M. Sadık Aslankara “Usta”ların Değerlendirmesine Göre Son Dönem Genç Öykücülerimiz

“USTA”LARIN DEĞERLENDİRMESİNE GÖRE SON DÖNEM GENÇ ÖYKÜCÜLERİMİZ
M.Sadık Aslankara

Varlık dergisinde Nisan 1997-Şubat 2002 arasında tam beş yıl süren “Ustaların Seçtikleri” bölümünde, ustaların, genç öykücülere değgin önemli değerlendirmelerini izledik.

Varlık’ın sürdürdüğü bu etkinlik, bir duyuruyla başlamıştı:

“USTALARIN SEÇTİKLERİ / Henüz ürünü yayımlanmamış ya da adını daha belirgin kılma çabası içindeki şair ve yazarların dergimize gönderecekleri çalışmaları yıl boyunca her iki ayda bir edebiyat dünyamızın önde gelen imzaları değerlendirecek.” (Nisan 1997, Sayı 1075)

Sonuçta neredeyse tamamı genç 600 öykücü, gönderdiği, 1 300 öykü ile ilgili olarak 60 ayda, 30 sayı boyunca, ustaların her birinden ayrı ayrı olmak üzere değerlendirmeler aldı.

Buna göre Varlık’ta beş yıl boyunca görüşlerini okurla paylaşan, kimileri artık aramızda bulunmayan ustalar, Varlık’ta göründükleri sayılar şöyle sıralandı:

 

Tomris Uyar: (Varlık; Nisan 1997, Sayı 1075)

Erendiz Atasü: (Varlık; Haziran 1997, sayı 1077)

Nezihe Meriç: (Varlık; Ağustos 1997, sayı 1079)

Erdal Öz: (Varlık; Ekim 1997, sayı 1081)

Hulki Aktunç: (Varlık; Aralık 1997, sayı 1083)

Zeyyat Selimoğlu: (Varlık; Şubat 1998, syı 1085)

Erhan Bener: (Varlık; Nisan 1998, sayı 1087)

İnci Aral: (Varlık; Haziran 1998, sayı1089)

Buket Uzuner: (Varlık; Ağustos 1998, sayı 1091)

Nursel Duruel: (Varlık; Ekim 1998, sayı 1093)

Feyza Hepçilingirler: (Varlık; Aralık 1998, sayı 1095)

Osman Şahin: (Varlık; Şubat 1999, sayı 1097)

Ayla Kutlu: (Varlık; Nisan 1999, sayı 1099)

Necati Tosuner: (Varlık; Haziran 1999, sayı 1101)

Demir Özlü: (Varlık; Ağustos 1999, sayı 1103)

Muzaffer Buyrukçu: (Varlık; Ekim 1999, sayı 1105)

Mahir Öztaş: (Varlık; Aralık 1999, sayı 1107)

Nazlı Eray: (Varlık; Şubat 2000, sayı 1109)

Leylâ Erbil: (Varlık; Nisan 2000, sayı 1111)

Adnan Özyalçıner (Varlık; Haziran 2000, sayı 1113)

Cemil Kavukçu: (Varlık; Ağustos 2000, sayı 1115)

Mehmet Zaman Saçlıoğlu: (Varlık; Ekim 2000, sayı 1117)

Oya Baydar: (Varlık; Arlık 2000, sayı 1119)

Mario Levi: (Varlık; Şubat 2001, sayı 1121)

Muzaffer İzgü (Varlık; Nisan 2001, sayı 1123)

Metin Kaçan (Varlık; Haziran 2001, sayı 1125)

Mustafa Balel (Varlık; Ağustos 2001, sayı 1127)

Hüseyin Peker (Varlık; Ekim 2001, sayı 1129)

Neşe Cehiz (Varlık; Aralık 2001, sayı 1131)

İbrahim Yıldırım (Varlık; Şubat 2002, sayı 1133)

 

Bu değerlendirmeler, görece de olsa ustaların öykücülüğümüzün anılan dönemine, yani “son dönemi”ne değgin görüşleri, saptamaları, öne sürüşleri olarak kabul edilebilir kuşkusuz. Öte yandan bu etkinlik, öykü dergilerinin arka arkaya yayın yaşamına katıldığı, öyküde görece bir yükseliş, dahası patlama yaşandığının öne sürüldüğü, gençlerin damgasını bastığı bir öykü eyleminin çığ gibi büyüdüğü görüşünün ya da savının dile getirilmeye başlandığı dönemle çakışıyordu.

Bu yüzden ustaların değerlendirmesinin “öykücülüğümüzün son dönemi”ne ilişkin önemli birer belge olarak alınması, ötesinde kabul edilmesi gerekir bana göre. Öyle ya, bu görüşler önemli kanıları, izlenimleri yansıtırken, bu dönemde bir biçimde öykü üreten çok önemli bir kesimin yani genç öykücülerin öykü sanatıyla ilişkilenişlerine de çeşitli açılardan yaklaşarak açılımlar getirmiş oldu.

Gerçekten de ustaların, son dönem genç öykücülere yönelik giriştiği bu toplu değerlendirme, aynı zamanda bir başvuru kaynağı olarak da alınabilir bana göre.

Ben, aşağıda ustaların görüşlerinin örtük de olsa hangi kanıları yansıttığını veya bu ustaların, 600 dolayındaki genç öykücünün ürününden yola çıkıp son dönemdeki genç öykücülerimiz üzerine hangi kanılara vardıklarını, bunları nasıl dile getirdiklerini belirlemeye çalıştım.

