ÖYKÜCEK; M.S.Aslankara; Ahmet Büke Öykücülüğü

Ahmet Büke Öykücülüğü

M.Sadık Aslankara
(27.02.2020 Yazısıdır.)

1990 kuşağı öykücülerinden Ahmet Büke’nin, sayısı onu bulan kitapları şöyle uzanıyor: İzmir Postası’nın Adamları (2002), Çiğdem Külahı (2004), Alnı Mavide (2006), Kumrunun Gördüğü (2010), Ekmek ve Zeytin (2011), Cazibe İstasyonu (2012), Yüklük (2014), Varamayan (2019). “Genç” başlığı altında iki ayrı öykü toplamı: İnsan Kendine İyi Gelir (2015), Gizli Sevenler Cemiyeti (2016)…

Yayın tarihlerine bakıldığında, bunların neredeyse tamamını on beş yıl içinde verimlediği görülüyor yazarın. Bu, çalışkanlığını ele vermekle kalmıyor, öykü sanatına dönük bir büyük emeğin gösterenine de dönüşüyor.

Ahmet’in öykülerinde dil-anlatım-biçem odağında şu üç ortak bağlayan gözleniyor: 1. Söylem şavkımalarıyla örülü, hem duru hem kıvrak, bu arada giderek kısalan sözdizimleri, 2. Eylemsel olanı aktarırken düzayak görünen, ancak anlamsal içkinliği de öngören yaklaşım, 3. Sürekli değişim arayışı. Buna dayalı biçimsel-biçemsel açılımlar, görsel-işitsel etmenler, uçları açık farklı soyutlayımda deneysel yolculuklar.

Anlatısal biçimlendirme anlamındaki bu kavrayış, öykü dünyası ve kişilerle birlikte üç ortak paydaya daha kapı aralıyor; yerellik, evrensellik, siyasal açılım. Yazarın bu yöndeki her çabası, yaklaşımındaki iştahlı atak, evecenlik bizi kendisine bağlamakta gecikmiyor.

Öykülerinin tümünde İzmir’i, Ege’yle İzmir taşrasını işleyen Ahmet, yerelden topladığı öykü gereçleriyle öğelerini, salt bize özgü değerler dizgesi olmaktan çıkarıyor, sonrasında evrensel değerlerin kült düzlemine yerleştiriyor.

Bunu yaparken yazar Ahmet Büke olarak gezinmekten, öykülerin “haylaz bir yazarı” olmaktan çekinmeyen tutum sergiliyor. Daldan dala sıçrayıp köpürterek sergilediği bu yaklaşım baştan sona bütün öykülerinde gözlenebiliyor onun. Öte yandan bitki, hayvan her canlı, sıcacık kuşatmayla “günahsız aziz” bağlamında kendine yer buluyor öykülerde. Bu çerçevede hayvan, bitki bir yanda işçi, emekçi, zanaatçı, kadın, çocuk, genç, düşkün, yaşlı öte yanda kitlesel anlamda toplaşıp bir büyük gövdeye dönüşüyor.

Öykü evrenlerine yayılan, bir yanıyla küçük aynı zamanda alabildiğine geniş dünyaları olan İzmirli ya da İzmir kökenli bu farklı, küçük insanlar renkli bir yelpaze oluşturuyor. Onların perde perde açılan örtük dünyasını yazar, yine de doğrudan yaklaşımla, olaylardan kopmadan ancak gerekli soyutlayımdan geçirip dönüştürerek işliyor, böylece bizde o “bambaşka” dünyayı, somut yaşanmışlık temeline dayalı örüntüyle yeniden kurmayı başarıyor.

Bunların yanı sıra Ahmet Büke, siyasal öykücülüğümüzde ayrıca değerlendirilmeyi hak eden bir yaklaşım yansıtıyor. Kaldı ki o, bunu yaparken siyasal cangıldan şikâyetçi tutum sergilemiyor hiçbir zaman. Söylemeyen, göstermeyen, hatta bunun üzerini olabildiğince örten ancak bu arada okurun, olan biteni kendince algılamasını sağlayan tutum sergiliyor.

Böyle olunca karakterlerin, kan kustum kızılcık şerbeti içtim diyen hali hemen dikkati çekiyor doğallıkla. Söylengenlikle dırlanıp mırıldansa da kişiler, çektiği acıları, yaşadığı sıkıntıları öne çıkarmak yerine, yaşamın birer cilvesi olarak kabullendiği bir siyasal tevekkül gösteriyor.

Küçük insanların dünyasından hayvana, bitkiye uzanan, bunları harmanlarken siyasal çarklarla ilişkilenişler kuran yazar, alaysamacı bir kara anlatı damarı oluşturmakta da kıvrak bir tutum takınıyor. Bıyık altı gülümseyişle burkulmalı kahkahayı iç içe işleyen bir anlatı damarı bu.

Söz konusu öyküsel veriler, Ahmet Büke’yle Cemil Kavukçu öyküleri arasında ilginç buluşmalar,  geçirgenlikler olduğunu akla getirebiliyor. Ancak bunun “benzerlik” değil, daha çok kişileri kuşatan öykü coğrafyalarıyla aile yapılarındaki örtüşme kesişmesi olduğu söylenebilir daha çok. Çünkü her iki yazarın da kendi özgünlükleriyle öykü ürettikleri görmezden gelinemez. Değinmek istediğim yan, Kavukçu’yla Büke’de izlek, öykü evreni, kişi düzleminde karşılıklı kurulabilecek kimi yakınlıklar ya da bağlamlar, o kadar.

Özetle Ahmet Büke, getirdiği geniş soluklu ama alabildiğine duyarlı anlatımı, ipince göndermelerle örülü yaklaşımıyla öykücülüğümüzde değerini hep koruyacak bir yazar.