ÖYKÜCEK; M.S.Aslankara; BAHAR ASLAN

BAHAR ASLAN

M.Sadık Aslankara

Bahar Aslan’ın ilk kitabı Derin Uyku’yu (2003) okumuş değilim. On beş yılı aşkın süredir kalem oynattığı öykücülüğüne dönük düşüncelerim, sonradan yayımladığı iki kitaba dayanıyor bu nedenle: Moskova Defteri / Komünistler Moskova’ya! (2015), Bakü Defteri (2018).

Bahar, 1990’lar öykücü kuşağının toplumsal damarla buluşan kesiminden. Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Haldun Taner, 1950 kuşağı ortalayının izini sürüp yepyeni bireşimlere, farklı biçemlere ulaşanlardan.

Bu doğrultuda çağdaş göçerliğin, yersiz yurtsuzluğun, köksüzlüğün ya da bir türlü kök salamayışın öykülerini kaleme alırken, bunu hem toplum / toplumlar arası hem de çok kültürlülük temelinde yapılandırıyor. Ayrıca yitirilmiş zamanlardan çıkagelen kişilerle düşlerin de karşıladığı oluyor bizi.

Defterlerin açıldığı bu coğrafyalar, bütün gerçekliğiyle gözler önüne serilirken insanların “daha uzak bir yer” arayışının da hep sürdüğü gözleniyor. Kaynayan bir huzursuzluğun eşliğinde, farklı kültürlerden insanların harman olduğu kazana dönüşüyor sonuçta öykü evrenleri.

Bahar Aslan, hayatın diyalektik üçgeni doğum-düğün-ölüm izleğinin âdeta bir alt versiyonuna uygun yapılandırıyor bu öyküleri. Sınıfsal göndermeler, doğaya yönelik kıyımlar, yoksullara dayatılan acımasız yaşam güçlüğü hemen her öyküde yeniden biçim buluyor.

Bu bağlamda kentleri, ırasal, ekinsel yanları kadar mimari doku bağlamında işleyerek gözler önüne seriyor yazar. Yıkılım, yapılım, bu bağlamda altüst oluş öyküleri de denebilir Bahar’ın verimleri için.

Süreçler arası geçiş, çöküş-yapılanış türünde çelişik bir diyagramla da bakılabilir sanıyorum örneklere. Acaba hangi kültürün, dilin, dinin vb. ardılı olarak nasıl bir kimlikle dünyaya gelmeli ki insan, kavgadan, şiddetten, acıdan uzak yaşayabilsin, altüst oluştan kurtarabilsin kendisini? Kaldı ki bütün bunlara, ilk kitabından gelen göndermeyle “derin bir uyku”nun içinden de bakılabiliyor.

Hemen bütün öyküler, karşı açılarla birbirine giren farklı evrenlerin karakterleriyle dikkat çekici ivme yansıtıyor. Bunları açık biçimde, epik anlatı damarıyla içlidışlı yapılandırıyor yazar. Bu yaklaşım, öykülere, koltuklayıcı, sıcak bir salınım kazandırıyor. Ayrıca yer yer sinematografik akışın da buna eşlik ettiği söylenebilir.

Bahar Aslan, olağanüstü kıpırtılı, hayhuy içinde debelenildiği izlenimi bırakan öykü evrenlerinde kişilerine dönük yoğun bir iç-ses yüklemesi de getiriyor. Kendi ironisini kendi içinde taşıyan öyküler bunlar.

Moskova Defteri’nde öykülerin birbirini bütünleye tamamlaya akışı farklı bir doku ortaya çıkarıyor, sonradan yayımladığı Bakü Defteri’ne oranla. Yazar, her iki kitabının çatısını birbirinden ayırmayı başarıyor bu yolla.

Bahar’ın öykülerinden herhangi biriyle örtüşebilecek pek çok öykünün kaleme alındığı söylenebilir onlarca yazar tarafından şunca yıl içinde. Ama olaya bütünsel yaklaşım getirerek farklı tutum sergiliyor Bahar. Yuvarlamayla yarım yüzyıl önce Adnan Özyalçıner bunun öncülüğünü yapmıştı, Yağma (1971), Yıkım Günleri (1972) adlı yapıtlarıyla.

Gerçekten de bu öykülerde bir toplumun kırılma aksları, bozulum, çözülüm yansımaları, öteki kentsel veriler capcanlı gözler önüne seriliyor. Üstelik öyküye hiçbir halel getirilmeden. Bu yüzden üniversitelerin toplumbilim bölümlerinde ders olarak okutulabilecek düzeyde örneklere rastlanıyor. Ayrıca kentlilikle, kentliliğe dönük eleştirel bakışla, ideolojik yıkılıma karşı yeni bir arayışla da dikkati çekiyor yazarın yaklaşımı.

Moskova’dan Bakü’ye vardığına göre, Kars mars, Adana madana, İstanbul mistanbul defterleri beklenebilir Bahar’dan. Beklenmeli de ayrıca. Hele öykülerin İstanbullulukla kurduğu akrabalık apaçık ortadayken.