Derginin “usta” olarak kabullendiği yazarların kimler olduğunu yukarıda gördük…

Bu ustalardan Tomris Uyar, Nezihe Meriç, Erdal Öz, Hulki Aktunç, Zeyyat Selimoğlu, Erhan Bener, Muzaffer Buyrukçu, Leylâ Erbil, Metin Kaçan artık aramızda değil. Otuzda dokuz, hızlı bir kayıp. Eğer yaşayan ustalar, aşağıdaki kanılara katılmazlarsa, dokuzu dışında bunları düzeltme olanağı var demektir kendilerinin.

Kaldı ki kanıların sağlıklı sonuçlar haline gelebilmesi için, ustaların bunları onaylaması gerekiyor. Umarım, bu çalışmanın ortaya çıkardığı kanılar, ustalar kadar genç öykücülerce de ele alınıp tartışılır, dile getirilen öne sürüşler, döneme değgin birer veri, saptayım olarak tartışılır da kabul edilir hale gelir.

Düşüncelerini dile getiren yazarların ilkiyle sonuncusu arasında beş yıl gibi bir fark bulunmakla birlikte görüşlerin birbirinden kopmadığı, sırtlarını sıvazlıyor görünseler de ustaların, aslında genç öykücülerin henüz belirgin bir düzeye gelmedikleri kanısı taşıdıkları anlaşılıyor.

Ustaların değerlendirmelerini anabaşlıklarla gruplandırıp yanısıra arabaşlıklar altında tek tek düşünceleri, öne sürüşleri örneklemeye yöneldim.

 

A. Öykü Yazan Gençler, Bir Yazınsal Tür Olarak Öyküyü Nasıl Alımlıyor?

Bu yöndeki yargılar, kabaca şöyle özetlenebilir:

 

  1. Genç öykücüler, birer “edebiyatsever” olarak yazınla bir biçimde ilişkilenmiş sayılsa da henüz kendilerini önemsemekten kurtulabilmiş değiller. Bunun sonucunda ille anlatma, iç dökme vb. olumsuz yönsemeler sergiliyorlar.

Öne Sürüşler:

“Şimdiye kadar yer aldığım seçici kurullara gönderilen ürünler, genellikle ‘gazete okurlarınca’ yazılmış izlenimi veriyordu. Varlık‘a gönderilenlerse ‘edebiyatsever’ bir kitlenin ürünleriydi.” “Bir şair arkadaşın deyişiyle gençler, ‘kendilerini önemsemekten, yazdıklarını önemsemeye zaman ayıramıyorlar.’ ” (Tomris Uyar)

“… Edebiyatımızda, öykü dalında giderek genişleyen bir çabanın, bir ilginin varlığı… birkaç tanesi dışında, bütün… yapıtlarda ilginç arayışların sergilendiği…” (Erhan Bener)

“… Öykülerin çoğu ortada toplanmıştı. Öykücülüğümüzün bugünkü düzeyine göre ortalamanın altında kalan bir orta…” (Nursel Duruel)

“Okuduklarımın tümünde bir anlatma çabası, yazma yoluyla kendini var etme isteği vardı…” (Feyza Hepçilingirler)

“Kimileri bir iç konuşma -iç dökme desem daha doğru- tutturarak kendi beniyle bitip tükenmek bilmeyen hesaplaşmalar içinde düşünce adına, yaşama dair olduğunu varsaydığı düşünce kırıntıları sunuyor.” (Adnan Özyalçıner)

“Bunalan, canı sıkılan insanın iç dökmeleri ya da yakın çevremizin anlatısı olmamalıdır yazdığımız öyküler.” (Neşe Cehiz)

 

  1. Genç öykücüler, öykü üzerinde düşünüyor görünmekle birlikte bu yöndeki düşünceleri, yoğun emekli bir çalışma temeline dayanmıyor yine de. Çünkü bu yönde dizgeli bir düşünceyle karşılaşılmıyor. Ancak Hulki Aktunç, ötekilerden farklı olarak kötümser olmamak gerektiği kanısını taşıyor.

Öne Sürüşler:

“…Şimdilik acemice de olsa… En azından öykü üstüne düşündükleri kesin.” (Tomris Uyar)

“Biz, … durmadan konuşur tartışırdık.” “Bunlara, öykü nedir, roman nedir diye başlayan tartışmaları da eklemek gerekir.” “Bir kitap okuduğumuz zaman… kitap hakkında sorular sormayı sürdürürdük… Başlardık tartışmaya.” “Yol gösterenimiz yoktu… Kendi kendimizi yetiştirmek, eğitmek zorundaydık.” (Nezihe Meriç)

” (Genç öykücülerin) … neyi, niçin yazması gerektiğini düşünmesi, sonra da çok çalışması gerek.” “Ancak çok çalışmak demek, her ay bir öykü yazmak, yani sayı çoğaltmak değildir.” (Osman Şahin)

“… Herkes öykü yazabilir. Yazanı rahatlatan… Kendine güven sağlayan bu sevinçten herkes yararlanabilir. Ama, okur karşısına çıkıyorsan, ‘yazar’ olmalısın. Demek ki, ‘yazmak’ yazar olmaya yetmiyor. (…) Edebiyat, kendini onun için feda etmeyene yüz vermez.” (Necati Tosuner)

