “Müfit Kayacan’ın, yakınlarına Belediye Tiyatrosu’nda görev verdiği” biçimindeki sav, ne ölçüde gerçekçi olabilir? Bu çerçevede tüm belediye tiyatrolarının, aile varlıklarından destek aldığı, güç kazandığı nasıl görmezden gelinebilir?

  1. Bir tiyatro topluluğunun sergilediği oyunların sayısı, o topluluğun çalışkanlığının, veriminin göstergesi biçiminde alınabilir olsa olsa. Ne ki söz konusu topluluğun, güzelduyusal anlamda tiyatrosal açılımına değgin bir ipucuymuş gibi alınamaz bu veri. Örneğin, 1999-2000 tiyatro süreminde, 28 kişilik “kadro”suyla, yalnızca Murathan Mungan’ın Taziye‘sini sergileyebilen ve etkinliklerini bir açıdan “belediye tiyatrosu” olarak sürdüren Bulancak Sanat Tiyatrosu, tek bir oyunla mevsimi kapatıyor diye suçlanabilir mi; bu durum, anılan topluluğun başarısızlığının bir göstergesi olarak düşünülebilir mi hiç?
  2. Aynı kentte tiyatro yapmaya yönelen toplulukların yarışacağı bir tek alan vardır: sahne. Bunun dışındaki bütün alanlar, tiyatronun da dışındadır. Toplulukların, tiyatronun dışına kaymış alanlarda yarışa sokulması; böyle izlenimler uyandıran haberlerle, yazılarla, bu toplulukların bir ölçüde kışkırtılması; yalnız tiyatro topluluklarına, bu topluluklarda olağanüstü çaba harcayan kadrolara zarar vermez; bu, aynı zamanda kente, kent tiyatrolarına, sonuçta Türk tiyatrosuna zarar getirir.

Nitekim, Gökhan Akçura’nın İzmir Şehir Tiyatrosu, Nurhan Tekerek’in Cumhuriyet Dönemi’nde Adana’da Batı Tarzı Tiyatro Yaşamı (1923-1990) adlı yapıtları gözden geçirildiğinde, bunun pek çok örneğiyle karşılaşılabilir.

Tiyatro sanatı; ayrışmanın, dağılıp yok olmanın değil; barışın, birleştirip bütünleştirmenin sanatıdır. Tiyatro sanatı; insanları törpüleyip düzeltmenin değil, insanları, ayrılıkları ve aykırılıklarıyla kabullenmenin ve ortaya koymanın sanatıdır!

Tiyatro sanatı, insanlığın evrensel birikimini de yansıtır bu yanıyla!

N’olur bu birikime kıyılmasın! N’olur izin vermeyelim buna!

Zaten Sayın Faruk Keskin’in de, bir yanlış anlama-anlaşılma sonucunda yayımladığını sandığım bu haberini, bir biçimde düzelteceğini umuyor ve diliyorum.

Sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyor; sıcacık yürekleriyle yaşadıkları yeri kentleştirmek, kentleri aydınlatıp ışıtmak için çırpınan tiyatrocu kardeşlerimi en içten duygularla kucaklıyorum.

Hoşça kalın.

M.Sadık Aslankara

 

Dağıtım:

  1. Faruk Keskin; fkeskin@milliyet.com.tr
  2. Bekir Kumbul, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı
  3. ABT Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu, Belgegeçer: 0242.247 3381
  4. Antalya Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Atölyesi, Atatürk Kültür ve Sanatevi, TRT Caddesi, 152.Sokak, 2