Ayıp değil ya, Tolga Yeter’in yönettiği Tiyatro Karnaval yapımı Kördüğün, kimin oyunu kendi payıma bilmiyordum, topluluğun internet sayfasına, afişlerine baktım, oralarda da göremedim yazık ki. Ama Türkçe’deki çağrışım zenginliğiyle olduğu kadar içerikle örtüşmesi açısından adın güzel bir seçim olduğunu söyleyebilirim gönül rahatlığıyla.
Önceki bir-iki yazımda tiyatromuzda güldürü örneklerine değindim. Sözgelimi TiyatroKare yapımı Şen Makas, Baba Sahne yapımı Aşkölsün üzerinde durdum. Bu kez Tiyatro Karnaval yapımı Kördüğün’ü alıyorum.
Gerek bu oyuna gerekse öteki toplulukların sergilediği oyunlara bakarak söylediklerimin, tiyatromuzda güldürü olgusunu ya da komedya kavramını didiklemekten uzak duracağını, buna kuramsal temelde yaklaşmaktan çok konuya bir kıyısından bulaşan, sorunu ancak kuş bakışı yaklaşımla ele alan yazılar olarak kalacağını söylemem gerekiyor.
Toplumsal Eleştiriyi Karşılayışı Açısından Güldürü…
Umberto Eco, Ortaçağ toplumunda gülme eyleminin ne denli tehlikeli sayıldığı kavrayışından kalkarak yapılandırdığı o müthiş dev romanı Gülün Adı’nda, insanların olup bitenlere bakarak bir şeyleri alaya almasının eleştiri boyutu getirdiği, bununsa dogmatik, baskıcı toplumlarca asla istenmeyeceğini somutluyor bir bakıma. Bizde de kadınların gülmelerine kısıtlama getirmeye istekli bir anlayışın toplum kesimlerinde nasıl tartışma yarattığı anımsanabilir.
Oysa şu kadar yıl içinde tuluattan ortaoyunlarına, meddah gösterilerine, halk tiyatrosu komedilerine bakıldığında bunların tümünde de sivri dillilikten kaçınılmadığı görülür.
Hele 1960’larda ülkemizde yaygın olarak yapılan, neredeyse sokak aralarına kadar alabildiğine yaygınlaşmışçasına görüntü veren kabare tiyatrosu örneklerinin, alanda apaçık öne çıktığı, hatta sahneden getirdiği eleştirilerle neredeyse bir döneme damga vurduğu bile söylenebilir.
Demek olumsuz, acılı, sıkıntılı bir olguyu aktarmanın biçemi olabiliyor güldürü. Tiyatro sanatının “kara güldürü”ler aracılığıyla toplum kesimleri arasında kurduğu bağlar da buradan besleniyor zaten. Örneğin on yıllardan bu yana söz konusu türün neredeyse ülkemizdeki son temsilcisi konumunda kalmış, bunu inatla sürdürmeyi başaran Ortaoyuncular topluluğu bu bağlamda alınabilir. Gelecek yazıda bu örneğe de değineceğim.
Ancak güldürü olgusu tek boyutlu olarak alınmamalı. Salt toplumsal eleştiriyi odaklayan komediler dikkate alınıp bunların yanında, şaşırtıcı çatışmaların, çapraşık olayların birbirine girdiği karmaşıklaştırılmış duruma özgü veya söze yüklenen alegorik ya da değişmeceli anlamlar aracılığıyla kurulan güldürülerin ille de hafife alınması gerekmiyor.
Toplumsal Dinamo Olamayışı Açısından Vodvil…
“Gülme” olgusu evrensel nitelik taşısa da toplumdan topluma kültürel, dinsel vb. farklılıklar, algı değişiklikleri, bu yöndeki bakışta, yaklaşımda ister istemez değişmelere yol açıyor. Örneğin bir toplumun katıla katıla güldüğüne, bir başka toplum görece daha az tepki verebiliyor. Kaldı ki süreç içinde yazılan güldürülerde ortaya çıkan değişimler de bunu gösteriyor. Bunlar doğal elbette.
Kördüğün’ü izlerken de seyircimizin, özellikle beklentimin altında sınırlı tepki vermesine bakarak bunları düşünmekten alamadım kendimi.
Oysa Tiyatro Karnaval, işini ciddiye alan topluluk izlenimi bıraktı bende. Eli yüzü düzgün bir vodville çıkmıştı seyirci karşısına. Karakter yorumlarının sahnelere yayılımındaki denge, Amerikanvari de olsa bir ölçüde siyasal çapraşıklık göndermeleri, çok yönlü şaşırtmacalarla finalini kendince köpürtmesine karşın seyircimizdeki ilginin, ne yalan söyleyeyim böyle bir oyun için biraz düşük kaldığını söylemekten geri durmayacağım.
Bir örnek vermek gerekirse Hakan Akın’ın söz konusu vodville örtüşen oyunculuğu çerçevesinde onca “gag”, seyircinin ânında tepki vermesini gerektirirken bunun bana yeterli gelmemesi ya da bende seyircinin yeterince katılamadığı kanısı uyunmasını nasıl yorumlamak gerekiyor?
Seyirci tepkisi neden düşük göründü bana? Üstelik çok büyük bölümüyle genç olan bu seyirci, alışkın olduğu kestirilebilecek tarzdaki, kadın-erkek çapraşıklığı da içeren bu tür karışık trafikli oyunda her “gag” için bir anda kahkaha püskürmesi yaşayabilecekken neden neredeyse terbiyeli çocuk davranışı sergiledi acaba?
O zaman insan, izlediği gösterim tek örnek halinde kalsa da, genelleme yapmaya izin vermese de seyircideki donukluğun nedenleri üzerine ille düşünce üretmeye girişiyor; bendeki arayışın nedeni de bu. Sonra ister istemez toplumsal yaşamda sürekli değişip dönüşen çarklar, işleyişler geçti düşünce ufkumdan.
Geçmişte sanki daha mı coşkuluydu vodvil seyircisi? Elif Durdu’nun yazıp Ferhan Şensoy’un yönettiği Ortaoyuncular yapımı Bom!’u izledikten sonra ister istemez bunu deşen bir yaklaşım da peşimi bırakmadı. Konuyu tartışmayı, Bom! üzerine kaleme getirdiklerimde sürdüreceğim yine.
“Kördüğün”den Bize Kalan…
Topluluğun sanat yönetmenliğini de üstlenen Tolga Yeter’in yanında ona sahne üzerinde destek veren müzikte Kutsi, sahne-kostüm tasarımında Yağız Serbes’le Yelda Serbes’in yanında rolleri altından vodvil olgusunun gerektirdiği akışa, yoruma yatkın oyunculuklarla çıkan kadroyu da unutmayalım. Nilgün Kasapbaşoğlu, Tolga Yeter, Hakan Akın, Yelda Serbes, Feyza Çipa, Vahit Atan, Nurşin Durmaz.
Evlilik günü birbirine kilitlenen ilişkiler yumağının önce darmadağın ettiği, sonra da birleştirip bütünlediği bir avuç insanla biçimlenen bildik vodvil omurgasına dayalı oyun, elbet görsel eğlence sunuyor seyirciye.
Geriye ne kaldı diye soran olursa, yanıtım açık; vodvilden geriye bir şey kalmaz. Zaten ben de bunu değil, gülüşlerin neden eksildiğini düşünüyorum.