Varlık‘a gelmiş olan öyküler içinden yayınlanabilir olanları seçmek çeşitli zorluklar taşıyordu. Bunların başında öykü denemeleri yapanların… öykü sanatını yeterince ciddiye alarak, hiç olmazsa üç-beş yıl derinlemesine çalışmamış olma(sı) geliyordu.” (Demir Özlü)

“… Yazarlık, dünyanın en zor işidir. Büyük bir çaba, büyük bir araştırma, inceleme, büyük bir özveri ister. Kendini kayıtsız koşulsuz ona adamanı ister. Onu, canının en üstünde, yaşamındaki dorukların tepelerinde taşımanı ister. Yalnız ve yalnız edebiyatın içsel ve dışsal sorunlarıyla uğraşmanı ister. Bu istediklerini karşılama olanaklarını arayarak geçireceksin ömrünü.” (Muzaffer Buyrukçu)

“Yazarın hayatıyla doldurması gereken bedelleri de var.” (Leylâ Erbil)

“… Bir öyküyü, yirmi kez de yazsalar bundan daha iyi yazamayacaklarından eminler mi?” “Ben olsam yeniden, yeniden denerdim yazmayı; oluncaya kadar.” (Mehmet Zaman Saçlıoğlu)

“Öykülerin tümüne bakınca ilk öne çıkan, ortaya çıkan ürünün gerçekte ne ağır bir işçilik gerektirdiğinin farkında olunmayışı…” “Öykü üzerine düşünelim, diyorum. İçimize de dönelim elbette ama önce etrafımıza bakalım, diyorum. Yazmak sorumluluk istiyor, hatırlayalım bunu diyorum.” (Neşe Cehiz)

 

B. Gençlerin Ürünleri, Tanımı, Yapısı Bağlamında Öyküyle Nasıl Bir İlişkileniş İçinde?

Bu yöndeki yargılar, kabaca şöyle özetlenebilir:

 

  1. Genç öykücüler, öykünün sınırını çizebilmiş değiller. Örneğin öykülerine anı, deneme vb. anlatılar da sızabiliyor. Sonra bunları “devrik tümceyle “sözümona şiirsel kılmak, “şaşırtıcı son”la, “mutlu son”la noktalamak ya da yazdıklarında toplumsal alandaki uyarılarını anlatmak vb. gibi bir örnek tutum sergiliyor.

Öne Sürüşler:

“… Bölük pörçük anıları gerçekten yaşandığı için öykü sanmak.” ” ‘Şaşırtıcı son’a düşkünlük. … Sondaki ‘sürpriz’, soğuk bir magazin duşu etkisi yapıyor okurda.” “Ülkemizde, özellikle Güneydoğu’da yaşananları çarpıcı örneklerle anlatmak.” “Devrik cümleyi ‘şiirsel’ saymak… bir saplantı. …Öykü’nün başlı başına bir edebiyat dalı olduğu, imge ya da bilgi cambazlığını kaldırmadığı üstüne pek kafa yorulmamış.” “… Öykünün düşünsel bir deneme olmadığına inansalar…” (Tomris Uyar)

“… Öykünün… göreli bir ‘mutlu son’la bitmesi gerekmiyor.” (Erendiz Atasü)

“… Kimileri… öyküyü, sadece bazı olayları peş peşe sıralayarak anlatmak diye algılamakta…” (Erhan Bener)

“… Öykü yazmanın, ilginç bulduğu bir olayı uzun uzadıya, dümdüz anlatmaktan ibaret olmadığını bilen pek az kişi…” (İnci Aral)

“… Yazar felsefe yapmaya başlıyor, ya da ülke sorunlarına bulduğu çözümleri sıkıştırıyor araya…” (Nursel Duruel)

“… Öyküler içinde, özellikle olayları iç benden anlatanlar arasında kısa öyküyle parabol ya da paradoksları, aforizmaları karıştıranlar çoğunlukta. (…) Şiirle öykünün, denemeyle öykünün birbirine karıştığı bir sayıklamadır gidiyor. Bir de bunlara yerli yerinde olmayan sözcüklerle özentili cümleleri eklediniz mi yazılanlardan bir şey anlamanız iyice olanaksızlaşıyor. Yoksa öyküde deneme tadıyla şiirsel anlatıma karşı değilim. Sayıklamalardan da pekâlâ bir öykü çıkarılabilir. Ama öykülemeyi bilmek gerek.” “Kimileri de -belki postmodern bir anlatımı deneme adına- öykü, masal karışığı -karışımı demiyorum- bir düzenleme içinde yazmış öyküsünü. Bu öyküler de ne öykü, ne masal, ne de çağcıl bir söylence niteliği kazanabiliyor. Bu arada eski bir söylenceyi, sözümona deri üstüne yazılmış bir yazmadan aktarmak isterken ne eskinin gizemine ne de günümüz gerçeklerine ulaşamayan bir karışımla da karşılaşıyorsunuz. Bütün bunlar, öykülerin dili belasından, anlatım bozukluklarından, öykülemeyi bilmemekten, ayıklama yapmadan her şeyi birbiri içine tıkmaktan kaynaklanıyor.” (Adnan Özyalçıner)

“… Hikâyeyi şiirden, denemeden, anı defterinden ayıran bir biçim vardır. Eldeki yazıların çoğu, bunun hiç farkında değil. Yazılan her kısa ‘şey’ hikâye sanılmış.” (Oya Baydar)

“Öykü kadavra değil ki dilediğimizi yapalım. Öykü zaman sarmallarından geçen insanoğlunun bıraktığı iz’dir. Usizi’dir.” (Metin Kaçan)

