ROMAN; Hakkı Kumbasar; ‘Bin Yüz Bir Giz’ Üzerine Bir İnceleme

T.C.

RECEP TAYYİP ERDOĞAN ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

 

 

 

 

 

 

“BİN YÜZ BİR GİZ” ÜZERİNE BİR İNCELEME

(Yüksek Lisans Semineri )

 

 

 

 

 

HAKKI KUMBASAR

 

 

 

 

DANIŞMAN

DOÇ. DR. ABDURRAHMAN KOLCU

 

 

 

RİZE – 2016

 

ÖN SÖZ

            Çalışmamızda M. Sadık Aslankara’nın “Bin Yüz Bir Giz” isimli romanını inceledik. Beğeniyle takip ettiğimiz M. Sadık Aslankara’nın romanları üzerine daha önce akademik bir çalışmanın yapılmamış olması bizi bu çalışmaya yönlendirmiştir. M. Sadık Aslankara’nın yazma sürecini daha iyi izleyebilme adına yayımlanmış ilk romanını ele almaya karar verdik.

Çalışmamızda romanın anlatım özelliklerini, içerik unsurlarını değerlendirmeye çalıştık. Bu bağlamda olay örgüsünü, roman kişilerini, mekânı ve zamanı ayrıntılı olarak ele aldık. Romanda yer alan belli başlı temalar üzerinde durduk. Romanın biçim ve içerik unsurlarını değerlendirirken görünenin ardında farklı okumalar yapmaya çalıştık.

Çalışmamda yardımlarını esirgemeyen eşim Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Didem Kumbasar’a; çalışmanın her aşamasında bize yol gösteren, özveriyle çalışmamızı takip edip her türlü desteği veren değerli hocam Doç. Dr. Abdurrahman Kolcu’ya sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ…………………………………………………………………   2

İÇİNDEKİLER…………………………………………………………   3

GİRİŞ

  1. SADIK ASLANKARA’NIN HAYATI VE ESERLERİ………… 5
  2. BÖLÜM
  3. ROMANIN İNCELENMESİ………………………………………. 6

1.1. ANLATICI…………………………………………………………   6

1.1.1. Anlatıcı Tipi………………………………………………………   6

1.1.2. Romanın Aktarma Yöntemi…………………………………….   6

1.2. İÇERİK……………………………………………………………..   7

1.2.1. ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ…………………………………..   7

1.2.2. ROMANDA ZAMAN…………………………………………..  15

1.2.3. ROMANDA MEKÂN…………………………………………..  17

1.2.3.1. Kapalı Mekânlar………………………………………………  18

1.2.3.2. Açık Mekânlar………………………………………………… 19

1.2.4. ROMANIN KİŞİLER KADROSU…………………………….. 19

1.2.5. TEMALAR……………………………………………………… 31

1.2.5.1. İktidar Arzusu………………………………………………… 31

1.2.5.2. Yolculuk/Arayış………………………………………………. 33

1.2.5.3. Aşk……………………………………………………………  34

SONUÇ………………………………………………………………..  37

KAYNAKLAR………………………………………………………..  38

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GİRİŞ

  1. SADIK ASLANKARA’NIN HAYATI VE ESERLERİ
  2. Sadık Aslankara, yazar, tiyatrocu, belgesel sinemacı. 12 Aralık 1948’de Denizli, Sarayköy’de doğdu. Tam adı Mehmet Sadık Aslankara. İzmir Namık Kemal Lisesini, AÜ. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. İmzalı ilk yazısı, Cumhuriyet’te `Tartışma’ bölümünde (20 Nisan 1965), ilk öyküsü Denizli’de yerel Pamukkale gazetesinde (`Beyaz Atkılı Kadın’, 17–20 Mayıs 1965) yayınlandı. Tiyatroya ilk profesyonel adımını 1968’de, Ankara’da Halk Oyuncuları Sahnesi’nde attı. 1969’da Vasıf Öngören ve arkadaşlarıyla birlikte Ankara Birliği Sahnesi’nin kurucuları arasında yer aldı. Sonraları zaman zaman, farklı topluluklarda oyuncu, yönetmen, dramaturg olarak göründü. 1982’de Denizli Tiyatrosu’nu, 1989’da bunun uzantısı olan “de Tiyatrosu”nu kurdu. Son iki toplulukta otuzu aşkın oyun yönetti, bu oyunların bir bölümünde rol aldı. 1976’dan başlayarak TRT Televizyonları için de çalıştı. Bir yandan senaryolar ve metinler yazdı, öte yandan danışmanlıktan sunuculuğa, oyunculuğa kameranın önünde ve arkasında yüzlerce yapımda görev aldı. 1983’te başlayan belgesel sinema çalışmalarını, eylemli tiyatroya ara verdiği 1994’ten itibaren belgesel yönetmeni olarak sürdürdü, bugüne dek yirmi beş kadar belgeselin yönetmenliğini yaptı. Yazın, tiyatro, belgesel sinema alanında çeşitli ödüller aldı. İnceleme ve tanıtım yazıları “Cumhuriyet Kitap”, “Çağdaş Türk Dili”, “Adam Sanat” dergilerinde yayımlandı. Yayınlanmış kitapları: Öykü: Uykusu Sakız (2001), Cicoz (2008); roman: Bün Yüz Bir Giz (1993), Selgesus’ta Buse (1996), Sığınak (2003), Le (2010), Ömürdeğer (2014); oyun: Kevser’di (1989), Toplu Oyunlar 1/ Kevser’di, Ev-Ses, Hayal Ustası (2004), Kırk Yaş Düşleri (2009).

 

 

 

 

  1. BÖLÜM
  2. ROMANIN İNCENLEMESİ

1.1. ANLATICI

1.1.1. ROMANIN ANLATICI TİPİ

Romanın geneli tanrısal konumlu gözlemci bakış açısıyla yazılmıştır.

Canını sıkan Köfteci’nin, işte bu noktadır. Böyle bir çatışma başladıktan sonra, kendisinin devre dışı kalacağını, bir kenara itileceğini adı gibi biliyordur.[1]

Çerçeve hikâyede sadece “nihilist” yaftasıyla tanıdığımız hayali kahraman her zaman kendi düşünce ve duygularını doğrudan aktarabilmektedir.

Evet, tabii yok! Ama sözümona senin var! Geldin işte Anadolu’ya, tiyatro yapmak için can attığın kente! İyi öyleyse, in de çevrene bak; bak hele… Görüyor musun Anadolu’da kültür üreten kurumları[2]

 

1.1.2. ROMANIN AKTARMA YÖNTEMİ

Roman, anlatma yöntemiyle kaleme alınmıştır. Kahramanların duygu ve düşünceleri genellikle anlatıcı vasıtasıyla aktarılır. Kahramanın düşünce ve duygularını bilen hâkim anlatıcı, kahramanların duygu ve düşüncelerini aktarmada çoğu kez bir aracı niteliğindedir:

Neyse ki, fırsat kaçmış sayılmamalıdır yine de ellerinden. Ama bir sıçrardı çekirge iki sıçrardı… Eğer bu kez de başına iş gelirseydi eğer, o zaman çekeceği vardı elinden o Murat ibnesinin! Yer misin yemez misin? Ulan Köfteci hayatını koymuş bu işe! Tiyatro ne demek onun için? Hayatın ta kendisi demek! Yedirir mi o, yedirir mi ulan?[3]

Diyaloglar çok azdır. Nadiren kısa bir iki cümleyle kahramanların duygu veya düşüncelerinin doğrudan aktardığı görülüyor.

‘Aaa, yılbaşı!’

‘Hani şampanyamız?’

Şampanya patlatılmıştır. Yeni yıl için iyi dilekler sunulmuştur karşılıklı.

‘İyi seneler!’

‘Yeni yılınız kutlu olsun!’[4]

 

1.2. İÇERİK

1.2.1. ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ

Nısılamzay Namor Rib[5]

Olay örgüsü bir adamın otobüs yolculuğuyla başlar. Yolculuğa başlamadan önce otobüs camına “Nısılamzay Namor Rib” yazar. Yanında oturan yolcu yazıyı anlamaya çalışır. Ancak anlamlandıramaz hınzır gülüşlü adamın yazısını. Oysa otobüsün dışında sevgilisini uğurlamaya gelmiş uzun saçlı adam kolayca anlamlandırabiliyordur yazılanı:

Bir Roman Yazmalısın[6]

Bu olayın ardından şu soru sorulur:

Kim yazacak romanı?[7]

Bu soruya esasında romana başlamadan yazar bu ifadelerle cevap verir:

Elbette, bu romanda anlatılanlar uydurma.

