TİYATRO: Yalnız “Ağaçlar (mı) Ayakta Ölür” ?

tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara

1960’larda adında “ağaç” geçen üç oyun, döneminde de sonraki yıllarda da tiyatro dağarımızda sıklıkla anılan yapıtlar arasında yer aldı hep, üzerinde konuşulup tartışıldı, konuşulmaya tartışılmaya devam edildi. 

Melek Ökte’nin sahneye çıktığı Marguerita Duras’dan “Bütün Gün Ağaçlarda”, Macide Tanır’ın rol aldığı Alejandro Casona’dan “Ağaçlar Ayakta Ölür”. Sonra bizden Vüs’at O Bener’in “Ihlamur Ağacı.”

Kolayca kestirilebileceği gibi her üçü de bunların, dolantılarıyla aile karmaşası biçiminde işlenen birer oyundu. Diyeceğim “imge”ydi ağaçlar. Nesnel anlamda yer alsa da, “ağaç” olmanın ötesinde karmaşık aile bağları, buna dönük sorunların eğretilemesi biçiminde çıkıyordu karşımıza. 

Demek yuvarlamayla şöyle böyle altmış yıl geçmiş. Bu kez Nevra Serezli’nin uzun bir aradan sonra yeniden sahneye çıktığı yapıt olarak yine gündemimize geldi söz konusu “ağaç”lı oyunlardan biri: “Ağaçlar Ayakta Ölür.”

Kendine özgü dağar oluşturma, yapım üretme açısından baştan bu yana belirgin bir biçeme sahip TiyatroKare, böylece her zamanki tutumunu, yine aynı başarıyla sergileyebildiği bir oyunla çıktı seyirci karşısına.  

Bu bağlamda topluluğun sergilediği oyunlar, bunlarda yansıttığı biçim-biçem dikkate alındığında neler söylenebilir, ilkin kısa notlar halinde bunlara göz atmaya çalışalım gelin. 

TiyatroKare’nin Bütünsellik Yansıtan Üslubu…

TiyatroKare’nin, oyun-oyuncu seçiminden bunları sahne üzerinde estetik-artistik-teknik somutlamaya, çalışmalarını İstanbul’dan başlayıp tüm Türkiye’de sunmaya, oyunlar aracılığıyla bütün halk kesimlerini kucaklayıcı tutumla seyirci-salon / oyuncu-sahne buluşması sağlamaya dek uzayıp genişleyen bir örtüşmeyle  hep aynı biçeme dayalı halde kendini ifade ettiği söylenebilir. 

Yukarıdaki paragrafın açılımı anlamına gelebilecek notlamayla bunları şöyle sıralamak da olanaklı geliyor bana.

1. Özce sevgiye, hoşgörüye, dayanışma-paylaşma temelinde özveriye dayalı bir temel anlayış örüntüsünün egemenliğinde baskıya, gerginliğe, şiddete, savaşa, her türlü ayrımcılığa karşı çıkan, farklı kesimlerden gelseler de hemen her seyircinin beğenisini kazanabilecek oyunları repertuvara taşımak, ötesinde yaygın bilinirliğe sahip oyunları birer uyarlama halinde seyirciyle buluşturmak,

2. Tür olarak müzikli oyunlar ya da müzikalleri seçerken, bunlara özenli tasarımlar giydirmek, bu doğrultuda profesyonel tutum gereği hiçbir giderden kaçınmamak; oyun gerilime dayansa da gülümsetmeyi, iyimserliği bir an olsun savsaklamamak,

3. Oyundan yayılan nitelikleri, üzerlerinde taşıdığı kabullenilebilecek, bunlarla örtüşürlük olasılığı yüksek, seyircinin benimseyeceği orta kuşaktan oyuncularla genel seyircinin görece tanıdığı, ama genç seyircinin kitlesel takipçiliğini yaptığı kestirilebilecek genç oyuncular işbirliğiyle farklı kuşakları kucaklayan bir rol dağılımı anlayışı öngörmek. 

