SAYFA YAZISI; ‘EDEBİYATIMIZ GEÇMİŞİNDEN KOPUK’ MU..

“EDEBİYATIMIZ GEÇMİŞİNDEN KOPUK” MU…

M.Sadık Aslankara
(14.03.2024 YAZISIDIR.)

Kendisi de öykücü Mehmet S.Aman, Adnan Özyalçıner’in doksanıncı yaşı, yetmişinci sanat yılı nedeniyle Cumhuriyet’te yazarla yaptığı söyleşiye, onun bir sözünü almış: “Edebiyatımız geçmişinden kopuk.” (26 Şubat 2024)

Mehmet’in bir sorusu üzerine Adnan Özyalçıner, “Edebiyatımızda yazınsal değerin yerini reklam değeri almış durumda. İnsandan, toplumsal yaşamdan kopuk bir serüven edebiyatı sürüyor, sürdürülüyor sanki,” deyip ardından şunları ekliyor:

“Günümüzde genç yazarlar, kuşaklar boyu gelişen / geliştirilen edebiyatımızdan habersizler. Okurlar da öyle. Gündelik, marka bir edebiyat sürüyor. Geçmişinden kopuk. Yaşam ve toplum gerçeğine odaklandıkça edebiyatın gereği yükselir. Edebiyatın geçmiş değerleriyle bağları kurdukça gününe de geleceğe de damgasını vurabilir yazarlar. Usta çırak ilişkisinden geçtim, günümüz yazarlarının kendi aralarında bir iletişimleri yok. Şimdi gençler, ‘İhtiyar işte, konuşuyor’ derlerse de inanmayın, Biz 1950 kuşağı yazarları arasında üçümüz, Kemal Özer, Erdal Öz ve ben, birbirimizden ayrılmazdık. Gün boyu aramızda yaşamla edebiyatı, özelliklerini konuşup tartıştığımız gibi mektuplaşarak da bu yaşamsal ve sanatsal düşünce alışverişimizi sürdürdük.”

Öykümüzün büyük ustası Adnan Özyalçıner, böyle söylese de gerçekte öykücülerin sıkı ilişkileniş sürdürdüklerini, birbirlerinin çalışmalarını izlemenin yanında kitaplarının yayımlanıyor olması koşuluyla öykünün önceki ustalarını tanıyıp okuduklarını da söyleyebiliriz kanımca. 

Adnan Özyalçıner’in ustalık yönetimiyle genç öykücü Aslı Solakoğlu tarafından yayımlanan İç (Daktylos, 2008) başlıklı öyküler toplamı için “İki Güzel Kalem” başlığıyla yazı kaleme alan Lütfiye Aydın şu açılımı getirmişti:

“Çok önemli bir geleneğimiz olan usta-çırak ilişkisinden, hangi yazarlarımız nasıl yetişti kimbilir? Ancak bu karatahtasız, tebeşirsiz okullardan biri olan Adnan Özyalçıner’in soyut okulundan yetişen Aslı Solakoğlu’nu biliyorum. (…) / İyi ustalar böyledir. Kendisi hiç ayırdında olmadan, dünyanın kimbilir neresindeki bir insana yalnızca okuma zevkini aşılamakla kalmaz, ona yazma virüsünü de tebelleş eder.” (6)

Lütfiye Aydın’ın sıcak sunuşu sonrasında Özyalçıner, “Neden Aslı Solakoğlu?”, Solakoğlu da “Neden Adnan Özyalçıner?” sorularının yanıtını veriyor kendilerince. Aslı, Adnan Özyalçıner’in kendisi için bir “model yazar” olduğunu dile getiriyor:

“Özyalçıner öykülerine konu olan sokaktaki insanın duru ama bir o kadar da zorlu yaşamına ortak olmam, çarpık sistemin tamamını edebiyat aracılığı ile yeniden okumamı ve hayatı estetik bir bakışla sorgulamamı sağladı.” (11, 12)

Aslı Solakoğlu, Adnan Özyalçıner’le farklı bir deneyim anlamında katıldığı, birlikte ürettikleri “görece” ortak yapıtta dile getiriyor bu sözleri. Onun, öykücülüğü üzerindeki doğrudan etkisini vurguluyor, bu çerçevede “edebiyat” odaklı yaşamındaki yerinin altını çiziyor.