Bir otobüs yolculuğu sırasında uydurdum bunları.

Geceydi ve uyku tutmamıştı bir türlü.

Yapacak başka bir şey de yoktu.

YAZAR[8]

            Romanın bir otobüs yolculuğu esnasında uydurulduğu dile getiriliyor. Romanın yazılış serüveni de romanın olay örgüsüne dâhil ediliyor. Yazar, Anadolu’nun bir şehrine Belediye Şehir Tiyatrosunu kurmak için Belediye Başkanlığı Sanat ve Kültür Danışmanlığı görevine getiriliyor ve bu görevi icra etmek için yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk esnasında bir roman kaleme alıyor. Bu romanda yarattığı ismi verilmeyen bir karakterle yazar sürekli konuşur. İsimsiz kahraman zaman zaman araya girer. Hayalî kahraman “Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın roman kahramanı” olarak anılır. Yazar bu kahramana genellikle “nihilist” diye seslenir. Roman kahramanı, otobüstekileri kastederek “Kırk beş kişilik otobüsün yolcularıyla amma da tiyatro yapılır ha! Baksana, bir otobüs dolusu herifle karı!..”[9] der. Bunun üzerine yazarın roman kahramanı, otobüsteki insanların oyuncu kadrosunu oluşturacağı bir oyun kurgular. Roman kahramanının kurguladığı oyun romanın büyük bölümünü oluşturur. Okuduğumuz kitapta çoğunlukla “nihilist” olarak nitelenen roman kahramanının kurgusunu izleriz. Bu oyun yansıtmacı roman mantığı içerisinde organik bir bütünlük oluşturacak şekilde ilerler. Zaman zaman yazar ile oyunun kurgulayıcısı arasında diyaloglara rastlarız. Bu diyaloglar bize izlediğimiz oyunun bir kurgu olduğunu hatırlatır. Yazarın roman kahramanının –nihilistin- kurguladığı ve romanın büyük bölümünü oluşturan oyunu şu şekilde özetleyebiliriz:

Zarif Bey, belediye başkanı seçilmiştir ve teşekkür konuşması yapacağı gün aynı zamanda Dünya Tiyatro Günü’dür. Bu vesileyle Zarif Bey ilk konuşmasında şehre bir tiyatro binası yapacağı müjdesini verir. Üstelik bununla yetinmez, bir de açık hava tiyatrosu yapma sözü verir. Bundan sonra yaşanacak olaylar küçük bir taşra şehrinin kısır tartışmaları, küçük çıkar çatışmaları etrafında döner. Başkanın etrafındaki insanlar biraz rahatsız olmuşlardır verilen bu sözden. Başkanlık çok hassas denge üzerine oturtulmuştur çünkü. Buna rağmen herkes alkışlamıştır, kurbanlar kesilmiştir. Mazbata alınmadan önce namaz kılınacaktır. Farklı cemaatler de Zarif Bey’in başkanlığa gelmesi vesilesiyle kurbanlar keserler. Başkanlık sekreteri Sibel Hanım da Zarif Bey’den hoşlanmaktadır, kafasında onunla alakalı hayaller kurmaktadır. Çalışkan, ilerleyen yaşına rağmen bekâr yaşayan Saybıl Sibel, Zarif Bey’i “Paul Zarif” ismiyle hayalinde kahramanlaştırmıştır.

Şehrin kadınları arasında da Zarif Bey; Zarif Bey’in eşi Zinnur Hanım ve tiyatro meselesi dedikodu şeklinde tartışılmaktadır. Şehrin kadınlarının birçoğu tiyatroyu genel ahlaka pek uygun bir şey olarak görmezler, özellikle üç aylar başlamışken böyle bir sözün verilmesinin gereksizliği üzerine tartışırlar.

Partinin Merkez İlçe Başkanı Feridun, Parti İl Başkanı Ali, Belediye Meclisi üyeleri Hayri’yle Levent bir yemekte buluşmuşlardır. Tiyatronun gereksizliği üzerine tartışırlar ancak bir kere söz ağızdan çıkmıştır. Bu nedenle başkanın bu kararına destek vereceklerdir ancak açık hava tiyatrosunun yanına bir de cami yapılması gerektiği üzerinde hemfikir olurlar.

“Tiyatro kurulma” mevzusu Sanatseverler Derneğinin yeni seçilen başkanı Kerim Bey’in de gündemindedir. Derneğin bundan sonra görevinin kurulacak olan tiyatronun sağlıklı bir yörüngeye oturması için çaba göstermek olduğunu söyler. Sanatseverler derneği bir eksikle toplanmıştır. Üyeler arasında Sarraf Mustafa Bey, kendisini mimar-yazar olarak tanıtan Muhittin Bey, kereste tüccarı Turan Bey gibi isimler vardır. Ancak bu isimlerin hiçbirinin sanatla alakası yoktur. Dernek başkanı Kerim Bey sosyal hizmetler uzmanıdır. Sosyal hizmetler uzmanı olasına rağmen bir muayenehane açmış, gelen hastalara terapi yapmaktadır. Kerim Bey’e ruh ve sinir hastalıkları hekimi Macit Bey hamilik yapmaktadır. Dernek, tiyatro salonlarının işletmesini üstlenmeyi amaçlamaktadır. AY-GEN İnşaat Taahhüt ve Ticaret AŞ ortakları mimar Ömer Gencer ve mimar Ramazan Aydın ise tiyatro binalarının yapım işlerini üstlenmeyi planlamaktadırlar. Ramazan Aydın başkanla bir buluşmasında bunun işaretlerini görmüştür. Meserret Kıraathanesinde ise Motorlu Hoca, Arap Hafız, Kör Remzi kahvedekilerle sohbet etmektedirler. Hayatın her geçen gün zorlaştığından, hayatın ne kadar pahalı olduğundan bahsedilirken konu açılacak olan tiyatroya gelmiştir. Motorlu Hoca tiyatronun gereksizliği ve zararları üzerine ateşli bir konuşma yapar. Bu üç kişi ve etrafında muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde toplanan kalabalıklar çevresinde tiyatro aleyhinde konuşmalar geçer gider.

Belediye Başkanı Zarif Bey, yanına Saybıl Sibel’i ve pabucu yamuk Tak Tak Ahmet’i de alarak “Kenti ve Kent İnsanını Tanıma Programı” kapsamında Hıdrellez günü kenti dolaşmıştır. Erodikya, Akaya, Kızılkaya, Karbasan, Çamardı gibi şehrin tarihi yerlerini gezmiştir. Antik Erodikya kentindeki on bin kişilik tiyatroya hayran kalmış, bu kentteki altyapı sistemlerine kilometrelerce uzaklardan su taşıma kanalları yaptıklarını düşünmüştür. Oysa bugün bütün bu değerli yapılar insanlar tarafından tahrip edilmiştir. Termal kaynakların bulunduğu Akkaya ve Kızılkaya travertenleri kirletilmiştir.

Mimar-yazar Bozbulanık Muhittin Bey’in muhalif bir kişiliği vardır. Bozbulanık Muhittin Bey kendisini sanatsever olarak görmektedir ancak Başkan’ın sanat ve kültür politikasını yanlış bulmaktadır. Başkanın, her şeyi ben bilirim, her şeyi ben yaparım havasında olduğunu söyler. Ayrıca tiyatronun AY-GEN AŞ tarafından yapılacak olmasına da kuşkuyla yaklaşır çünkü Başkan’ın kızı bu şirkete ortaktır. Bu eleştirilerini “Son Haber” gazetesinde yazmaktadır.

Muammer, tiyatro yapmasına olanak tanıyabilecek tek iş olarak bunu bulmuştur kendisine: köftecilik. Çoluk çocuğu tiyatroya lanetler yağdırsa da, Muammer, kendi deyişiyle tiyatroyla evlenmiştir bir kez. Sağda solda tiyatro yapmaya çalışmaktadır. Muammer az adama bulaştırmamıştır tiyatro hastalığını. Murat’a Muammer aşılamıştır tiyatro sevgisini. Murat’ın sevgilisi Naciye de Murat’ın sözünden hiç çıkmaz. Bu sayede Naciye’yi de tiyatro dünyasına kazandıracaktır. Anadolu’da kadın oyuncu bulabilmek çok değerli bir şeydir. Köfteci Muammer, şimdiye dek birlikte tiyatro yaptıkları, bu işe omuz vermiş arkadaşlarını çağırmıştır öğle yemeğine. Muammer şehirde inşa edilecek iki tiyatro binası, kurulacak olan şehir tiyatrosu ve konservatuvarın büyük bir fırsat olduğunu söyler. Bu tiyatrolarda çalışacak kendilerinden başka kimsenin olmadığını, bu durumun kendilerine yeni iş imkânları yaratacağını anlatır.