“(Öykülerde) bazı bölümler fıkra ile öykü arasında geziniyor, dikkat.” (Hüseyin Peker)

“Yalnızca birer anı olduğu belli olan(lar)… öykünün alanı dışında kalıyor…” (Neşe Cehiz)

“Yazar adaylarının çoğu… yazdıkları her şeye öykü demek eğilimindeler. Oysa her öykücünün işini bilmesi gerekir: Yazarın seçtiği türde yapacağı yenilikler, o türün tanımını içeren unsurları yok sayarak gerçekleştirilirse, ortaya çıkan şeye başka bir ad vermek daha doğru olur…” “… mensureler, izlenimler, anılar denilebilir. Yazarın yenilik yapma, değiştirme hakkı mutlaka olacaktır; ancak tanımı veya unsurları yok sayma durumunda, sonuç bir kavram kargaşasına dönüşür.” (İbrahim Yıldırım)

 

  1. Genç öykücülerin, öyküyü şişirdikleri gözleniyor. Sözgelimi gereksiz yere kullandıkları ayrıntılar, bir olayı, durumu aktarırken uzatmaları, hiçbir işlevi olmadığı halde öyküye kattıkları öteki öğeler öyküleri hantallaştırıyor.

Öne Sürüşler:

“… Ayrıntıları kısmaya özen gösterse(ler), (…) öykünün bir roman-bölümü olmadığını görebilse(ler)…” (Tomris Uyar)

“…  Gereksiz ayrıntılara rastlanıyor kimi kez.” (Erendiz Atasü)

“… Yaşadıkları bir olayı, esinlendikleri bir durumu uzun uzun anlatıyorlar.” (Nezihe Meriç)

“Öykü(nün)… Hiçbir fazlalığa sabrı yoktur.” (Erdal Öz)

” (Öykü) bu kadar yükü nasıl taşısın?” (Nursel Duruel)

“Yazar, metnini başkasının önüne çıkarmadan önce, varsa, amaçsız yinelemeler, gereksiz açıklamalar, gereksiz süsler, ağdalanmş, başı sonu karışmış tümceler, sayıklama diyebileceğimiz iç konuşmalar gibi yanlışlarını düzeltmelidir.” “Yinelemelere dikkat edilmemiş.” (Mehmet Zaman Saçlıoğlu)

“… Öykünün kaldıramayacağı yüklerle yüklenmesi, duygularla yazılması, işlevsel olmayan ayrıntıların ayıklanamaması…” (Cemil Kavukçu)

“… Gereksiz süslemelerden arındırma, gereksiz renk ve biçimlerin ayıklanması…” (Neşe Cehiz)

 

C. Gençlerin Öyküleri Nasıl Bir Dil ve Anlatım Getiriyor?

Bu yöndeki yargılar, kabaca şöyle özetlenebilir:

 

  1. Genç öykücülerin en büyük eksikliği dilde kendini gösteriyor.

Öne Sürüşler:

“Özensiz bir dille kâğıda dökülmüş…” (Tomris Uyar)

“Gelen öyküler… Dil yanlışları… Bu çocuklar neler okuyorlar acaba?  Kullandıkları dili sevmezler mi? Hiç irdelemezler mi? ” “İlk bakışta düzgün cümleler kurmuş sanılıyor. Ama dil üzerine hiç düşünmediklerini açık açık ortaya koyan öyle uydurma betimlemeler, şairane (!) olduğunu sandıkları öyle sıfatlandırmalar yapıyor, devrik cümleyi öyle bozuk, bilinçsizce, üzerinde hiç düşünmeden öyle rastgele kullanıyorlar ki, ne dediklerini anlamak, gözönünde canlandırmak olanaksız.” (Nezihe Meriç)

“… Genç arkadaşlar… Türkçeyi çok özensiz kullanıyorlar.” “… Önce o dili çok iyi öğrenmek, bilmek, sonra da kullanmayı uzun deneyimler sonucu kazanmak gerek. …Dili doğru dürüst kullanmayı bile bilmiyor bu genç arkadaşlar. Bir imgeyi, bir düşünceyi, bir duyguyu, dilin kendine özgü kuralları içinde, yazıya dökebilme ustalığına erişmek gerek önce.” (Erdal Öz)

“… Ben kötümser değilim. Hiç. Evet, dilimiz genel bir yıpranma, yıpratılma içinde ama bu sorunun sözel/düzenleyimsel (sentaks açısından)/ sesel (fonetik) yaraları da ‘dilimizde tüy bite bite’ aşılacaktır kanısındayım.” (Hulki Aktunç)

“… Bu yazarların hemen hemen hepsinin yapıtlarında ilkel birtakım dil ve yazım yanlışlıkları yaptıkları, yazılarına gereken özenle yaklaşmadıkları…” (Erhan Bener)

“Öykünün, romandan ayrıldığı en önemli nokta dil elbette. Çünkü, öykü şiirin kız kardeşidir ve dil konusunda ekonomik ve titiz olmamayı (doğası gereği) affedemez.” (Buket Uzuner)

“Sözcük seçiminde özen yok.” (Osman Şahin)

“… Öykü denemeleri yapanların Türkçe düzyazı dilindeki gelişmeleri yakından izlememeleri…” “Türk dilinin ana kaynaklarına yeter ölçüde eğilmemiş olmanın, dili bir sorunsal olarak ele almamanın yarattığı dil geriliği; (bir sorun olarak dil) -çünkü öykünün en önemli aracı dildir…” (Demir Özlü)

