Cemil Kavukçu Öykücülüğünde Yaratıcı Yazarlık…
M.Sadık Aslankara
(5.10.2017 YAZISIDIR.)
Cemil Kavukçu’nun Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz adlı “uzun öykü”sünü (Can, 2017) okurken o tümcenin altını çizdim, sonra da sırtımı koltuğa yaslayıp düşündüm. Öykü karakterinin tümcesi şöyle:
“Önümde boşalmış bir bira bardağı varken hikâyenin kapıları yüzüme kapanmış demektir.”
Bir pazar günü garsonla müdavim iki birahane kuşunun, âdeta sabah açılışı yaptığı mekâna, bir gün önce annesinin cenazesine gelmiş ama dönmeden önce içilecek yer arayan Ali Rıza Kaptan da palas pandıras düşünce buraya, art arda biraları devirmeye koyulur üçlü.
Ama Ali Rıza Kaptanın anlattıkları garson Gero’yla Feridun’u bağlamaya yeter. Neler anlatır kaptan, kulak verelim mi:
“Ben uzak yol kaptanıyım. Süvari değilim, henüz o mertebeye ulaşamadım. Bu da mümkün değil. Üçüncü kaptanım. İkinci olmayı bile istemedim Neden derseniz o ayrı bir hikâye. Sonuçta, gemilerin seyir defterini üçüncü kaptanlar tutar ya, beni bağlayan da bu oldu. Yoksa ne kaptanlık umurumda, ne deniz ne de gemiler. Zaman zaman, denizlerde ne işim var, ben yazar olmalıymışım diye düşünürüm. Seyir defterini yazarken kalem denetimimden çıkar, olmadık şeyler yazarım ve arada edebiyat paralamadan da yapamam. Son çalıştığım gemiye kadar bu konuda ciddi sıkıntılar yaşadım. Sorun yazdığım seyir defterleri oldu hep. Mesleği bırakmayı bile düşündüm. Çok gemi değiştirmek zorunda kaldım, sonunda aradığım yeri buldum. Süvarimiz Aşkı Kaptan özel biri. (…) Öyle ki, kimi geceler seyir defterini alıp kamarasına çekilir, yatağına uzanıp yazdıklarımı romanmış gibi okurdu.”
Sonra işte yukarıya aldığım söz dökülüyor Ali Rıza Kaptanın ağzından, önündeki bira boşaldığında. Birası geldiğinde de sürdürüyor konuşmasını birahanenin bu beklenmeyen konuğu:
“Olmadık şeyler uydurmada üstüme yoktur. Asla o deftere girecek türden şeyler değil yazdıklarım, denizcilik disiplinine de aykırı. (…) Yorumlarımı da kattığım bir tür gemi güncesi sonuçta. Yazmaya başlayınca kalem sözümü dinlemeyen yaramaz bir çocuk oluyor.”
Ali Rıza’ya göre, zaten tümü de onların, “Aşkı Kaptan’ın yönetiminde bir gemi deli”den ibarettir.
(Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz, ss. 30, 31, 37, 40)
Cemil Kavukçu, her öyküsünü oyunlaştırarak kuruyor. Bu yapıtında da bunun yansıtımı çıkıyor karşımıza her zamanki gibi.
Oyun olgusu, tüm canlıların gösterdiği temel bir yöneliş. Çünkü kendilerini hayata oyunlarla hazırlıyor. Canlı derken oynayan canlının yalnız insan olduğu düşünülmemeli. İlk elde hayvanlardaki oyundur belki görünüp algılanan, ama bitkiler de hayata tutunabilmenin yolu olarak katılıyor oyuna.
Türkçede bitkilerin aldanması, şaşırtılması vb. deyişler birer oyun terimi aslında. Yabancı dillerde de buna benzer karşılıkları olduğu biliniyor bu sözcüklerin.
Oyun olgusu, yaşamımıza böylesine yayılıp kuşatırken bizi, sanatın bundan uzak duracağı düşünülebilir mi? Nitekim Shakespeare oyunlarının önemli bir ayıranıdır “oyun içinde oyun” olgusu, tiyatrodaki oyunun bile yine oyunsu süreçlerle işlediğini gösteriyor. Günümüzde eğitimden bilime oyundan yararlanılıyor olması, olgunun artık çok daha farklı boyutlara geldiğini ortaya koyuyor.
İşte Cemil Kavukçu, öyküleri kadar romanlarında da oyun olgusuna özel yer açan bir yazar. Nitekim bu son “uzun öykü”sünde de apaçık olgu halinde açık denizde önceden radarda görülenmemiş bir adanın birden ortaya çıkıp kayboluşu sonra yeniden ortaya çıkması oyunsu süreçte, âdeta toplu dramatizasyon havasında yaşanır “bir gemi deli” arasında.
Yaratıcı yazarlığın olmazsa olmazlarından biri işte bu “oyun” olgusu. Ne var ki hem iyi oyun kurucu, hem de iyi oyuncu olmak zorunlu. Diyelim tiyatrodasınız; hem oyun kuruyor hem de oynuyorsunuz… Grupça ya da herhangi spor karşılaşmasında takımca…
Ama bunu kalem kâğıtla yapmak zorundasınız yazarken. Kolay gibi görünebilir. Oynayın ilkönce, korkmayın, oynanan oyunlara katılın, sonra siz de oynar, farklı oyunlar kurabilirsiniz değil mi?