Belediye Meclis Toplantısı’nda meclis üyeleri açık hava tiyatrosunun hemen yanına bir cami yapma önerisini getirirler. Toplantıda izleyici olarak şehrin bütün “hacı-hoca”ları getirilmiştir. Başkan bu öneriye bir şey diyemez ama yapılan bu emrivakie çok sinirlenir.

İşadamları, Sanayiciler ve Bankacılar Derneği Lokalinde kentin ileri gelen işadamları toplanmıştır. Bu toplantıda fabrikatör Masuroğlu, belediye başkanını ve aldığı tiyatro yaptırma kararını destekleyici mahiyette bir konuşma yapmıştır. Masuroğlu, Başkan’a bu konuda destek verileceğini söyler. Bir süre sonra Motorlu Hoca ve çevresinin sağda solda tiyatro aleyhinde konuşma yapmaması konusunda uyarıldığını öğreniriz. Aksi halde işadamları Motorlu Hoca’nın mensup olduğu cemiyete yardımlarını kesecektir.

Zarif Bey ve Sibel Hanım İstanbul’a giderler İstanbul’un en eski tiyatrolarından birinin yetkilileriyle görüşmeye. Zarif Bey düzenli bir tiyatro faaliyetinden yanadır. Bunun için ne yapılması gerekiyorsa hazırdır. Tiyatro yetkilileri ilgiyle dinlemişlerdir başkanı; genç, bekar, donanımlı, hırslı, konusunda uzman, tiyatro yapmada becerikli bir tiyatrocunun bulunması gerektiğini başkana söylemişlerdir. Böyle bir tiyatrocu bulacaklarına söz vermişlerdir.

Şehirde tiyatro üzerine dedikodular, çekişmeler, eleştiriler kesintisiz devam etmektedir. Karanlık adam Mimar-Yazar Bozbulanık Muhittin Bey gazetede yayımlanan yazılarında tiyatro oluşturma sürecini yöntem bakımından doğru bulmamakta, süreci kıyasıya eleştirmeye devam etmektedir. Tiyatro binasını inşa edecek olan AY-GEN AŞ’nin ortakları Muhittin Bey’in yazdığı yazılardan dolayı rahatsız olmaktadırlar.

Köfteci Muammer tiyatro için çalışmalara başlamıştır. Birlikte tiyatro yaptığı arkadaşlarını toplamış ve bu şehirde tiyatroyla gerçekten ilgili olan sadece biz varız, diğerleri sadece çıkar peşinde koşan sahte tiyatro severlerdir, demiştir. Bu durumda bizler işimize bakacağız ve iyi bir tiyatro çıkaracağız, demiştir. Köfteci iki kişilik oyunu sahneye koymayı planlamaktadır. Bu oyunu iki âşık yani Murat ve Naciye oynayacaktır. Oynamayacak olanları da ikna eder zira ortaya çıkacak onur bütün topluluğun olacaktır.

Yeni yılın ilk günü sabah saatlerinde Belediyede önce Başkan ve çalışanlar ilerleyen saatlerde misafirler birbirlerinin yeni yılını kutluyorlar. Başkan Saybıl Sibel’e altın saat almıştır. Sibel de Başkan’a kravat iğnesi… Başkan daire müdürlerine de hediyeler almıştır. Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü pabucu yarım Tak Tak Ahmet Bey, her işe kendisinin koştuğunu ancak yine de Başkanlık Sekreteri Sibel Hanım’ın taltif edildiğini düşünmektedir. Tiyatro kararlarıyla ulusal basının yoğun ilgisini çeken belediyenin bütün organizasyonuyla kendi ilgilenmektedir. Buna rağmen Saybıl Sibel’in ön plana çıkarılmasından rahatsızdır.

Sanatseverler Derneği Başkanı, Sosyal Hizmetler Uzmanı Kerim Bey’in muayenehanesi Tabipler Odası tarafından terapist olmadığı halde psikoterapi uyguladığı gerekçesiyle kapatılır. Kendisinin hamisi konumundaki Tabipler Odası Başkanı Macit Bey bu konuda şikâyetlerin olduğunu doğrudan söyleyebilmiştir. Bunca dostluklarına rağmen bunu böyle doğrudan söylemesine alınmıştır Kerim Bey.

Sanatseverler Derneği Yönetim Kurulu üyelerinden Tomruk Turan, Ayten isimli hayat kadınıyla düşüp kalktığı gerekçesiyle babası tarafından topuğundan vurulmuştur. Sanatseverler Derneği üyesi olmuşken herkese bunu nasıl izah edecektir? Kara kara bunu düşünmektedir.

Köfteci sıkıntılıdır. İstanbul’dan hoca gelince kendisinin köşeye atılacağını, yalnız kalacağını düşünmektedir. Oysa yıllarca tiyatronun bütün çilesini çeken kendisidir. Hayatını koymuştur bu işe. Onun için tiyatro bir yana, çoluk çocuk, ev bark, iş güç bir yana. Öğle servisini geçiştirdikten sonra seyyar tezgâhının altından çıkardığı rakısını çay bardağına doldurup doldurup içiyordur. Canını sıkan bir diğer konu tiyatro çalışmalarında Murat ile Naciye’nin birlikte olmaları. Oysa Muammer onları daha rahat çalışsınlar diye yalnız bırakıyordur. Ne bilsin onların işi bu kadar ileri götüreceklerini. Neyse ki Naciye hamile kalmamıştır da olay duyulmamıştır. Muammer bu olaydan sonra iki kişilik oyunu oynamaktan vazgeçip üç kişilik bir oyun sahneye koyacaktır. Üçüncü kişi olarak kendisi oynayacaktır. Yine Murat’la Naciye karı kocayı oynayacaklar. Önceki oyun gibi bu oyun da evlilik kurumunun toplumsal eleştirisini ele alacak, tiyatronun açılışında oynanacak ilk oyun kendisinin sahneye koyacağı oyun olacaktır. İnsanların akıllarında onlar yer edecektir ilkin. Oyunu Başkan da incelemiş tiyatronun açılışında oynanması için uygun bulmuştur.

Başkan, göreve gelişinin yıldönümünde bir kokteyl vermiştir. Şehrin bütün ileri gelenleri oradadır. Gazeteciler de davetlidirler. Başkan, kokteylde yaptığı konuşmada nikâh salonu-tiyatro salonunun, açık hava tiyatrosunun ve hemen yanına yapılacak açık hava camisinin açılışından bahsetmiştir. Davetliler genel olarak memnundur. Alkışlamışlardır başkanı. Ancak davetliler arasında bulunan Karanlık Adam Muhittin yine eleştirel bir yazı kaleme almıştır. Ne var ki bu yazı yayımlanmamış gazetenin sahipleri tarafından. Bu yazı yerine başkanın icraatlarını öven bir yazı kaleme alınmıştır. Muhittin buna sinirlense de yapacağı bir şey yoktur.

Köfteci Muammer son hazırlıkları yapıyordur. Tiyatroda görev alacak kim varsa toplamıştır. Eksik bir şey kalmaması gerekir. Uyarılarını yapar, bu oyunun kendileri için öneminden bahseder.

Zinnur Hanım, eşinin ve çocuklarının artan ilgisizliğinde muzdariptir. Anneler gününde erkenden kalkmış en özel kahvaltıyı hazırlamıştır. Ancak hiç kimse kendisine gereken değeri vermemektedir. Büyük kız nişanlısından başka kimseyi görmemekte, küçük kız işadamı olmuş çıkmış, AY-GEN AŞ’ye ortak olduğu günden beri evde durmamaktadır. Oğlansa ha var ha yok! Bu sabah da öyle olmuştur. Uyanan bir öpücük kondurup adet yerini bulsun diye bir hediye ve çıkıp gitmiştir. Yine yalnız kalmıştır. Zarif’i de tanıyamıyordur artık. Eski alakayı göremiyordur.

Canaran Parkı hafta sonu insanlarla doludur. Yaz, burnunu iyiden iyiye göstermiştir artık. Montlar çıkarılmış, ortalığı keskin yeşil ot kokusu sarmıştır. Bu keskin ot kokuna, az sonra belediye araçlarının taşıdığı ses yükselticilerinden yayılan cızırtılı ses de karışmıştır.