“Dile hiç özen göstermemişler, savruk, tutarsız, yürürlükten kalkmış ya da cafe’lere, hamburgercilere, barlara takılan gençlerin dağarcıklarında biriktirdikleri ‘acayip’ sözcükleri, baş tacı etmişler. (…) Bu arkadaşlar, ‘dil’in derinliklerindeki korkunç çalışmayı öğrenmeden, gizlerini çözme girişiminde bulunmadan ‘Ne olacak? Ben de yazarım.’ dercesine soyunmuşlar yazarlığa.” (Muzaffer Buyrukçu)

“… Önce düzgün dille çile doldurmak gerekiyor!” (Leylâ Erbil)

“… Sözcüklerin seçiminde dikkatli, özenli olmak gerekir… ” (Adnan Özyalçıner)

“… Olumsuz yanlardan biri de son derece bozuk bir Türkçe ile yazılmış olmaları. (…) Oysa, ‘öykü’ gibi dil işçiliği, yoğunluk, sözcük ekonomisi gerektiren bir türde yazıyorsanız dili çok iyi bilmeniz gerekiyor.” (Cemil Kavukçu)

“Dil ve düşünce bir arada işler. Bu dil karışıklığı, (kimi genç öykücülerdeki) düşüncenin de karışıklığını gösteriyor.” (Mehmet Zaman Saçlıoğlu)

“… Güzel Türkçe ile yazılmasında daha özenli olmalıyız. (…) Ayıklamaya özen gösteriniz. Öykü de şiir kadar titizlik bekler.” (Hüseyin Peker)

“Dil yanlışı var mı? Şu sözcüğün doğrusu ne olabilirdi? diye düşünerek sözlüklere, yazım kılavuzlarına bakabilseydiler.” (Neşe Cehiz)

 

  1. Genç öykücülerin ürünlerinde kurgu aksaklıkları dikkati çekiyor.

Öne Sürüşler:

“… Kurgu bozukluklarını görünce hep bunları düşünüyorum… Okudukları öykülerin kurgusu, alt yapısı, göndermeleri üzerine fikir üretmezler mi?” (Nezihe Meriç)

“… Bu öykülerin hiçbirinde ne bir anlatım özelliği, güzelliği, ne bir kurgu ustalığı, ne öyküye renk katacak gerekli ayrıntılar, ne bir ilginç görüntü var…” (Erdal Öz)

“… Kişiler arasındaki geçmişte yaşanmış ilişkilere ve kurguya özen göstermek (yalnızca yalnızlığı  ya da bir duyguyu anlatmaya çalışmak değil) öyküyü çok daha başarılı yapabilir… Kurguya önem vermek gerekir… gereksiz betimlemeler metnin dağılmasına ve nesnelliğini yitirmesine yol açar.” (Mahir Öztaş)

“Cümleleriniz sözdiziminden, hele hele yazım kurallarının en basiti(nden) yoksunsa anlaşılmaz bir yazı, ne idüğü belirsiz bir öykü çıkar ortaya. Bunlar bilinmeyince de öyküde uyguladığınız kurmacanın hiçbir özelliği kalmaz. Hiçbir şey anlatmayan, ya da her şeyi birden anlatan anlaşılmaz bir nesne olur.” (Adnan Özyalçıner)

 

  1. Genç öykücüler içerik, biçim ve anlatım olarak yetersizlerinin yanında eski bir havaya sahipler.

Öne Sürüşler:

“… Hüznü ironiye dönüştürme becerisinden yoksun…” (Tomris Uyar)

“Öykü… Müthiş bir disiplin ister. Gerek konu, gerek anlatım, gerek tiplemelerdeki, ayrıntılardaki, imgelerdeki incelik bakımından romandan da güç bir alandır.” (Erdal Öz)

“Bir öykü anlatım güzelliği, anlatım özelliği, sürükleyiciliği, okuma zevkimizi (keyfimizi) uyandırması, gerçekle çağrışımın abartıya düşmeden, yapaylaşmadan birbiriyle kaynaşmasıyla, ancak bizi doyuma ulaştırabilir sanıyorum.” (Zeyyat Selimoğlu)

“İçerik, biçim ve anlatım olarak eski…ler.” (İnci Aral)

Varlık‘a gelmiş olan öyküler içinden yayınlanabilir olanları seçmek çeşitli zorluklar taşıyordu. Bunların başında öykü denemeleri yapanların… modern Türk öykücülüğünü tanımamalarının yarattığı ‘demodelik’… geliyordu.” “Türk öykü yazarlarının dilde, duyuşta, öykünün yapısında yaptıkları ilerlemeleri tanımamanın verdiği ‘demodelik’…” (Demir Özlü)

“Yazarlar, uzun bir zamandan beri kullanıla kullanıla eskimiş, çürük sakıza dönmüş, artık kimseyi ilgilendirmeyen konulara yönelmişler, metinlerinin içeriklerini bu köhnemiş malzemeyle doldurmuşlar, ‘seçme’ sorunuyla ilgilenmemişler.” (Muzaffer Buyrukçu)

“… Eski tip yapışkan aşklar yine gündemde, hem de pek değişiklik içermeden.” (Hüseyin Peker)

 

  1. Genç öykücüler genelde iç gerilimden yoksun, ruhsal ayrıntılara inmeyen bir öyküleme içinde görünüyor.

Öne Sürüşler:

