SAYFA YAZISI; ENTELEKTÜEL KOFLUK…

ENTELEKTÜEL KOFLUK…

M.Sadık Aslankara
(04.04.2024 YAZISIDIR.)

Başlıkta, “Entelektüel Koflaşma” biçiminde, görece daha alttan bir biçimlendirmeyi yeğleyebilirdim, buna dönük kararı siz verin yazının sonunda. Bu, daha yakışık alacak.

“Kof”tan, “kofluk”tan girelim yazıya.

Dil Derneği Türkçe Sözlük, bunların karşılığını şöyle vermiş:

Kof: 1.Kuruyarak ya da çürüyerek içi boşalmış olan, 2. Boş, değersiz, bilgisiz, yetkisiz (kimse), 3.Güçsüz, dermansız.

Kof çıkmak: Bir kimsenin bilgisiz, değersiz, işe yaramaz biri olduğu anlaşılmak.

Koflaşmak: Kof, değersiz bir duruma gelmek.

Kofluk: 1.Kof olma durumu, 2.İçi boş yer, 3.Bilgisizlik, ahmaklık, 4.Güçsüzlük, dermansızlık.

Sözcükler coğrafyasının bu açılımıyla önümüze çıkan alanları, sınırları tarttığımızda “entelektüel kofluk / koflaşma” konusunda daha başka herhangi açılıma gerek kalmadığını söyleyebiliriz. Buna özgü yazı kaleme getirmenin gereksizliğini de öne sürebiliriz aslında.

Sorun burada koflaşmaya giden süreç, buna yol açan etkenler, nedenler, asıl bunların içlerinin doldurulması önemli o halde.

Madem alanımızın sınırlarını çizdik, koflaşmanın nedenleri, buna yol açan etkenler üzerinde durabiliriz artık.

Yazının bundan sonraki bölümünde sözü Bilge Karasu’ya bırakacağım, herhangi yoruma yönelmeden onun sözleriyle ortaya çıkacak gerçeklik, bizi gitmemiz gereken yere ulaştıracaktır zaten.

Mustafa Arslantunalı, Bilge Karasu Aramızda (Metis, 1997, ss. 9-25) adlı seçkide “Bitmemiş Bir Konuşmadan” başlığı altında Bilge Karasu için, “aklına gelen her şeyi yazmaya değer bulmadığını söylemiş olmalı. Yazmam ama, diye devam ettiğini iyi hatırlıyorum çünkü, konuşurum,” demesi üzerine teyple, aralarında Bilge’ce konuşma-Mustafa’ca kayıt “oyun”u başlattıklarını yazıyor. 

Bu bağlamda Bilge Karasu’nun “Yazmak”, “Batı”, “Dil”, “Okumak” başlıkları altında söylediklerine bırakıyorum yazıyı.

Buyurun birlikte okuyalım bunları…

“Ben şu anda yazmakta olduğuma belli birtakım şeyleri yazdıktan sonra vardığıma göre, okur için de, hiç değilse kuramsal olarak beni baştan bu yana okumuş olanlar için de, belli bir yolda -ne demeli- birlikte yürünmüştür. Şimdi karşılaştığı şeyi yadırgasa da, daha öncekilere tıpatıp uygun bulmasa da, beni anlamakta herhalde daha az güçlük çekecektir. (…) Ama dediğim gibi, ille değişik, ille yeni bir şey olsun diye uğraşmıyorum ama, belli bir şeyi, çalışa çalışa vardığım bir noktada belli bir biçimde anlatmağa çalışıyorum. Bütün diyebileceğim bu. Bulmaca olsun diye uğraşmam, ama okurlarım da artık herhalde bana da bir parçacık alışmış olsalar gerek.”

“Ne bileyim, herhangi bir konuda herhangi bir şey düşünebilirim ama bunu yazmağa kalkmıyorum.” “Zaten o yüzden konuşuyoruz ya…”

“Dilden söz ediyorum. Türkçe diyorum ama, Türkçe’nin anlatı geleneği de şu ya da bu biçimde var. Buna yeni bir şeyler katabilirsek, ne mutlu bize. Nitekim uzun zamandır alışılagelmiş bir anlatı biçiminden uzaklaşmamış adam yok. Demek ki onlar da deniyorlar. Hepimiz deniyoruz.”

Herhangi bir metnin ortaya çıkması, ilkin o dilin, o metni söyleyebilir hale gelmiş olması demektir; böyle bir metin varsa.” “Sürekli olarak bir dilin söylemiş olduklarını kayda geçiren yapıtların oluşturduğu bir topluluktur o dilin yazını.” “…[Y]azın her şeyden fersah fersah ötededir, dilin belleğidir diye.”

“Okur deyince… Okur kim? Ama öyle bir okurdan söz ediyoruz ki, birçok okurun okuduklarını bir araya getiriyor. Bu okur hemen hemen yoktur. (…) Her şeyi okumuş, her şeyi taze taze belleğinde tutan bir okur yoktur, ama süreklilik okurlar arası ilişkidedir. Tabii okuyup konuşmayan okurları düşünmüyoruz burda. Okuyup konuşan, yazan okurları düşünüyoruz.”

Her okurun bir metinde bulunabilecek her şeyi görmesi söz konusu değil (…)… değişik okurların okumaları günün birinde bir araya gelince ya da gelirse, bir yazarın yapıtları üzerine biraz daha geniş, daha ayrıntılı sözler edilmiş olur.”

“Durmadan okumaktan söz ediliyor. Evet, ben de bir ömür boyu bunu yaptım, (gülerek) durmadan okudum, okudum ama, şimdi düşünüyorum, durmadan okumak, yani bir takım kitapları okumuş olarak rafa kaldırmak, bir yerlere yerleştirmek, şunları okudum demek mi amaç?” “Bu çabayı harcadığına göre bir iş yapmış oluyorsun. İyi de, bir iş yapmış olduğunu düşünebilirsin ama, okuduklarınla gerçekten başka şeyler arasında herhangi bir bağ kurabiliyor musun? İster başka okuduklarınla, ister kendi yaşadıklarınla, kendi düşündüklerinle… başka bir bağ kurabiliyor musun?”

“Yalnız birçok düşünce belli bağlamlarda, belli çağlarda, belli durumlarda ortaya atılmıştır. Bu durum değiştiği zaman, bu düşüncenin yeniden ele alınması, yeni bir duruma göre düşünülmesi, yeniden düşünülmesi, yeniden yorumlanması gerekecekken bunlar hep inat olarak kalıyor.”

“Çünkü düşünceler yerlerinde duran şeyler değildir, durmadan tartaklanan, durmadan eleştirilen, durmadan geliştirilen birtakım garip varlıklardır. Düşünceyi dondurmak kadar ya da günü geçmiş düşünceyi bugün herhangi bir yerde rastgele kullanmağa kalkmak kadar garip bir şey düşünemem.”

Görüyorsunuz, Bilge Karasu, bize entelektüel koflaşma kadar koflaşmayı durdurmanın nedenlerini birlikte sunuyor alıntıladığım bu konuşma parçalarıyla.

Elimizde bir akıl kırbacımız olacak. Yünü çırpan değnek, pamuğu attıran hallaç gerecine benzer, sürekli işleyeceğiz beynimizi, sorgulayıp dürteceğiz.

Bunun için de okurken-yazarken “dil”i yeniden yaracağız ilk iş bu olacak.