SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜ DENKLEMİNDE OKUR-YAZAR AYAĞI…

ÖYKÜ DENKLEMİNDE OKUR-YAZAR AYAĞI…

M.Sadık Aslankara
(29.12.2022 YAZISIDIR.)

“İyi öykü”, bir “denklem” bağlamında alınabilirse eğer, bu denklemi oluşturan bölenler ya da ayaklar arasında bir uyum aranması, bu çerçevede doğru yönlü bir akış beklenmesi, bunun gözetilmesi kaçınılmaz hale gelecektir zorunlu olarak.

Öyleyse “iyi öykü” için yazar ve okur çatalında işlerin olağan bir akışla iyi gitmesi umulur, bir sacayağını oluşturması beklenen üçüncü ayak, sonradan gelecek demektir, yani “öykü sanatı” “öyküleme”.

Nasıl ki tiyatroda önce oyuncu ve seyirci bekleniyor, bu ikisi olmadan tiyatro sanatı salt okunan metin halinde güdük kalıyorsa ve “tiyatro sanatı”, ancak bu ikisinden sonra aranıyor, sanata uyum sağlanıyorsa öyküde de bu sanatın gerekleri, gerekirlikleri düşünülmeksizin ilkin yazarla okuru arayacak demektir gözler. Tiyatronun ikilisindekine benzer biçimde öykü yazarıyla öykü okuru arasında kalan çatal da sağlıklı kurulup işleyebilmelidir ki, kurulu olan akış düzgün gidebilsin. Zaten bu arada “öykü sanatı” devreye girecektir kendiliğinden, bu sacayağının en önemli yetkesi konumuyla çatala müdahale edebilecek olan da o değil midir?

Ne var ki öykü denkleminde işlerin yolunda gitmesini engelleyen kimi çeldiricilerin varlığı dikkat çekici boyuta ulaşmış bulunuyor diyebilirim. Bunun nedeni, yazar-okur ikilisi arasında kurulu çatal düzende süregiden dengenin, en azından bir süredir enikonu bozuk gittiği yönünde beslediğim kaygı.

Bunun nedeni, bana göre öykü okuryazarı (entelijansiyası) arasında yaşanan kopukluk kanımca. Öyküde Ömer Seyfettin, Sait Faik vb. sınırlı sayıda baskın adın yanında dönemsel yükselişler sergileyen ya da alanda gitgide yaygınlaşan birkaç öykücü dışında belirgin bir öykü alışverişi ilişkisiyle düzeyinin tutturulamadığı kanısına varmam.

Önceki yazımda “öykü toplumu” gerçekliğine getirip bırakmıştım konuyu. Bu türde bir öykü toplumu ütopyası kurulabilir mi gerçekten? Biraz duralım üzerinde.

Bir örnekten kalkarak ilerlemeye çalışalım.

Kemal Gündüzalp’in belirttiğine göre, öykücülüğümüzün başlangıcı olarak alınabilecek 1852’den 1999 sonuna kadar 754 ilk öykü kitabı yayımlanıyor. Buna göre 147 yıl içinde kaba bir ortalamayla her yıla düşen öykü kitabı sayısı yalnızca 5 adet. Üstelik bu sayının özellikle 1980 sonrası dikine yükselişe geçtiği biliniyor.

İki binlere gelindiğinde, sözgelimi 2000-2009 arasında on yıllık dilimde 866 ilk öykü kitabı yayımlanıyor ki, bu, 147 yılın toplam ilk öykü kitabından 113 fazla yine de. Her yıl ortalama 85-90 ilk öykü kitabı eder bu.

2010-2019 yıllarını kapsayan ortalamanın, bunun çok daha üzerinde olduğu kolayca kestirilebilir. Söz konusu her bir yıla düşen ilk öykü kitabı sayısının yüzün çok üzerlerinde seyrettiği kayıtlarda görünüyor nitekim.

Peki bu veriler, görece de olsa bize ütopyanın gerçekleştiğini, bir öykü toplumu kurulmuş olduğunu mu gösteriyor?

İşte buna olumlu yanıt verebilmek olanaksız.

Özellikle 1970’lerden başlayan en azından son elli yıl boyunca öyküde yaşanan yükseliş, yoğunluk, böyle bir öykü toplumunun kurulması yolunda ilk adım anlamında kuşkusuz çok olumlu bir veri. Ancak demokratik toplumdaki çoksesliliğe benzer biçimde öykü toplumunda da bir çoksesliliğin aranması durumunda düş kırıklığı yaşanmaması olanaksız.

Yukarıdaki örneğin ardı sıra yine ilk öykü kitaplarından kalkarak iz sürmeye çalışalım.

Bugüne dek yayımlanan ilk öykü kitaplarının on binlerce okura ulaştığı kestirilebilir. Ama yine de öykü kitaplarının çok büyük bölümünün, toplumca adeta kanona dönüştürülmüş yazarlarla sınırlı kaldığı, bunların arasına eklenen öykücüler olmakla birlikte, bunlardaki süreğenliğin yıllara göre değişkenlik gösterdiği söylenebilir.

Sıra dışı öykülere uzanılmadan, deneysel öykülere kucak açılmadan, bu tür çalışmalar, örnekler benimsenip önemsenmeden bir öykü toplumu kurulabilir mi?

Oysa bilimde, felsefede toplumsal kucaklamalara benzer biçimde deneysel öykü yapıtları da böylesi kucaklanıp bağra basılabilmeli ki gerçekten bir öykü toplumu kurulabilsin. Elbette, gelişmiş de olsa bir toplumda bilim, felsefe yapıtlarının çok okura ulaşması beklenemez. Ancak onları bilim, felsefe toplumu yapan tutum, davranış, eylem, bilim, felsefe kitaplarının okur nezdinde gördüğü ilgi değil bu alanda saltık bir koruyuculuğun benimsenişi.

Bizde deneysel öykünün, sıra dışının yalnızlığı, bir aydın yalnızlığı gibi öylesine sırıtıyor ki,

Tıpkı aksak / hibrit demokrasilerde görüldüğünce biz işi çoğulculuktan çoğunlukçuluğa kaydırıp yozlaştırıyoruz olguyu hemen.

Çoğunlukçulukla, genellemelerle, sivrilenin, öne çıkanın peşine takılmalarla ne demokratik bir toplum kurulabilir ne de öykü toplumu.