“… Ruh da yok. Günlük yaşamı birebir aktaran, iç gerilimi olmayan bir öykü kendini nasıl okutsun?” (Nursel Duruel)

“Psikolojik ayrıntılara girmek yok.” (Osman Şahin)

“Daha paylaşılabilir konular seçer(ler)se, iç konuşmaları azaltır(lar)sa, süslemelerden kurtulur(lar)sa, iyi öyküler yaza(bilirler).” “(Genç öykücülerin gönderdiği kimi öyküler)… duygulu ama öznel kalmış metinler. … Ama metinlerin büyüsü eksik.” (Mehmet Zaman Saçlıoğlu)

 

  1. Genç öykücüler doğal, içten değiller.

Öne Sürüşler:

“Öykü yazmak için yetenek, bilgi, birikim ve içtenlik gerekir…” (İnci Aral)

“Sade ve içten olmayı yeğleyen yazarların bazı öyküleri biraz daha işlense, özen gösterilse gerçekten ışıldayacak.” (Nursel Duruel)

“Önem verdiğim diğer öğelerse yalınlık ve içtenlik…” (Neşe Cehiz)

 

Ç. Gençler, Öykülerinde Dış Gerçeklikle Nasıl İlişkileniyor?

Bu yöndeki yargılar, kabaca şöyle özetlenebilir:

 

  1. Genç öykücüler toplumsal gerçeklikleri bilmiyor, kendileri için bir anlam kurmadıkları gibi bir bakış açısıyla dünya görüşü edinmiş de değiller.

Öne Sürüşler:

“Yazar, … yöresel rengi, kimliği içinde kavradığı insanı, evrensel boyutların içinde görmeye çalışır. (…) Bu onların toplumsal gerçeklikleri bilmedikleri, buradan hareketle kendilerine bir anlam kurmadıkları, bir dünya görüşü edinmedikleri anlamına geliyor.” (Nezihe Meriç)

“Her hikâyeci toplumuna karşı sorumludur. (…) Güzel olan paylaşmaktır, başka yürek ve kafalarda ufuklar açmak, onları zenginleştirmektir.” (Ayla Kutlu)

“Öyküde bakış açısı önemlidir. Anlatılan olaylara nereden, nasıl bakılacağı bilinmelidir. Tıpkı bir kameraman ya da fotoğraf sanatçısı gibi olaya göre açıyı ayarlamak gerekir. En iyi nereden nasıl görülür, gösterilir. Bu da öykülerin canlılığını, yaşarlığını sağlar. Aktarılan görüntüler aklınızda kalır, unutulmaz.” (Adnan Özyalçıner)

“Yaşam çelişkiler demektir. Öykücü de bu yaşamın içindedir. Konuları bu yaşamın, bu çatışmaların birer aynası olmalıdır.” (Muzaffer İzgü)

 

  1. Genç öykücüler, yöresel rengi, kimliğiyle insanı tanıyıp onu evrensel boyutu içinde görmeye çalışmanın bilincinde değiller. Konu seçiminde çoğunlukla kendilerine dönükler ve içe kapalı bir anlatımı yeğliyorlar.

Öne Sürüşler:

“… Yazarlarımızın konularını seçerken, çoğunlukla kendilerine dönük ve içe kapalı bir anlatımı yeğledikleri…” (Erhan Bener)

“… Ülkemiz coğrafyasının her yeri ve her sınıftan kişisi… bu öykülerde anlatılmakta…” (Osman Şahin)

“… Ünlü öykücülerimizin işledikleri ‘bizden’likten, ‘yerli’likten eser yok. Oysa kendi insanının karakterini, tipini, gelenek-göreneklerle yönetilişlerini; konuşmalarını, takındıkları tavırları, tepkisiz kaldıkları ve tepki gösterdikleri davranışları anlatmak çok önemlidir.” (Muzaffer Buyrukçu)

“… İçsel sorunların, bunalımların (bir biçimde estetize edilmeden) anlatılması…” (Cemil Kavukçu)

“Bireyin iç dünyasına yolculuk!” “Bireyin her biri başlı başına bir evren olan dünyasını yansıtan bir ayna bu. Büyük kentin, gelişen teknolojinin, çağdaş yaşam koşullarının bir anda yok ediverdiği insan ilişkileri karşısında kendisini boşlukta bulan bireyin yaşadığı boğuntuları görüyorum bu aynada. Ve… intihar olgusunu!” (Mustafa Balel)

 

D. Genç Öykücüler Ne Okuyor, Nelerden Etkileniyor?

Bu yöndeki yargılar, kabaca şöyle özetlenebilir:

 

  1. Genç öykücüler, ustaların yazdıklarını okumuyor.

Öne Sürüşler:

“… Genç yazarlar Türkçemizin, ustalarca ne kadar güzel kullanıldığının farkında değiller. Sanırım yazmaktan, okumaya pek fırsat bulamıyorlar… Yazmanın tek okulu ustaların yazdıklarıdır.” (Erdal Öz)

“Adayların özellikle çağdaş Türk öykülerini ve öykücülerini pek az okumuş ya da hiç okumamış ve tanımıyor olmaları en zayıf yanları…” “Günümüz yazarlarının nasıl, ne tür öyküler yazdıklarını bilmeyen bir öykücü adayının başarılı olması çok zayıf bir olasılık… Öykü yazma çabasının yarısı türün önemli örneklerini dikkatle, iyi okumaktır.” (İnci Aral)

“… Lütfen daha çok hikâye okuyun.” (Buket Uzuner)