Doğrusu ya yukarıda üç madde halinde sıraladığım özellikler, bir bütün halinde TiyatroKare’nin yapım üslubu olarak alınabilir kanımca. Nitekim bu mevsim çıkardıkları Alejandro Casona’dan Nedim Saban’ın çevirip uyarladığı, yönettiği “Ağaçlar Ayakta Ölür”, tam anlamıyla bunu somutlayan bir örnek. 

O halde gelin biraz da oyun üzerinde duralım daha yakın bakışla. 

“Ağaçlar Ayakta Ölür”…

İçinde şiddet içerse de bunu belirginleştirip öne çıkarmak yerine gizleyip hoşgörü tülüyle örten tutum yansıtıyor oyun TiyatroKare yorumunda. Nedim Saban, özellikle oyunun bu yanını öne çekip de geliştiriyor, olay örgüsünün yaslandığı akslarla bunların yansıtıcısı karakterlere bu doğrultuda eğiliyor. 

Nedim Saban, A’dan Z’ye her ne varsa, bunları sahnenin bütünselliğine katan, buna yaslayan yaklaşımla sahneliyor repertuvarına aldığı bütün oyunları. Bunun her kuşaktan seyirciyi kendisinde tutan etkiye yol açtığı öngörülebilir. 

Bu çerçevede her oyunda karşımıza bir iki virtüöz oyuncu çıkarıp, eşlikçi oyuncularla sahneden salona, oyunculardan seyircilere akıp yayılan bir enerji yığışmasını bilinçli bir çevirmeyle sinerjiye dönüştürmeyi de hakkıyla başarıyor. 

Sonuçta Nedim Saban, Ağaçlar Ayakta Ölür’de virtüöz olarak Nevra Serezli’yle buluşturuyor seyirciyle. Ama Nevra Serezli’ye, daha öncelerde sahnelediği kimi oyunlarda çalışıp tanıdığı Nuri Gökaşan’ı partner olarak seçiyor, derken yerli yerine oturttuğu bir oyuncu takımını onlara eşlikçi yapıyor: Burcu Kazbek, Arif Güney, Oral Özer, Meltem Özlevent, Mahir Akgündoğdu. 

Sahne üstü bu kadroya tasarım grubunda dekorda Cihan Aşar, kostümde Sadık Kızılağaç, ışıkta İsmail Sağır, yönetmen yardımcılarında Yusuf Kerem Orak, Erdinç Doğancı, sanat koordinatörü olarak da Bülent Seyran eklendiğinde ortaya çocukluktan tanıdığımız, çubuklara dolamlı rengârenk macunlarla pamuk şekerler çıkıyor âdeta ortaya. 

Ağaçlar Ayakta Ölse de Anıtlar Yaşar…

Virtüöz oyunculuk derken, farklı bir değere de vurgu getirmek istiyorum. Bu kavram usta bir yorumculuk kadar farklı kuşaktan seyirciyi sürükleyen bir büyü yaratıp bu doğrultuda herkesi oyunun gerekleri doğrultusunda peşine takıp sürüklemeyi de içeriyor TiyatroKare için. Buna “anıt oyunculuk” adı verilebilir pekâlâ. Çünkü Nedim Saban’ın tiyatro anlayışı bunu zorunlu kılıyor bir bakıma. 

Üst oyunculuklarla bezeli böylesi iyimser, kucaklayıp barıştırıcı, bu arada sevginin, iyimserliğin kapısını hep açık tutan yaklaşım, zaten şu çağda insanlığın ortak hedefi de sayılacağından Nedim Saban’la TiyatroKare, seyircisini böyle bir “duyguyaşam” odasına çekip iyileştiriyor denebilir kısa bir süre için de olsa. 

Kaldı ki seyirciye bakıldığında onların da bunu özlediği görülebiliyor zaten. Belli, ağaçlar ayakta ölse de anıt ağaçlar, duygular ayakta kalmayı sürdürür, diyorlar hep birlikte. Onun için de böyle bir yolla “duyguyaşam” odasından geçmek isteyecek seyirci için ideal bir oyun “Ağaçlar Ayakta Ölür”.