YARATICI YAZARLIK: Semih Gümüş’ten Bir “Yaratıcı Yazar” Portresi…

Semih Gümüş’ten Bir “Yaratıcı Yazar” Portresi…
M.Sadık Aslankara

Semih Gümüş,  Yalnızlık Kime Benzer (Can, 2017) adlı romanında, varlığı, ancak yokluğuyla somutlaşan Lal adlı sevgilisine söylüyor ya da onunla yaşadıklarını anımsıyor veya yazarlarla kitapların dünyasından taşıdıklarını onunla paylaşıyormuş havasında, kendi odasında okurluğuyla yazarlığını sürdüren yapayalnız bir adamın yaratı sancılarıyla yüzleştiriyor okuru.

Öyle ki, bir yandan bu anlatıcının anlattıklarını dinliyor, bu dinlemelerinizi düşünce çatkılarına vuruyor öte yandan kendiniz de buna ekleyebileceğiniz kitaplar, anlatı karakterleri ekleyerek romanı zenginleştirmeye girişiyorsunuz.

Lal için, “Belki yazarım bu yaşadıklarımızı,” der, şöyle sürdürür anlatıcı: “Seni bir romanın içinde canlandırarak, başkalarından aldıklarımın yanında en çok seni ve yarım kalmış bir aşk ve ayrılık hikâyesi içinde anlatarak.” Ne var ki ona göre, “Bir hayat, ancak yeniden yaşanabilirse hayattır.” (ss.16, 17, 19) “… Romanlarda yaşanan hayatlar, hiçbir gerçeklikleri olmasa bile duvarlarımızı yıkmaya yarar…” (52)

Sonrasında Semih Gümüş’ün romanında biz, bir yaratıcı yazar portresi oluşturmaya doğru yöneliriz âdeta ağır ağır. Anlatıcı aşkla giriş yapmıştır belki, ama hemen ardından bu aşkı yalnızlıkla, mutsuzlukla hareleyip kitaplara, kitaplardaki karakterlere geçmiştir.

Gelin şimdi yazarın satırlarıyla romandaki anlatıdan kalkarak bir yaratıcı yazar için bir çalımcık taslak portre oluşturmaya girişelim…

“Başkasının yalnızlığını keşfedersem onun yerine geçebilirim.” (21) “Yalnızlık hayatın temel koşulu.” (29) “Yalnızlık kendini bilmektir, diyor Octavio Paz. Yaşamın temel koşulu, kararsızlıktan kurtulacağımız bir sınav ve arınma.” (34) “Yazarın yalnızlığa çekilmiş yüzü unutuldu. Dışarı çıktığımda dışadönüklüğü abartırken yarattıkları yeni yazar kimliğiyle karşılaşacağımı düşününce burada kalmak daha iyi.” (38) “Yalnızlığı bir yıldız gibi taşıyan yazarlar hep bu yüzden mi dünyadan el etek çekince yazıdan başka bir dünya tanımaz, tepeden tırnağa yaratıcılığa ve yazıya kesen bir kişilik olarak insanlarla kesişmeyen bir koza örerler kendilerine. Onların yazdıklarını dokunarak okumak gerekir.” (44)

“Edebiyat marangozluktan başka bir şey değildir, diyor Márquez.” “Proust mu demiş; işin yüzde onu esin, yüzde doksanı alınteri.” “Hem yazmak hem marangoz olmak istiyorum, başka da hiçbir şey.” (39) “Önce zanaat ama sanatı içine alan bambaşka bir zanaat bu…” “…Sana okutmayı düşünmeseydim yazamazdım ki, diyorum.” (40)

“Ne kadar okursam okuyayım, okuyamadığım pek çok kitap kalacak geride. Kim okur onları. Kitaplarım burada ya da orada zihnimde yaşamayı sürdürecek.” (30)

“Buralardan çıkıp gittikten sonra yaratıcı yazının dünyasına giriyoruz, oradan çıktıktan sonra mum gibi aydınlattığımız sokaklarda yeniden dünyaya gelmek için kendimizi arıyoruz.” (49)

“Bütün aşkların sonunda ayrılıkla bitmesinin nedeni kendimiz gibi kalışımız değil mi.” (51)

Anlatıcının Lal’le konuşmalarını anımsayışı sonra:

“Başkalarına ve çevrene karşı olumsuz bir düşünme biçimin var, dedi. Sen okuduklarında yaşıyorsun sanki.” “Doğru değil, yazdıklarımda yaşıyorum aslında, dedim, okuduklarıma benzemeye çalışmıyorum.” Sonra ekliyor anlatıcı: “Yarattığımız kişilerden farklı değiliz.” (57)

Semih Gümüş, Yalnızlık Kime Benzer’de anlatıcıya “yaratıcı yazın” yolunda bir yazarlık giydirirken, kendi odasındaki yazarın yalnızlığıyla aşk beklentisi/beklentisizliğini harç yapıp sonra da bunun üzerine ona, okuduklarıyla yazmak istediklerini oturtmaya çalışıyor denebilir.

Bunlar bize, yaratıcı yazarlığı besleyen damarlardan birinin de aşk, ölüm, büyü olduğu denli aynı zamanda aşk acılarıyla simlenmiş bir yalnızlık olduğunu ortaya koyuyor denebilir.

Gerisi ise zanaatı içkin kılan sanat yolunda bir hayatı verip çıkmak, o kadar…