“Tam tamına bambaşka şeyler yapacak olan bir yazar da arkada olanı, klasik olanı bilmek zorundadır.” (Demir Özlü)

“En azından onlar gibi, onların düzeyinde öyküler yazabilmek için Türk edebiyatının ulularını, ‘yüz akları’nı okuyacaksın… senden öncekilerin yaptıklarını saptayacaksın ki aynılarını yazmayasın, tekrarlamayasın…” (Muzaffer Buyrukçu)

“Bu öykücülerin (…) kendi bildikleri yolda daha fazla okumaları…” (Mahir Öztaş)

“Sabırla okumalı…” (Leylâ Erbil)

“… Yanlışlardan kurtulmanın bir tek yolu var. … Önce bol bol anlayarak, irdeleyerek okumak.” “Özellikle Memduh Şevket Esendal’ın öykülerindeki günlük yaşama bakışındaki yalınlığı, bu yalınlığın altında yatan günlük olaylardaki derin insansal ilişkileri, yaşamsal çelişkilerin acısı yanında gülünçlü yanlarını görmek gerekir.” “Sait Faik’ten sıradan insanların günlük olaylar karşısındaki davranışlarını, insan ve doğa sevgisini, yaşamın şiirini öğrenmelisiniz.” “Sabahattin Ali’nin öykülerinde toplumsal olaylarla çelişkilere bakışındaki insancıl açıya dikkat etmelisiniz.” “Toplumsal gerçeklerle çelişkileri irdeleyen Orhan Kemal’in öykülerindeyse uzun uzun ruh çözümlemeleri yapmadan karşılıklı konuşmalarla insan ilişkilerini,  insanların kişilikleriyle karakterlerini nasıl ortaya çıkardığını bilmelisiniz.” (Adnan Özyalçıner)

“Öykü yazınımızın son yıllardaki canlılığının bir başka göstergesi… gençlerin… önceki dönemlere oranla daha çok öyküye yönelmeleri. Buna karşın öykü kitaplarına olan ilgiye (ya da ilgisizliğe) bakıldığında, ‘öykü yazmak’ ile ‘öykü okuma’nın atbaşı gitmediği gerçeği ortaya çıkıyor.” (Cemil Kavukçu)

“Çok okumak dili ve kurgu tekniklerini geliştirir; zihni açar.” “Çok okuması, ustaları okuması gerekir.” (Mehmet zaman Saçlıoğlu)

“… Öykücülüğümüzü(n) izle(n)mesi gerekiyor.” “Daha çok okumalı, birçok genç arkadaşımız gibi.” (Hüseyin Peker)

 

  1. Genç öykücülerin kitle iletişim araçlarının yönlendirmesine kapıldıkları, bundan olumsuz etkilendikleri; öte yandan son moda anlatılara özendikleri, yabancı yazarların çevirilerinden beslendikleri gözleniyor. Buna öykünme de eklenebilir. Bu nedenle de yapaylar, özentililer.

Öne Sürüşler:

“Kişisel üslubu yapaylık sınırına zorlama eğilimi de bir o kadar baskın.” (Tomris Uyar)

“Yaşamadıkları, gözlemlemedikleri, algılamadıkları, ama yazarsam çarpıcı olur diye düşündükleri konuları, yapay olarak kurgulayıp, uydur uydur yaz formülüyle işleyenler daha baştan açık veriyorlar. Acemice şeyler yazıyorlar.” (Nezihe Meriç)

“Medyatik pompalamanın sonucu örnek alınan Türk yazarlarının yarattığı olumsuzluk ciddi biçimde tartışılmalı.” (Ayla Kutlu)

“Cümlelerde görsel medyanın etkisi yoğun.” (Leylâ Erbil)

“… Son moda anlatımlara özenmek, hele hele yabancı yazarların çevirilerinden beslenmeye kalkışmak yanıltıcıdır.” (Adnan Özyalçıner)

“… Biçimci yazarlara öykünülerek kötü çeviri kokan öyküler yazılması…” (Cemil Kavukçu)

“Çoğu deneme çok yapay ve özenti.” “Bazı yazılarda ‘öykünme’ neredeyse ‘intihal’e dönüşmüş. Yazarları taklit etme eğilimi yaygın.” (Oya Baydar)

 

E. Genç Öykücüler Yurtta Nasıl Bir Dağılım, Yazarlıkta Nasıl Bir Kararlılık Gösteriyor?

Bu yöndeki yargılar, kabaca şöyle özetlenebilir:

 

  1. Genç öykücülerin Türkiye’nin çeşitli yerlerine, çeşitli meslek gruplarına, cinslere dağılmış olmasını sevinçle karşılamak gerekir. Kadın öykücüler de sayıca önemli bir yükseliş içinde görünüyor.