“Muhterem hemşerilerimiz! 19 Mayıs Pazar günü yapılacak olan Şehir Tiyatrosunun açılış törenlerine bütün halkımız davetlidir!” Kent halkı, tiyatronun geçmişi ve geleceği üzerine fikir yürütmeye koyulmuştur hep birlikte. Tiyatronun yararları ve zararları üzerine sanki toplumca bir münazaraya girmiş gibidirler.

Beklenen güne çok az kalmıştır. Köfteci Muammer, Murat, Naciye, sahne arkasında ve kuliste görevli herkes son genel provayı yapacaklardır. Tiyatronun kapıları kilitlenmiştir, dışarıdan kimse gelip de rahatsız etmesin onları diye. Prova güçlükle ilerliyordur. Bir sahneden ötekine geçişte eksiklikler çıktıkça Köfteci oyuna ara veriyor, notlar alıyordur. Sonra bu eksikliklerin nasıl giderileceği üzerine genel bir görüşme başlıyor, her kafadan bir ses yükselince vakit de ilerliyordur. Vakit oldukça ilerlemiştir, gün doğmak üzeredir. Doğan günle yapılacak olan açılışın son provasında herkesin uykusu gelmiştir. Murat bir kıvılcım görür. Sonra üç beş günlük sakalıyla genç bir adam görür. Arkasından süzülen iki gölge daha görür siyah giysili ve sakallı. Murat’ın çığlığı herkesi kendine getirir: Yangın! Yanıyoruz! Herkes çil yavrusu gibi dağılmıştır. Kimi itfaiyeye, kimi belediyeye, kimi eve koşmuştur. Kimse kalmamıştır tiyatroda, Murat’la Naciye’nin dışında. Artık Murat gerisini hatırlamamaktadır.

Söylenenlere göre Murat, o an aklını yitirmiştir. Babasının traktörünü tiyatronun önüne çeken Murat, bir yandan kurtarabildiği tiyatro eşyalarını römorka yüklemiş; bir yandan da ağlamış. Sonra Naciye’yi de almış, sürmüş traktörü antik tiyatro Erodikya yoluna. Varıp dikilmişler Erodikya’daki antik tiyatronun tepesine. Naciye’yi elinden tutmuş, skeneye götürmüş. Naciye’yi belinden tutup havalara kaldırmış. Çepeçevre döndürmüş sahnede kızı. Sonra da öpmüş Naciye’yi dudaklarından. Bununla da yetinmemiş soymuş kızı anadan doğma. Sonra da tek vücut olup çıkmışlar.

Nasılamzay Namor Rib’in roman kahramanının – yazarın adlandırmasıyla “nihilist”in – kurguladığı oyun burada biter. Otobüs perona girmiştir. Nısılamzay Namor Rib’i yazan adam otobüsten inmiştir. Ama Nasılamzay Namor Rib’in roman kahramanı, oyun yazarı yerinde oturmaktadır. Yazar, Nasılamzay Namor Rib’i – nihilisti – otobüsle birlikte geri gönderir.

 

1.2.2.ROMANDA ZAMAN

Romanda iç içe geçmiş iki anlatı söz konusudur. Birinci anlatı yani çerçeve olay, Nasılamzay Namor Rib’i yazan adamın otobüs yolculuğu; ikinci anlatı Nasılamzay Namor Rib’i yazan adamın roman kahramanının kurguladığı oyundur. Bu durumda bu iç içe geçmiş iki anlatımın zaman unsurunu ayrı ayrı ele alacağız.

Romanın çerçeve olayında nesnel zaman, bir günde tamamlanan bir otobüs yolculuğudur. Bu bir günün 18 Mayıs 1985 Cumartesi gününde başlayıp 19 Mayıs 1985 Pazar gününde bittiğini “nihilist”in kurguladığı oyundan anlıyoruz. Söz konusu yolculuğun en azından bir kısmının gece gerçekleştiği yazarın başlangıçtaki notundan anlaşılmaktadır:

Elbette, bu romanda anlatılanlar uydurma.

Bir otobüs yolculuğu sırasında uydurdum bunları.

Geceydi ve uyku tutmamıştı bir türlü.

Yapacak başka bir şey de yoktu.

YAZAR[10]

Kısa bir zaman dilimini içeren çerçeve olayda vaka zamanı, çizgisel bir düzlemde nesnel zamana paralel olarak aktarılır. Ancak çerçeve olayda yolcuğun sadece bazı kısa anlarına şahit oluruz.

Nasılamzay Namor Rib’i yazan adamın roman kahramanının kurguladığı ikinci anlatıda nesnel zaman takriben bir senelik bir zaman dilimidir. Bu hikâye 27 Mart 1984 Salı günü başlar 19 Mayıs 1985 Pazar günü biter. İkinci düzey anlatı bölümler halinde oluşturulmuş, her bölüm başında tarih verilmiştir. Anlatma zamanı kronolojik ilerlemektedir. Bu bölümde vaka zamanının aktarımında zaman atlamaları görülür. Kahramanların yaşamı bütünüyle değil bazı kesitleriyle sunulur.

Anadolu’ya tiyatro eğitmenliği ve danışmanlığı için giden yazarın yarattığı roman kahramanı “nihilist”, kurguladığı oyunda yazarın gideceği şehirde bir sene içinde yaşanan olayları anlatır. Yazarın yaptığı otobüs yolculuğundan bir sene öncesine gider ve gidilecek şehrin ahvalini gözler önüne serer. Yani şehirde yaşanan bir yıllık sürecin son günü ile yazarın otobüs yolculuğu aynı tarihtir: 19 Mayıs 1985. Bu bakımdan değerlendirirsek “nihilist” zamansal geri dönüş yapmış, yolculuktan bir sene öncesini aktarmıştır. Romanda kullanılan “geri dönüş” tekniği diğer romanlardaki kullanımlarından farklı olarak “hatırlamalarla” değil “kurgulamayla” yapılmıştır.

Romanda simgesel değeri olabilecek tarihlere yer verildiği söylenebilir. Zarif Bey’in belediye başkanlığına seçildiği ve şehre tiyatro kurma sözü verdiği tarih 27 Mart’tır. Bu tarih aynı zamanda Dünya Tiyatrolar Günü’dür. Tiyatronun açılacağı tarih de 19 Mayıs’tır. Atatürk’ü Anma ve Gençlik Bayramı’dır. Bu tarih Atatürk’ün mücadeleyi başlatmak için bir gemi yolculuğu sonrasında Anadolu’ya ayak bastığı tarihtir. Çerçeve olayda da – roman kurgulanırken bu analoji planlanmış mıdır bilinmez- buna benzer bir serüven söz konusudur. Çerçeve olayda tiyatro eğitmeni-yazar aktivistin otobüs yolculuğunun sonlanması ve Anadolu’da tiyatro/aydınlanma mücadelesine omuz vermesi de yine bir 19 Mayıs tarihine denk düşmektedir. Simgesel değeri olabilecek bir diğer zaman unsuru da “Hıdırellez”tir. Hıdırellez günü Belediye Başkanı Zarif Bey’in şehrin antik Yunan kalıntılarını gezmesi sembolik bir mesaj niteliği taşıyabilir. 6 Mayıs tarihinde Hızır ve İlyas Peygamberlerin yeryüzünde buluştukları inancı düşünülürse; Zarif Bey yaptığı antik tiyatro gezisi vasıtasıyla Batı kaynaklı kadim Anadolu Kültürüyle Doğu kaynaklı kadim Anadolu kültürünü –Hıdırellez inancını – buluşturmuştur.

 

1.2.3. ROMANDA MEKÂN

Romanda mekân ayrıntılı olarak ele alınmamıştır. Ayrıntılı mekân tasvirleri yoktur. Hatta diyebiliriz ki mekân tasviri hiç yoktur. Roman kişiler üzerine kurulmuştur. Kişilerin karmaşık olmayan gündelik yaşamları yansıtılmıştır. Mekân ise bu kişilerin yaşantılarını bir mekânda verme zorunluluğundan doğan tali unsur olarak vardır. Soyut mekânlar kullanılmamıştır. Sunulan kahramanlar kendi anlayış ve yaşayışlarına uygun mekânlarda karşımıza çıkarılmıştır.

Romanda mekân genel anlamda Anadolu’nun küçük bir kentidir. Kent ismi romanda verilmez. Küçük kentler yazarın romanlarında tercih ettiği mekânlardır. Bu tercihte yazarın kendi yaşamında küçük kentlerde tiyatro-sanat çalışmaları yapması ve bu yerleri iyi gözlemlemiş olması etkili olmuş olabilir. İstanbul ve Ankara da romanda kısa bir bölümde mekân olarak kullanılmıştır.