Solakoğlu, toplumsal sorunlara duyarlı bir genç öykücü. Yoksul dış mahalle insanlarının, emekçilerin güçlüklerle örülü yaşamını odaklıyor öykülerinde. Bunların arasına yerleştirdiği kadınlara yönelik bakışındaki derinlik de bir o kadar anlamlı.

Bu öykülerde, öykü gerçekliğinin her kezinde uzamla, kahramanla değişen yanlarının temel paydaşlık bağlamında yeniden ele alınış biçimini önemsediğimi belirteyim. Öykülerdeki bir hoş yan da, yoksul yaşamını anlatmak yerine bunun bizde yaratacağı etkiyi pekiştirmeye, bu etkinin yerini bulması için çabalamaya girişmesi…

Sonuçta Özyalçıner’le Solakoğlu’nun İç’teki öykü örnekleri, bir öykü buluşmasının somutlanışı olduğu kadar öyküye duyulan saygının, sevginin, tutkunun, diyelim bir “öykü aşkı”nın ifadesi olarak da alınmalı! Evet öykü, bir ağaca suyun yürümesinden, dalın çiçeklenişinden, öykü çiçeğinin aşkla ballanışından başka şey değil. Bunlar varsa, öykü de var orada, yoksa zaten yaşam da yok demek, öykü niye açsın böyle bir zifiri karanlıkta?

Yazınsal olan üzerinde uzun uzadıya durup sindirdiği izlenimi bırakan bir yazarlıkla geliyor Aslı Solakoğlu karşımıza. Adnan Özyalçıner’le bir öykü ahiliği bağlamında usta çırak ilişkisini deneylediği İç (Daktylos, 2008) adlı kitabın ardından ilk öyküler toplamı Hayata Yetişmek’te (Yitik Ülke, 2011) toplumsalı, sınıfsal temeller üzerine oturtarak siyasal öykü verimlemenin düzeyli örneklerini sergiliyor denebilir genç öykücü.

Emekçi dünyasına özgülenmiş öyküler bunlar. Öykünün bütün gerekleri yerine getirilerek gecekondu yaşamına yaklaşımı dikkat çekici yazarın. Bu çerçevede günümüz genç öyküsü içinde, zaman zaman adlarını andığım ötekilerle birlikte toplumsal damarı geliştirici yönde öykü verimleyen başarılı örnekler arasında bundan böyle Aslı’yı da anmak gerekecek. Geniş coğrafyada evrensel insan gerçekliğiyle bizi karşıladığı öyküleriyle Aslı, üzerinde durulması gereken bir genç öykücü olduğu izlenimi bırakıyor çünkü insanda.

Aslı Solakoğlu’nun işbirliği yanında öteki genç öykücülerimizin de Adnan Özyalçıner’i yakından tanıdığını kestirmek zor değil.

Ne var ki Özyalçıner’in, “kitaplarının yasağı kalktıktan sonra okuyabildiğim Sabahattin Ali,” deyişindeki sızlanmasına benzer kimi kopukluklar geçmişte olduğu gibi günümüzde de yaşanabiliyor. Sözgelimi Memduh Şevket Esendal’ın öyküleri Bilgi tarafından yayımlandığı halde telifi kamuya geçtiğinde bütün yayınevlerince yayımlanmaya koyulunca, hatta pek çoklarınca öykü seçkileri de hazırlanınca herkes daha yakından tanıma fırsatı yakaladı büyük öykücü MŞE’yi.

Diyeceğim, “Edebiyatımız geçmişinden kopuk” sözü, bir yuvarlamayla gençlere yakıştırılsa da olgusal gerçekle örtüştürülmesi kuşku götürür kanımca.