Öne Sürüşler:

“Öyküyle ilgilenen, edebiyatla, yazmakla ilgilenen bunca insanın varlığı umut verici. Yalnızca edebiyattan değil, gerçek sanattan, pop olmayan kültürden bunca uzaklaştırma çabasına karşın, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden, çeşitli meslek gruplarından insanların öyküye, doğrucası yazmaya bunca istekli oluşları…” (Feyza Hepçilingirler)

“… Öykülerini gönderenlerin yarıya yakınının kadın olması…” (Osman Şahin)

“Genç kalemler tarafından yazılan bu kadar çok sayıda öykünün yollanması sevindirdi beni.” (Nazlı Eray)

 

  1. Genç öykücülerin yazarlıkta “kararlılık”, “sabır” kavramları üzerinde daha çok düşünmeleri gerekiyor.

Öne Sürüşler:

“…Bu öykülerin dergilerde yayınlananlardan geri kalır yanı yok, hatta bir bölüğü onlardan daha iyi.” (Tomris Uyar)

“… Arada Varlık ve benceğiz olmasa da fışkıracaktı onlar.” “Bir romancının, bir öykücünün, bir şairin doğduğunu görmek, biz ölümlülerin belki de en büyük hazzıdır.” (Hulki Aktunç)

“Eğer yazmayı gerçekten İş edinecek kadar çok seviyorsanız ve edebiyat dünyamızda Ben de Varım! demeyi kafanıza taktıysanız, yazmaya aşkla ve dirençle devam edin.” (Buket Uzuner)

“Özellikle yeni başlayanlara sevgiyle yaklaşmak asıl görevimizdir. Aksine davranış, doğmadan yıkılan sanatçılara kurşun sıkmak olabilir.” (Ayla Kutlu)

“Bu yorucu, yıpratıcı, sana ‘yaratma’nın zevkinden ve varlığına armağan ettiği güzelliklerden başka bir şey vermeyen… yazarlığı bir yaşam biçimine dönüştürmeyi başarabilirsen burada, edebiyat alanında kal. Ama değilsen, hemen oradan uzaklaş…” (Muzaffer Buyrukçu)

“… Sabırla yazmalısınız. Sabırla diyorum, çünkü anlatımdaki genç ritim hızının ayırdındayım. Merak etmeyin iyi öyküler bu ritimle de yazılır; ritim ve hız kavramlarını akla getirmeden de okunurlar. Asıl tehlikenin görsellik tuzağının içerdiği sığlıkta yattığını düşünürüm.” “Öykü gönderen bütün arkadaşlarıma kim ne derse desin, öykü çalışmalarını inatla sürdürerek, seçkin öyküler üzerinde derinlemesine düşünerek, bir varoluş biçimi olan yazarlık iradesine kavuşmalarını dilerim.” (Leylâ Erbil)

“Ülkemizdeki nüfusun okuma yazma, edebiyata ilgi oranını düşündükçe, yanlış da olsa, kötü da olsa genç insanların bir şeyler yazma dürtüsünü duymalarını ve yazıp yayımlatmaya çalışmalarını çok değerli buluyorum.” (Mehmet Zaman Saçlıoğlu)

“… Ben yazıda sabrın en büyük itici güçlerden biri olduğuna da inanıyorum.” “… Yazmak her şeyden önce bir tutku ve gönül işi…” (Mario Levi)

“… Öykülerinizi her dergide yayımlatabilecek kıvama geleceksiniz… Yeter ki coşkunuz azalmasın!” (İbrahim Yıldırım)

 

Ustalarca yukarıda dile getirilen düşünceler, görüldüğü gibi bir genç öykücünün tüm varoluş aşamalarını içeriyor. Bunları yeniden başlıklar halinde toplarsak aşağıdaki gibi üç arabaşlıkla karşılaşacağımızı sanıyorum:

  1. Genç öykücünün kimliği (dış gerçekliklerle ilişkilenişi) ve yazarlığa yönelişi (etkilenmeleri),
  2. Genç öykücünün kendini yazar olarak yetiştirmeye yönelişi,
  3. Genç öykücünün ürünlerine yansıyan yazarlık düzeyi.

Ustaların, 1997-2002 arasında beş yıllık gözlem doğrultusunda bu başlıklar altındaki yargıları, şu şekilde özetlenebilir gibi geliyor bana:

Genç öykücülerin, öykü sanatına yönelişlerinde gözlenen nicelik, enikonu ortaya çıkan nitelik sevindirici olmakla birlikte, henüz “okuma”yı bir “ders” gibi almadıklarını, bu nedenle de “öykünme” aşamasını geçemedikleri söylenebilir.

Bu eksikliğin, genç öykücülerin, kendilerini bir yazar olarak yetiştirmeye adamamalarından, sıkı bir çalışma düzenine girmemelerinden kaynaklandığı öne sürülebilir.

İşte bu nedenle genç öykücülerin ürettiği çok sayıdaki öyküden ancak pek azının, ötekilerden sıyrılıp öne geçtiği görülüyor. Hepsi de bunu başarabilecek bir yetenek gösterdikleri halde anılan nedenlerle “öykücülüğümüz ortalaması”nın ne yazık ki hep altında kalıyorlar.

 

Sonuçta ustaların, genç öykücülerle, onların ürünleriyle ilgili, genelde olumsuz bir izlenime sahip olduklarını söylemek olası.

Bize düşen iş burada dile getirilen düşünceleri topluca benimsemek ya da buna karşı çıkmak değil, bunu tartışmak olmalı!

Tartışmaya katılması gerekenler, kanımca, bu kez genç öykücüler! Çünkü son on yıldır, bu konudaki tartışmalara en az katılanlar onlar oldu.

Evet genç öykücüler, ustalar konuştu, sıra sizde!

 

ALTYAZI

Bu yazının, Agora’da (Sayı 34, 35, 36) yayımlanan “Son Dönem Öykücülüğümüz”, “Ustalardan Öykü Dersleri-I” ve “Ustalardan Öykü Dersleri-II” başlıklı çalışmalarımla birlikte değerlendirilmesinin okur için yararlı olacağını anımsatmak gereği duyuyorum.