Roman bölümler halinde oluşturulmuştur. Her bölümün başlığı tarih ve mekân isminden oluşmaktadır. Örneğin:

29 Mart 1984 Perşembe:

Kapısıra Mahallesi, Zehra Hanım’ın evi[11]

Genellikle, her bölümde farklı kişilerin yaşamından kısa bir kesit sunulur. O bölümde anlatılan olayın veya kişilerin özelliğine uygun mekânlar seçilir. Mekân anlatılacak kişi hakkında ipucu verir. Örneğin “Ulucami’nin avlusu” bölüm başlığı verilmişse Motorlu Hoca, Arap Hafız ve Kör Remzi’nin yaşamından kısa bir kesit sunulacağını anlarız. Ancak yazar zorunlu olmadıkça mekân anlatımına girmez.

 

 

 

1.2.3.1. Kapalı Mekânlar

Otobüs: Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın romanını oluşturduğu mekândır. Her hangi bir ayrıntı verilmemiştir.

Esentepe, Belediye Başkanı’nın evi: Bu mekân ismi Başkan’ın aile hayatı, eşi ve çocuklarının yaşantısı hakkında bilgi verilecekse kullanılır. Evinin fiziksel özellikleri hakkında herhangi bir ayrıntı verilmez.

Başkanlık Makamı/ Belediye Başkanlığı: Başkan, Sibel Hanım, Tak Tak Ahmet hakkında kesitler sunulur. Herhangi bir mekân tasviri yoktur.

Kapısıra Mahallesi, Zehra Hanımın Evi: Başkan Zarif Bey’in ve Zinnur Hanım’ın mahalle dedikoduları bu mekânda yapılır. Kapısıra Mahallesi Başkan’ın baba evinin bulunduğu mahalledir.

Mantar Niyazi’nin Lokantası: Zaman zaman kişilerin yemek yiyip sohbet ettikleri lokantadır.

Sanatseverler Derneği: Sanatseverler Derneği Yönetim Kurulu üyelerinin toplandıkları, kurulacak olan tiyatro üzerine konuştukları mekândır.

Aysberg Birahanesi: Başta Tomruk Turan olmak üzere Emmioğlu Mustafa, Bankacı-Ozan İhsan vb. isimlerin yaşamından kesitler sunulacağında kullanılan mekândır.

AY-GEN İnşaat Taahhüt ve Ticaret AŞ: Şirket ortakları Ömer Gencer ve Ramazan Aydın’dan bahsedilir.

Meserret Kıraathanesi/ Ulucami Avlusu/ Bir Ölü Evi: Motorlu Hoca, Kör Remzi ve Arap Hafız’dan bahsedildiğinde kullanılan mekânlardır.

            Son Haber Gazetesi:  Karanlık Adam Mimar-yazar Bozbulanık Muhittin Bey’den bahsedilirken kullanılan mekânlardan biridir.

Kerim Bey’in Muayenehanesi: Kerim Bey bu mekânda psikolojik danışmanlık yapmaktadır.

İşadamları, Sanayiciler ve Bankacılar Derneği Lokali: Dernek üyelerinin toplantı yaptıkları mekândır.

Diğer Kapalı Mekânlar: Nikah Salonu, Yazlık, Beş Yıldızlı Otel, Halk Eğitim Salonu, İntim Pavyon, Mimar-yazar Muhittin Bey’in evi, Tomruk Turan’ın Evi.

 

1.2.3.2. Açık Mekânlar

Özgür Köftecisi: Köfteci Muammer ve tiyatroya gönül vermiş arkadaşlarını genellikle bu mekânda görürüz.

Canaran Parkı: Kentin soluk alıp veren tek yeşil alanı olarak tanıtılır. Halk kalabalığından bahsedildiğinde bu mekân kullanılır. Mekân tasvirinin yapıldığı nadir yerlerden biridir. Aralara serpiştirilen kısa birkaç cümleyle park tanıtılır.

Erodikya, Akkaya, Kızılkaya, Karbasan, Çamardı: Kentin ören yerleridir. Erodikya, antik bir kentir. Burada bir antik amfi tiyatro bulunmaktadır. Erodikya’da su kaynakları yoktur. Antik dönemde burada yaşayan insanlar yirmi kilometre uzaklıkta bulunan Karbasan’dan çeşitli tekniklerle su taşımıştır. Akkaya ve Kızılkaya termal kaynakların, beyaz ve kızıl travertenlerin bulundu yerlerdir. Çamardı ve Karbasan tabiat zenginliklerinin olduğu yerlerdir. Bu mekânları Başkan’ın Sibel Hanım ve Tak Tak Ahmet’le birlikte yaptığı gezi sayesinde tanırız. Bu mekânlardan bahsedilirken kısa mekân tasvirleri yapılmıştır.

 

1.2.4. ROMANIN KİŞİLER KADROSU

Roman “dalga biçimi” tekniğiyle kurgulanmıştır. Bir çerçeve olay vardır. Bu çerçeve olay bir otobüs yolculuğundan ibarettir. Bir şehrin tiyatro danışmanlığına getirilen şahsın İstanbul’dan Anadolu’nun küçük bir şehri olduğunu anladığımız kente yolculuğu aktarılır. Çerçeve olayda yer alan kişiler şunlardır:

“Nısalamzay Namor Rib” i yazan adam: Çerçeve anlatıda başkişidir. Anadolu’da bir kentin belediye şehir tiyatrosunu kurmak için yolculuğa çıkar. Otobüs harekete geçmeden henüz perondayken buğulanan cama “Nasılamzay Namor Rib” yazısını yazar. Yanında oturan adam yazıya bir anlam veremez ancak otobüsün dışında sevgilisini uğurlamaya gelen uzun saçlı adam yazıyı “Bir Roman Yazmalısın” şeklinde okur. Ardından “Kim yazacak romanı?” sorusu sorulur. Bu soruya cevap roman başlamadan verilmiştir. Romanın başlangıcında verilen şu yazı romanı kim yazdı karmaşasının aydınlanmasına ışık tutar:

Elbette, bu romanda anlatılanlar uydurma.

Bir otobüs yolculuğu sırasında uydurdum bunları.

Geceydi ve uyku tutmamıştı bir türlü.

Yapacak başka bir şey de yoktu.

YAZAR[12]

Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere Anadolu’ya tiyatro yapmak üzere giden yazarımız bir roman kaleme almıştır. “Nısılamzay Namor Rib’i yazan adam” olarak anılan kişi, yazdığı romanda “tasarlanmış kişi” olarak bir kahraman karşımıza çıkarır. Bu kahraman “Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın roman kahramanı” olarak anılır. Yazar, bu kahramana “nihilist” adıyla seslenir. Bu kahramanla olan diyalogları sayesinde roman yazarı hakkında bilgi ediniyoruz. Nısılamzay Namor Rib’i yazan adam; Anadolu’da tiyatro yapma ülküsü olan idealist biridir. Nihilist ile yazarın diyaloglarından biri de şu şekildedir:

Tamam tamam! Vazgeçtim! Sen taşraya, Anadolu’ya yani, tiyatro yapmak için gidiyorsun! İdealist, erdemleri olan birisin! İnsanı insan yapan değerlere ve edimlere henüz sırtını dönmemiş! Bense nihilistin tekiyim! Say ki, senin Şeytan’ın![13]

Romanın bir başka yerinde yaşanan şu diyalog da yazar hakkında bize bilgi verir:

Sen değil miydin taşraya gidip de Anadolu’nun uçsuz bucaksız köşelerinde tiyatro kavgasına omuz vermeyi, o savaşın içinde yer almayı isteyen? Al öyleyse, buyur savaş! Ama o savaşın içinde, kimlere karşı kimlerle yan yana olacağını da iyi bil! Çalıkuşu’nda Feridecilik oynamayı bırak da, gözünü dört aç! Senin gideceğin çevrenin insanları, birbirini sokmaya hazırlanmış fırsat kollayan akrepler, engerekler!…[14]

            Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın roman kahramanı (Nihilist): Çerçeve olayda başkişi olan yazarın zaman zaman diyaloga girdiği hayali (tasarlanmış) kişidir. Yazarın otobüs yolculuğunda yazdığı romanın bir kahramanıdır. Bu yönüyle Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanındaki “Olric”e benzer. Bu hayali kişi her konuşmasında yazarla ters düşer. Yazarın sanat aşkının, ideallerinin gereksizliği üzerine konuşmalar yapar:

