Yaratıcı Dramayla Halkların Doğum-Düğün-Ölüm Kültürünü Süzmek…

YARATICI DRAMAYLA HALKLARIN DOĞUM-DÜĞÜN-ÖLÜM KÜLTÜRÜNÜ SÜZMEK…

M.Sadık Aslankara

11.Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Seminerindeki atölyelerden biri AB destekli bir projeydi aynı zamanda: “Kültürlerarası Etkileşim”.

H.Ömer Adıgüzel’le Ali Öztürk’ün birlikte yürüttükleri; yedi farklı ülkeden 18-25 yaş arası yirmi kişinin katılımıyla gerçekleştirilen atölyede, “kültürlerarası etkileşim” bağlamında “doğum-düğün-ölüm” izleği, yaratıcı dramanın altın ışığında süzdürülmüş, tayftan geçirilmiş oldu.

Nasıl mı? Olabildiğince az söz kullanarak, oyunun, dramanın evrensel dil olduğunun bilincine vara vara, sonrasında buna sığınarak…

Ölümsüz bilimci, yazar Sedat Veyis Örnek’in budunbilimsel çalışmalarından, özellikle de Anadolu Folklorunda Ölüm (1971), İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane (1971), Türk Halkbilimi (1977) vb. kitaplarını nasıl anımsamazsınız şimdi? Ya bunlardan kalkarak Yeşim Dorman’ın verimlediği o kıvrak oyun Doğum Düğün Ölüm’ü?…

Adıgüzel’le Öztürk’ün tam bir yetkeyle atölye çalışmalarını izlerken bunları düşünmeden edemedim doğrusu… Adıgüzel’le Öztürk, ilkin yaşadıkları toplumlarda kendilerini kuşatmış bu çok doğal kuttörenleri çağrışımlarla belleklerinden geçirmelerini istiyor katılımcı gençlerden…

Sonrası çorap söküğü gibi geliyor kuşkusuz… Bir yurtta yaşananın, karalarca uzağındaki başka bir toplumda bir başka değişkesiyle karşılaşılabiliyor çünkü. Diyeceğim insanlar dünyanın dört bir yanına dağılmış da olsalar, sevinçleriyle üzünçlerini, korkularıyla tasalarını çok büyük bir örtüşmeyle yaşıyorlar.

O zaman kolay elbette iş… Her genç, kendi toplumunun değerlerini taşıyacak, birbirlerine bunu yansıtırken bir mozaik bütünü içinde parça olmanın doyulmaz tadına varacaklar.

Gençler işte böylesi bir ortak çalışmanın ardından atölyedeki yaratıcı drama çalışmasına geçiyor… Dünyanın dört bir yanından gelen farklı dillerdeki sevinç çığlıkları, acılı haykırışlar, ağıtlar, kutsamalar birbirine karışıyor atölye salonunda.

Ali Öztürk Orf yöntemini de arkasına alarak Avrupalı gençleri ezgilerden kalkarak yorumlama olanaklarıyla yüz yüze getiriyor bu arada: Te-ra-zi las-tik cim-nas-tik. Şimdi sıra gençlerde, kendi yaşam tanıklıklarında, halklarının acılarında, umutlarında… Aynı bir atölyede birer metre arayla camiden çıkıp kiliseye, oradan çıkıp sinagoga giriyorsunuz sanki…

İnsanların birbirini sevmesi için ne çok gerekçesi varmış meğer…

Bir iple ayakkabı da yetebiliyor çalışmayı yönlendirebilmek için. Yerine göre bütün değerleri simgeliyor bunlar, yerine göre nesneleri… Hazırlanan sahnelerde ölüm nedenleri üzerinde duruluyor. Üçerli, dörderli gruplar, ölüm ritüeline çalışıyorlar. Bir anda ağıtlar kaplıyor ortalığı. Tüm dünyanın dili değil mi bu: sevinçler, üzünçler…

Çalışmalarını olgunlaştırdıktan sonra bir geri dönüşle başlayacak grupların oluşturduğu donuk fotoğraf kompozisyonları. Ardından görsel, imgesel, işitsel bir yaşam sunumu akmaya koyulacak gençlerin atölye çalışmasında…

 

Yirmi genç, atölye çalışması sona erdiğinde, yaratıcı dramanın ışığında artık başkası olmuşlardı. Hem kendileriydiler hem ötekilerinin yerine de geçmişlerdi bir çalım. İspanyol Almanın, Türk Yunanın, İngiliz Fransızın duygularını anlayabiliyor, farklı dille, farklı inançla bir araya gelseler de tüm dünya halklarının ortak dili anlamında doğum-düğün-ölüm paydasında bir araya gelebiliyorlardı.

Üstelik bu çalışmalarını Hong Kong’da uluslararası bir toplantıda sunum olarak da sergileyecekler, yaktıkları ışığa, dünyanın öteki gençlerini de çağıracaklardı.

Ah dedim kendime, tam bizim toplumumuza göre proje; almalı kalınından bir kızılcık sopası, çekmeli Türk, Kürt, Çerkez, Ermeni, Yahudi, Rum, şu bu ne kadar dangalağımız varsa, yer misin yemez misin, hepsini de böylesi bir yaratıcı drama atölyesinden geçirmeli…

Öyle ya, birbirimizi doğum-düğün-ölüm kültüründe tanıyıp anlayamayacaksak, anladığımız halde anlaşamayacaksak yurt mu kalır ortada? Ne işimiz var o zaman böylesi bir yurtta?

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen o yirmi genç şimdi nerededir bilmiyorum. Ama onların, artık her doğumda, düğünde, ölümde bütün dünyayı, dünya halklarını kucaklayacağını çok iyi biliyorum…