BÜCHNER’İN “LENZ”İ; YARATICILIĞA YOLCULUK…
M.Sadık Aslankara
(26.10.2017 YAZISIDIR.)
“Sayfa Yazısı”nda Georg Büchner’in (1813-1837) tek öyküsü “Lenz”e dönük dile getirdiklerim, yazar Büchner’le öykü karakteri yazar Jacob Michael Reinhold Lenz (1751-1792) üzerine bir altlık hazırlamaya dönük satırlardan oluşuyor daha çok.
Şimdiyse Büchner’in “Lenz” öyküsü için öne sürülebilecek yaklaşımlarla öne sürüşlere geliyor sıra.
“Lenz”, bir uzun öykü değil, ama oylumca “kısa” sayılmasa da, “kısa öykü” nitelemesi içinde değerlendirilebilecek bir örnek. Öykünün kapsanık temelde iç dinamikleri yerli yerinde yapılandırılmış, evreni, kişileriyle gerçektenlik duygusunu yükselten bir öykü.
Belgesel film, oyun, roman vb. yapıtlar kurmacanın vazgeçilemez bir tutkusuna dönüşmüş bulunuyor artık. Öyle ki zaman zaman kurmacalara bir belgesel havası kazandırılmaya hatta böyle bir süs yakıştırılmaya, ötesinde sos eklenmeye çalışıldığı bile oluyor. Bu doğrultuda “belgesel öykü” de olabilir kuşkusuz. Ne ki “belgesel” nitelemesinden, herhangi belge kullanılmakla birlikte sanatçının bir biçimde bunu kendi süzgecinden geçirip yapıtı için özel kıldığı bir dönüştürüme uğratarak bu soyutlayımı yapıtla bütünlemede gösterdiği hüner anlaşılmalı yine de.
Borges’in kurmacayla olgusalı ya da belgeyi nasıl karmakarışık hale getirdiği anımsanırsa, bu yaklaşımın bugün tüm dünya yazınında, üstelik her türde alabildiğine yükseliş sergilediği söylenebilir pekâlâ.
O halde Büchner’in “Lenz”inin, olanı biteni anlatan, bununla yetinen bir örnek olmadığı daha işin başında anlaşılmış bulunmalı.
Nedir peki bu öyküyü önemli kılan?
Büchner, öyküye girişte, yolda yürüyen Lenz karakterinin iç dünyasına bakıyor ilkin, onun algılanışında herhangi ikircim yaşanmaması için bunun önünü kesiyor öncelikle. Sözgelimi Lenz’i anlatırken, “içinde bir sıkıntı duydu, bir şeyler aradı, kaybolmuş düşleri arar gibi, ama hiçbir şey bulamadı,” diyerek başlıyor, sonrasında öykü kişisinin ruh dünyasını aktarmayı sürdürüyor: “Korkunç bir yalnızlık duydu; yalnızdı, yapayalnız.” “…içinde bir boşluk duydu, yine dağdaki gibi…” “…o kendisi de bir düştü.”
Karakter Lenz’i, artık tam anlamıyla içerden tanımaya koyuluruz. Yazar, dıştan anlatımını sürdürmektedir hâlâ. Devam edelim:
“… [A]kşama doğru garip bir korkuya tutuldu, güneşin arkasından koşmak istiyordu.” “Çevresindeki … eşyaları yakalamaya çalıştı. Önünden hızla bir şeyler geçiyordu, onlara sarıldı; gölgelerde bunlar, içinden yaşam çekiliyordu…” “… Garip bir Noel duygusu sardı içini: Ağaçlardan birinin arkasından annesi çıkıverecek sanıyordu arada bir…” “Evren yara içindeydi ona göre; bundan derin, anlatılmaz bir acı duyuyordu.” “Bitmek tükenmek bilmeyen acısından kurtulmak için her şeye sarılıyordu korkuyla…”
Nitekim “Lenz” öyküsü üzerine bütünsel anlamda bir çalışma bulunmadığı gerçeğinden kalkarak değerli bir çalışma yapan Ersel Kayaoğlu, Büchner karakterlerindeki “varoluşsal korku üzerinde dururken, “varoluşsal anlamsızlığa kapılmış modern insanın öncüsü olarak bu figürün”, yani öyküdeki Lenz karakterinin tahliline girişiyor.
Biz yeniden öyküye dönelim, n’oluyor sonra?
“Bir süre sonra içeriye bir adam girdi…” “Lenz düş görerek uyukluyordu…” Artık Lenz; kendisi ve karşı kendisi olarak âdeta bütünleşmiş, yarılmış kişiliğinin oyunlarıyla senli benli hale gelmiştir.
Derken “dışarıdan” anlatım, Lenz’in kişilik yarılmasıyla uyumlu açık bir biçimde “içeriden” bakışa doğru kayıyor. Denebilir ki Lenz’deki değişim anbean anlatımla pekiştirilir önce, sonrasında tempo alabildiğine yükselerek finale doğru âdeta bir koşar adımlık sergiler hatta.
Böylelikle öykü, anlatımcı olmaktan kurtulup, tıpkı Lenz benzeri yüklerini ya da safralarını atarak özgürleşir, göstermeci hale geçer. Okur da kendisini Lenz’in yerinde görür gibi olur bir açıdan.
Yazarın bu tutumunu oyunlarında, yarattığı karakterlerde de görüyoruz aslında. Onun kişileri, yalınkat, yazarın oturup yazıverdiği yapay, kukla benzeri kişilikler değildir hiçbir zaman. Gerek oyunlarındaki gerekse “Lenz”deki yüksek gerçektenlik duygusunun temeli, dayanakları burada aranabilir. Çünkü Büchner’in anlatı karakterleri, toplumsal sıkışmışlık içinde yaşayan, bu baskılanmayı yansıtırken herhangi çözüm üretemeyen kişilerdir.
Demek ki hikâye edenle öyküleyen olarak yazarın bir belgeyi, üstelik olduğu gibi, hatta yer yer alıntılar da kullanarak bundan nasıl yararlandığını, yarattığı olanakları görebiliyoruz bu tür bir ayrıştırmaya giriştiğimizde.
Georg Büchner, “Lenz” öyküsüyle Çehov’dan önce, Poe’yla eşzamanlı, yüz seksen yıl kadar önce farklı bir kanal açmış oluyor yirmilerinin başında bir delikanlı olarak dünya yazınında.
Sorun, yaşadığı çağda bunun anlaşılamamış olması. Bir başka yan da bizde, bu öykü üzerinde durulmayışı, “yaratıcı yazarlık” konusunda olgusal olanın kurmacasal alanda kullanılabilmesi çerçevesinde “Lenz” öyküsünün bir kılavuz olarak alınamaması.
Umalım, dileyelim, Büchner’in “Lenz” öyküsü, gecikmeyle de olsa genç öykücülerden hak ettiği ilgiyi görür.
Kaynaklar:
Georg Büchner; Bütün Oyunları ve Lenz (Oyun çevirileri: Aziz Çalışlar, Adalet Cimcoz, Hasan Kuruyazıcı; alıntılarda “Lenz” çevirisi için bak.: Hasan Kuruyazıcı; Adam Yayıncılık, 1982, ss.172, 173, 175, 176, 177, 179, 183, 184)
Ersel Kayaoğlu; “Georg Büchner’in Lenz’i; (www.journals.istanbul.edu.tr/iuaded/article/view/1023015727)