Bana kalırsa, kente iner inmez aynı otobüsle geri dön sen! Boş ver tiyatroyu miyatroyu… Kimin umurunda zaten tiyatro? Yaşamana bak sevgili yazarım. Yaşamana bak! Çünkü bir tek sanat var ki, işte onsuz olmaz: yaşama sanatı![15]

Anadolu’yu ve Anadolu insanını küçümser:

Doğrusunu söyle, taşra de şuna! En dişe dokunanları Naciye sözgelimi! O kim? Teke kokulu bir kız… Ya erkekleri taşranın? Kirle karışık Abazaca tüten oğlanlar! Gidip bu adamlarla tiyatro yapabilmek mümkün mü sana göre? Onları çalıştıracağım ve tiyatro yapacağım, öyle mi yüzlerce kilometre arasında mekik dokuyup da? Avucunu yala sen! Bunlarla değil tiyatro yapma, oturup çay bile içilmez bir bardak![16]

Anadolu’da tiyatro yapılamayacağını, bu uğraşların boş olduğunu, bu uğraşların asla sonuç vermeyeceğini söyler:

Ama sonunda yapılacak iş belli değil mi? Dönülüp İstanbul’a, kuytulara, barlara meyhanelere… Siz bilir misiniz Anadolu’yu? Tiyatro yaptınız mı hiç oralarda? Bir de öyle ağlar, öyle ağlarsın ki sayın yazarım, acısınlar sana! Acılardan yana da ayrıcalıklı olmak gerekir, öyle ya![17]

Nihilist, çoğu zaman yazarı acımasızca eleştirir:

Her ayrıksılığın ve seçkinliğin uçlarında yaşamak senin amacın! İnsanlığın da, erdemin de hep laf! Acınılacaksa en acınılası sen olmalısın, en arabeski! Bir zamanlar da en devrimcisi, en hapiste yatanı, en işkence göreni, en aydını! Şimdi de en enteli![18]

            Yazar da bu hayali kahramanla ters düşer. Onu “nihilist” olarak adlandırır:

Nihilist seni! İnandığın, ayakta tuttuğun bir değer söylesene bana![19]

Bu hayali kişi, çeşitli eserlerde rastladığımız “nihilist tip”inin bütün özelliklerini üzerinde barındırır. İdeolojik, dinî, millî, sosyal değerlere kayıtsızdır. Herhangi bir inancı yoktur. Zevk, haz, eğlence onun için önemlidir. Tensel hazlara bağlı olduğunu anlarız:

Nihilistsem nihilistim ulan! Var mı diyeceğin? Yaşıyorum hiç değilse! Ne kadar yaşayabileceksem… Sevişerek, dolu dolu… Dünyanın ne denli güzelliği varsa hepsini… Gerisi tabii vız gelip tırıs gider… Bana ne sizin insanlığınızdan erdeminizden![20]

            Yazar, otobüste yazdığı roman kahramanına –nihiliste- otobüsteki yolcuları kullanarak bir oyun çıkarma görevi verir:

Nısılamzay Namor Rib’in yazarı, yolcuları tarıyordur.

Kırk beş kişilik otobüsün yolcularıyla amma da tiyatro yapılır ha! Baksana, bir otobüs dolusu herifle karı !…

Hadi bu işi sen yap!

Ne, ben mi?

Sen ya…

Nısılamzay Namor Rib’i yazan adam, yarattığı roman kahramanına veriyor bu görevi.

Otobüs gidiyordur.[21]

İncelediğimiz romanın çok büyük bölümünü oluşturan bölüm nihilistin kurguladığı oyundur. Bu oyun çerçeve hikâyenin “ikinci düzey olay”ıdır. Bu hikâyede olay Zarif Bey’in başkan olmasıyla başlar ve şehir tiyatronun açılacağı günün bir önceki gününe kadar devam eder. Olay örgüsü çizgisel bir bütünlük izler. Bu hikâyede anlatılanlar Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın şehre gelmesinden önce şehirde yaşanan takriben bir yıllık süreci ele alır.

Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın roman kahramanını, nihilisti, yazarın iç sesi olarak düşünebiliriz. Ayrıntılı düşündüğümüzde yazarın otobüs yolculuğu esnasında yazdığı romanla nihilistin kurguladığı oyun aslında aynı zihnin ürünü ve bu iki kurgu aynı olayı anlatmaktadır. Yazarın nihilistle mücadelesi; idealizm, erdem, ülkü çevresinde yaşadıkları çatışma gerçekte bir iç çatışmadır. Bu durumu iki şekilde açıklayabiliriz. Birinci açıklamamız şudur:

Yazarın idealler, erdem, değerler vb. hususlarda bir kafa karışıklığı vardır. Geçmiş yaşamında idealizm motivasyonuyla çıktığı yolda ciddi hayal kırıklıkları yaşamıştır. Bu durum ideallerini sorgulanmasına sebep olmuş ancak yine de bu motivasyonunu tamamen yitirmemiştir. Değerlerini sorgulamaktadır. Topluma “yabancılaşma” olgusunun eşiğindedir. Anadolu’ya yaptığı bu yolculuk belki de ideallerinin peşine düşüşünün sonuncusudur. İşte tam da bu eşikte bu yolculuk esnasında bir iç muhasebe yapmaktadır. Bu muhasebe zaman zaman bir toplum eleştirisi şeklinde karşımıza çıkarken zaman zaman bir öz eleştiri olarak ortaya çıkar.

İkinci açıklama ise şu şekildedir: İnsan her düşünce ve duygusunu sesli olarak söyleyemez. Düşüncelerini dile getirmesini engelleyecek sosyolojik ve psikolojik baskı unsurları vardır. Yazar, kendi şahsı ve toplum hakkındaki düşüncelerini doğrudan dile getirememiş; bunları “nihilist”e söyletmiştir. Bir yönüyle yazarın kötü yanını temsil eder. “Bense nihilistin tekiyim! Say ki, senin Şeytan’ın!” ifadesi de bu düşünceyi destekler mahiyettedir. Yazarın kötü yanının “nihilist” olarak seçilmesi de önemlidir. Yazar kahramanına daha romanın en başında “nihilist” yaftası yapıştırarak ona karşı gelebilecek hücumları engellemiş oluyor. Öyle ya zaten nihilist bu adam. Hiçbir değer yargısı yok. Nasıl ki bir deliyi davranışlarından dolayı kınayamazsak bir nihilisti de değer yargıları ve düşüncelerinden ötürü kınayamayız. Öyleyse düşünüp de baskıladığımız fikirleri ona söyletebiliriz.

Otobüs yolculuğunun sonunda – aynı zamanda romanın sonunda – yazar otobüsten iner ancak nihilist otobüste kalır. Nihilist otobüsle birlikte geri döner. Yazar şu sözleri mırıldanır:

Sefil nihilist seni! Bir yerlere gömeceğim seni! O pis ve sırıtkan yüzünü! Hiçbir değer taşımayan seni bir yerlere gömeceğim, göreceksin![22]

            Uzun Saçlı Delikanlı: Otobüs yolculuğu başlarken sevgilisini uğurlamaya gelmiş genç adamdır. Yazar, buğulanan cama Nısılamzay Namor Rib’i yazmış, genç adam dışarıda olduğu için yazıyı “Bir Roman Yazmalısın” olarak okumuştur. Delikanlı, hınzır gülüşlü adama bakıyor, onun hınzır gülüşüne omuz veren bir tebessümle. Delikanlı, tekrar buluştuklarında sevgilisine anlatmayı kuruyor, camdaki oyunu.

            Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın yanında oturan adam: Yazarın yanında oturan adam eğilip bakıyor ancak bir şey anlamıyor yazılandan. İçinden “Kazık kadar herif! Çocuk gibi, tutmuş, parmağıyla cama yazıyor” diyor.

İkinci düzey anlatıda yazar küçük kentin yaşamını gözler önüne serer. Yazar bunu olaylar üzerinden veya mekân betimlemeleriyle yapmaz. Tablo kahramanlar üzerinden çizilir. Biz küçük kenti kahramanların kişiliğinden, davranış ve düşüncelerinden, bulundukları çevreden izleriz. Bunun içindir ki romanı kişiler sırtlar, romanda önemli olan kişilerdir.

