TİYATRO; Mundus’la “Dört Mevsim” Aşk ve Savaş

tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara

Mundus’la “Dört Mevsim” Aşk ve Savaş

Oyunun tanıtmalığında Tiyatro Mundus, kendisini şu satırlarla bize anlatıyor:

Tiyatro Mundus, 2018’de kuruldu. Genç ve dinamik kadrosunu 2014-2018 yılları arasında faaliyet gösteren Marmara Drama Topluluğu’ndan alan ekip; kendi kendine yetebilen, tiyatro-eğitim-gelişim üçlemesini misyon edinen bir yapıya sahiptir. Mùndus, sahneye koyduğu eserlerle Türk Tiyatrosu’na, açtığı atölyelerle toplumun gelişimine katkıda bulunmayı hedefler.”

Âdeta bir “çıkış bildirgesi” niteliği taşıyan şu bir-iki satırlık alıntı bile direnç, karşı çıkış, bütün bunların yanında enikonu muhalif tutum yansıtan özle, ruhla karşılıyor okuyanı. Bu “genç” dikleniş, hiç kuşku yok ki “Açılın, biz de varız!” nidası aynı zamanda!

Bunu herhangi genç topluluktan beklemeyeceğiz de ne yapacağız Tanrı aşkına, söyler misiniz, grubun gençliği nerede kalacak o zaman, değil mi?

İlk çağrılarına uyamasam da ikincisinde koşarak gittim sözcü olarak aldığım, öyküler de kaleme alan Sevgili Beyza Seyhan’ın inceliklerle örülü çağrısı üzerine. 

Üstelik bir değil iki oyun… Yenice perde açan bir genç topluluk, seyirciyi iki ayrı oyunla karşılamak gibisinden böylesi zorlu bir işin altına giriyorsa üzerinde durulmalı bunun. Kendini ortaya koyup gerçekleştirmek bu değilse ne?

Her Topluluğun Aşil Topuğu…

Sahne kuran ya da perde açan her yeni topluluk, başlangıç anlamında bir yandan toplumda kendine yer açmayı hedefliyor öte yandan tiyatral entelijansiya nezdinde sahne çalışmalarıyla kabul görmek, dikkat çekici bir ivmeyle çalışıp benimsenmek, ötesinde tiyatronun, en azından kendi tiyatromuzun öncü topluluklarından biri olduğunun tescil edilmesini istiyor. 

Buna, grubun, toplumsal anlamda tiyatro tarihimiz içinde yer almaya dönük tutkusu bağlamında da bakabiliriz pekâlâ. Öyle ya, her topluluğun ilk hedefi bu olmak zorunda, aksi halde varlığı anlamsızlaşacak, varoluş kavgası boşa çıkacaktır işin başında. 

Bunun sağlanabilmesi için, topluluk, kendisini, öteki topluluklardan ayıran gerek özce gerek biçemce farklılık ortaya koymak böylelikle tiyatrodaki sanatçı-bilimci çevresinde, seyircide, toplumda grupla ilgili farkındalık yaratmak zorunda kuşkusuz. 

Toplulukların aşil topuğu burada işte. Nedir o? Estetik açılım, plastik somutlayış bağlamında yaptıklarıyla öteki topluluklardan ayrıldıklarını gösteren bir yer edinebilmek kendisine. Bunu yapamayan, kendine özgü işleyişle özsel, biçemsel kavramsallık odağında bir varlık ortaya koyamayan her topluluk, er ya da geç aşil topuğundan vurulacaktır, kuşku duyulabilir mi bundan?

“Dört Mevsim”de Aşk…

Tiyatro Mundus’tan izlediğim ilk oyun Arnold Wesker’den Berin Cumalı’nın çevirdiği, rejisini Sercan Şekerci’nin gerçekleştirdiği Dört Mevsim adlı yapıt oldu. 

Erkan Kılıç’ın koreografisinde iki genç oyuncu hayat veriyor oyuna: Anıl Çalım, Merve Ayteş. 

Mevsimlerin değişerek aktığı, oyunu izleyen herkesin bir biçimde kendi ilişkilerine de yer bulabileceği dağ evidir sahne. Kadınla erkeğin aslında saltık aşk arayışıdır sahneden seyirciye akan, insanoğlunun tarihsel çatışması da diyebiliriz buna bir an için. Öyle ya kim, hangi âşık kendi iç dünyasıyla ya da dişi-erkek varlık olarak karşısındakiyle hesaplaşmadan, bırakalım saltık olanı, herhangi düz bir aşkı var edebilmiş olsun? Bu yönde sahne diline yatkın bir Türkçe eşliğindeki söyleşim haritasının yer yer uyumsuz (absürt) metin havası taşıyıp dalgalanmalar yansıtması elbette kaçınılmaz. Bu, sek sek oynarcasına farklı sıçramalar da kazandırıyor oyuna. 

Bütün bunların yüksek ısıda bir enerjiyle seyirciye geçtiğini eklemeliyim. Özellikle mevsim değişimlerindeki diyalektik halkalanmanın çark döngüsüne koşut oyun seyirciye geçerken, oyundan sahnelemeye, söyleşimden oyunculuğa seyircinin doğrudan içselleştirebileceği bir dinamizm çıkıp yayılıyor sahneden.

Böyle olunca, aşkın bileşenlerini yansıtan iki oyuncu, içlerindeki közle âdeta gece kuşu havasında kıpır kıpır kuşatıyorlar seyirciyi. Kendi payıma ilk kez izliyorum Anıl Çalım-Merve Ayteş ikilisini, saf, masum bir oyunculuk ister istemez etkiliyor insanı.

Özellikle diyalektik sarmalın yol açtığı ama aynı zamanda kazandırdığı çatışmalarla alabildiğine köpürüyor Dört Mevsim.

“Dört Mevsim”de Savaş…

Böylelikle biz, bir yandan genç âşık çiftin kendi içlerindeki, birbirlerine karşı verdikleri savaşı izliyor, bu arada dalgalanmalarına kaptırıyoruz kendimizi, ama aynı zamanda genç bir topluluğun Türk tiyatrosunda kendini tanıtma, kanıtlama savaşına da dönüşüyor bu çaba, tartışılmaz biçimde. Biz bunun ayırdında olsak da olmasak da…

Kaldı ki bir yabancı oyunu dağara alıp bununla sınav vermek, ayrıca yerli oyunla da yoklamaya katılmak, işine yürekle sarılan bir topluluğun hamleleri olarak alınmalı.

Özetle Tiyatro Mundus, sahneye taşıdığı bu ilk oyunuyla göz doldurmayı başarıyor bana göre. Bunu, bütüne bakarak söylediğimin altını çizeyim. O halde yeni kurulan topluluklar açısından bu mevsimin dikkat çekici bir çıkışı olarak da kabul edilmeli söz konusu oyun.  

Son bir notum şu olsun; Tiyatro Mundus, sahnelediği her iki oyun için birer tanıtmalık yayımlamaktan kaçınmamış. Oysa son olarak izlediğim Hırçın Kız için broşür istediğimde, basılmadığını söyledi Devlet Tiyatrosu gişesindeki görevli… 

Yaa… İşte böyle…