İkinci düzey anlatıda (Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamın roman kahramanı “nihilist”in kurguladığı oyunda) yer alan kişiler şunlardır:

            Zarif Bey: İkinci düzey anlatıda yer alan başkişidir. Şehrin yeni seçilen belediye başkanıdır. 27 Mart 1984 tarihinde belediye başkanı seçilmiştir. Bu tarih aynı zamanda dünya tiyatrolar günüdür.  Başkan olarak seçilmesi vesilesiyle yaptığı ilk konuşmasında Dünya Tiyatrolar Günü olmasının verdiği fikirle şehre tiyatro yapma sözü verir. Üstelik biri açık olmak üzere iki tiyatro yapacaktır. Üstelik bu yapıları bir sene içerisinde bitirecektir. Dahası bir şehir tiyatrosu belki bir konservatuvar kuracaktır. Bunun için inşaat çalışmalarına başlamış öte yandan İstanbul’a gidip bu süreci yönetecek, tiyatro yapacak insanları eğitecek profesyonel bir hoca arayışına girmiştir. Tiyatro eğitmeni tiyatronun açılacağı gün, yani 19 Mayıs 1985 tarihinde, şehre gelecektir. Şehrin bütün gündemi artık yapılacak olan tiyatrodur. Tiyatronun gerekliliği üzerine yoğun tartışmalar yapılırken şehrin çıkar grupları Başkan’ın bu girişiminde söz sahibi olabilmek için yoğun bir yarış içerisine girmişlerdir.

Zarif Bey, kültüre ve sanata önem veren duyarlı birisidir. Belediyenin diğer görevlerinin yanında şehrin sanat ihtiyacını da karşılaması gerektiğine inanır. Kentin antik yerleşimlerini gezerken o dönem duyarlılıklarını hayranlıkla izler. Ancak Zarif Bey’i zorlu bir süreç bekler. Başkan’ın aldığı tiyatro kararı şehirde tartışma konusudur. Bir yandan şehrin çıkar grupları, bir yandan dini gruplar, bir yandan kendi siyasi partisi, bir yandan halkın tiyatroya olumsuz bakışı… Zarif Bey’in önünde engeller vardır. Zaten başkanlığı ince bir denge üzerine oturtmuştur.

Ele aldığımız roman “Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner’in (1932-2012) değerli anısına ve Anadolu’da hâlâ tiyatro yapmaya çalışan o güzel insanlara…”[23] notuyla başlar. Buradan hareketle roman kahramanı Zarif Bey kişisinin Salihli belediye başkanlarından Zafer Keskiner’den hareketle oluşturulduğu düşünülebilir. Zira Zafer-Zarif isimlerinin ses benzerlikleri, Zafer Keskiner’in gerçek hayatta yaşadıklarının roman kurgusuna benzemesi bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir. Zafer Keskiner’in başkanlığa seçiliş yılı ile Zarif Bey’in başkanlığa seçiliş yılı (1984) aynıdır. Zafer Keskiner, roman kahramanımız Zarif Bey gibi sanata alaka gösterir, 1985-1986 yılları arasında Salihli Belediye Tiyatrosunu kurar, 1987 yılında kışlık belediye düğün salonu restore edilerek konferans ve tiyatro salonuna dönüştürülür. Belediye Tiyatrosunun kuruluşu ile birlikte İzmir Devlet Tiyatrosu sanatçıları Doğan Yağcı ve Feyyaz Yükselen Salihli’ye gelerek tiyatro kurslarına başlar. Bütün Zarif  Bey karakterinin ve roman kurgusunun gerçek yaşamdan esinlenerek oluşturulduğunu gösterir.

Zarif Bey evli ve üç çocuk babasıdır.

Zinnur Hanım: Belediye Başkanı Zarif Bey’in eşidir. Kocası belediye başkanı olsun diye son günlerini tümden dualara, namazlara ayırmıştır. Kocasından ve çocuklarından gerekli ilgiyi görememektedir. Her geçen gün biraz daha yalnızlaşıyordur Zinnur Hanım. Zarif Bey’i de artık tanıyamıyordur. Anneler gününde bile hayal kırıklığı yaşamış, geçiştirmek için küçük kutlamalar yapılmıştır. Zinnur Hanım, silik bir tiptir. Kocasıyla başkanlık sekreteri Sibel Hanım arasında bir etkileşim olduğunu fark ettiği halde buna bile tepki gösteremez. Zinnur Hanım “sosyal tip”tir. Sosyal olayların kolayca yönlendirebildiği bir tiptir. Zinnur Hanım, Türk “ev hanımı” tipidir. Zinnur Hanım, Başkan’ın “evli ve mutlu” olması gerekliliğinin sembolüdür. Zinnur Hanım daima ikinci planda kalmayı ve ağırbaşlı davranmayı tercih eder. Çünkü o “ana kraliçe”dir.

Başkan’ın Büyük Kızı: İsmi anılmamaktadır, “büyük kız” olarak anılır. Çok nadir yerde, genellikle annesinin yakınmalarında, hatırlanır. Annesinin söylediğine göre nişanlısından başka kimseyi gözü görmüyordur.

Başkan’ın Küçük Kızı: “Başkanın küçük kızı” ismiyle hatırlanır. Belediye tiyatrosunun inşaatını yüklenen AY-GEN İnşaat Taahhüt ve Ticaret AŞ’ye ortaktır. İhalenin Başkan’ın kızının ortağı olduğu şirkete verilmesi eleştiri konusu olur. Zinnur Hanım küçük kızın sadece şirtekle ilgilenmesinden şikâyetçidir.

Başkanın Oğlu: İsmi anılmaz. Sadece annenin yakınmalarından tanırız. Anne çocuğunun ilgisizliğini “Oğlan desen, ha var, ha yok…”[24] sözüyle özetler.

            Sibel Hanım: Başkanlık sekreteridir. Çilli, gözlüklü, çiroz gibi zayıftır. İrice, üstelik biraz da eğrice burnu vardır. Bütün çirkinler gibi şıktır. İlerlemiş yaşına rağmen bekârdır. Zarif Bey’e görür görmez çarpılmıştır. Sibel Hanım’ın gözünde Zarif bir film yıldızı gibidir. Çalışkanlığıyla dikkat çeker, Başkan’ın yanından hiç ayrılmaz. Zarif Bey de çok sevmiştir onu. Çalışkanlığını, dürüstlüğünü, içtenliğini… Cumartesi ve pazarları ücret beklemeden mesai yapıp çalışır. Hatta Başkan ona “Belediyede sizin gibi çalışan on adamım olsa Sibel Hanım, inanın her işin üstesinden gelirin ben!” demiştir. Belediyenin memurları “Saybıl” adını takmışlardır ona.

Tak Tak Ahmet: Belediyenin basın ve halkla ilişkiler müdürüdür. Ayakkabısının ibiğini kıvırıp topuğuna basar. Tak tak topuklu ayakkabıları olduğu için Tak Tak Ahmet adını yakıştırmışlardır. Çalışkandır olması, tuttuğunu koparması gibi özellikleriyle Başkanın gözüne girebilmiştir. Sibel Hanım onu kendisine rakip görmekte, bunun için pek sevmemektedir onu. Hem Sibel Hanım onu kaba ve görgüsüz olarak görmektedir. Aralarında gizli bir güç çekişmesi vardır. Tiyatro lafı seslendirildiğinden beri her ikisi de belediyenin kültür müdürlüğü için gizli bir mücadeleye girişir. Ahmet Bey zamanla Başkan’a kırgındır. O kadar çalışmasına rağmen Sibel Hanım’ı kendisine tercih ettiğini düşünür.

Zehra Hanım: Zarif Bey’in Kapısıra Mahallesi’ndeki baba evinin tam karşısında oturan komşudur. Kadınlar sabah erkeklerini uğurladıktan sonra Zarif Bey ve eşi Zinnur Hanım dedikodularını bu evde gerçekleştirirler. Bunca yıldan sonra bir belediye başkanı çıkarmış olmak kolay mıdır mahalle için. Gece gündüz hep aynı şey konuşulacaktır. Muhtelif dedikodulardan sonra sıra tiyatro açma mevzusuna gelmiştir. Zehra Hanım buna karşıdır:

Gelir gelmez tiyatro açacağım, demiş. Kara yerlere giresice! Açılmadık bir orası kaldıydı; aç aç, onu da aç bakalım! Anasının donu da sanki töbe töbe…[25]

Zehra Hanım, bu gidişle başlarına taş yağacağından endişelidir.

            Partinin Merkez İlçe Başkanı Feridun, Parti İl Başkanı Ali, Belediye Meclis Üyeleri Hayri ve Levent: Mantar Niyazi’nin lokantasında tanırız bu isimleri. Yazarın bu kişileri yemek yeme esnasında tanıtması tesadüf değildir. Bu insanlar küçük siyaset peşinde koşan, her nimetten bir pay sahibi olmayı planlayan insanlardır. Sanat, kültür gibi bir kaygıları yoktur. Başkan’ın tiyatro kararını pek hoş karşılamamakla beraber karşı çıkmayacaklardır. Başkan’la çatışmayacaklar ancak kontrolü de elinde tutacaklardır. Tiyatro ve açık hava tiyatrosunun gerekliliğini savunacaklar anacak açık hava tiyatrosunun hemen yanına bir de cami yapılmasını isteyeceklerdir. Hassas dengeyi korumak gerekmektedir. Nihayet bir gün belediye meclisi toplantısında bunu aniden gündeme getirirler. İzleyici olarak da şehrin bütün hacı-hocasını toplamışlar ki Başkan camiye itiraz edemesin. Nihayetinde istediklerini elde ettiklerini görürüz.

            Kerim Bey: Sanatseverler Derneği başkanıdır. Kerim Bey sosyal hizmetler uzmanıdır. Sosyal hizmetler uzmanı olasına rağmen bir muayenehane açmış, gelen hastalara terapi yapmaktadır. Kerim Bey’e ruh ve sinir hastalıkları hekimi Macit Bey hamilik yapmaktadır. Ağzı laf yapan birisidir. Yeni açılacak tiyatroyu derneğin işletmesini ister, bunun için girişimlerde bulunur.

Sarraf Mustafa Bey: Sanatsever Derneği’nin Yönetim Kurulu üyelerinden biridir. Derneğe girerken kendisini sanatsever olarak göstermenin ötesinde bir şey düşünmemişti. Konuşmalarında sürekli “emmioğlu” seslenmesini kullandığından kendisine “Emmioğlu Mustafa” denmektedir. Tiyatro işletmesini almak gibi bir gayesi yoktur, Sanatseverler Derneği’nin Yönetin Kurulu üyesi olmak yetip de artmaktadır onun için! Bu yönlü tartışmalara çok fazla dâhil olmaz.

Kereste Tüccarı Turan Bey: Sanatsever Derneği’nin Yönetim Kurulu üyelerindendir. Kereste tüccarıdır. Babasından kalma bir meslektir. Davranışları ve fiziği kabadır. “Tomruk Turan” ismiyle tanınır. Genellikle Aysberg Birahanesi’nde rastlarız. Sanatsever Derneği’nin Yönetim Kurulu başkanlığına Bankacı-Ozan İhsan Bey’in daha yakışacağını söyler. Bu konuda Bankacı-Ozan İhsan Bey’i yüreklendirmeye çalışır. Bekârdır. İntim Pavyon’da çalışan konsomatris Ayten’le arkadaşlık eder. Bir süre sonra Ayten’le evlenmeyi planlar. Bu yüzden babası Tomruk Turan’ı topuğundan vurur.

            Mimar-yazar Muhittin Bey: Sanatsever Derneği’nin Yönetim Kurulu üyelerindendir. “Son Haber” gazetesinde “Halep Oradaysa” ismiyle köşesi vardır. Dizgiciler ona “karanlık adam” ismini koymuşlardır. Enteresan bir adam olduğu için de bir diğer lakabı “Bozbulanık”tır. Muhalif bir kişiliği vardır. Başkan’ın kültür ve sanat politikasını eleştirir. Başkan’ın her şeyi ben bilirim havasında olduğunu, kimseye – özellikle kendi gibi sanattan anlayan kişilere- danışmadan kararlar aldığını söyler. Bir fizibilite çalışması yapılmadan, hiçbir hazırlık aşamasından geçmeden tiyatro kuracağım demekle bu işlerin yürümeyeceğini söyler. Köşesinden yaptığı sert eleştirilerin bir dayanağı da Başkan’ın kızının ortak olduğu inşaat şirketine tiyatro inşaatı görevinin verilmesi olur.

            Bankacı-Ozan İhsan Bey: Sanatsever Derneği’nin Yönetim Kurulu üyelerindendir. Banka memurudur ancak banka memurluğu yapmak istememektedir artık. İstifa etmeyi bile düşünmektedir bankadan ancak çoluk çocuğundan dolayı bunu yapamamaktadır. Şiirler yazmaktadır. Şair ruhlu olduğuna inanır. Bankanın rakamları, karısının dırdırlarıyla felce uğrayan bu beyinden güzel şiir üretmesini kim bekleyebilirdi? Karısının dırdırlarından ve hesaplardan bunaldığında soluğu Aysberg Birahanesi’nde almaktadır. Yine böyle bir günde Aysberg Birahanesi’nde Tomruk Turan’a “Seramik Kadınlar” şiirini okumuştur da Tomruk Turan çok beğenip “Ulan İhsan, amma yazmışsın be! Sen ne ibnesin, ne puştsun! Seni gidi şair seni!”[26] demiştir. Tomruk Turan’ın Sanatsever Derneği’nin Yönetim Kurulu başkanlığına kendisini layık görmesine de çok mutlu olmuştur.

AY-GEN İnşaat Taahhüt ve Ticaret AŞ Ortakları Ramazan Aydın ve Ömer Gencer: Belediyenin yaptıracağı tiyatro binasının inşaatını üstlenen şirketin asıl ortaklarıdır. Her ikisi de mimardır. Bazı davranışlarından –şantiyede porno film izlemek gibi- cinselliğe düşkün oldukları anlaşılmaktadır. Kendilerini entelektüel olarak gösterme çabasındadırlar. Başkan, Ramazan Aydın’a hem kapalı tiyatroyu, hem de açık tiyatroyu AY-GEN AŞ yapmalı demiştir. Bu işten çok mutlu olmuşlardır. Tiyatro mimarisini incelemek için Ankara’ya bile giderler. Birçok eksik de bulunsa kapalı tiyatro binasını açılışa yetiştirirler.

Motorlu Hoca, Arap Hafız, Kör Remzi: Mutaassıp, gerici anlayışı temsil ederler. Meserret Kıraathanesi veya cami avlusu gibi mekânlarda etraflarına toplanan kalabalıklarla sohbet ederler, çoğu kez Motorlu Hoca ateşli konuşmalar yapar. Tiyatroya şiddetle karşıdırlar, hele üç aylarda, böyle mübarek günlerde tiyatro lafını duymaya bile tahammülleri yoktur. Motorlu Hoca içlerinde en baskın karakterli olanıdır. Motorlu Hoca ile Arap Hafız cenaze işlerinden; cenaze yıkama, dua okuma gibi işlerle geçimlerini sağlamaktadırlar. Kör Remzi kendisine yapılan yardımlarla rahatlıkla geçimini sağlayabilmektedir, hatta dördüncü karısını bile alabilmiştir.

            Köfteci Muammer: Özgür Köftecisi adında seyyar köfteci dükkânı vardır. Şehirde tiyatroyla doğrudan ilgili nadir kişilerden biridir. Ankara’da kurslara katılmıştır. Çoluk çocuğu tiyatroya lanetler yağdırsa da, Muammer, kendi deyişiyle tiyatroyla evlenmiştir bir kez. Sağda solda tiyatro yapmaya çalışmaktadır. Sabahlara kadar provalar yaptığı da olmuştur. Muammer birçok kişiye aşılamıştır tiyatro sevgisini. Tiyatronun açılacağı gün oynanacak oyunu köfteci yönetecek hem de oynayacaktı.

Köfteci Muammer, Anadolu’da tiyatronun çilesini çeken, bu uğraşı bir aşkla yapan kişileri temsil eder. Derinlemesine bir tiyatro bilgisi yoktur ancak tiyatro deneyimini kendi çabalarıyla, çilesini yaşayarak kazanmıştır.

Romanda olumlu özellikleri ağır basan nadir kişilerden biridir. Diğer bütün kahramanlar gibi tiyatro konusunda iktidar olma kavgası vardır.

Murat ve Naciye: Köftecinin tiyatroya kazandırdığı gençlerdendir. Birbirini sevmektedirler. Naciye, Murat’ın etkisi ile tiyatroya devam etmektedir. Bulundukları şehirde tiyatroda oynayacak kadın oyuncu bulunamamasından dolayı Köfteci için Naciye çok önemlidir. Zaten babası zor ikna edilmiştir. Tiyatro açılışında oynanacak ilk oyunu kendileri sergileyecektir. Bu oyun için yapılan son çalışmada çalıştıkları tiyatro binası yakılır.

            İşadamı Masuroğlu: Basma, boya, dokuma, iplik fabrikalarıyla kentin en tanınmış siması sayılabilecek kişidir. İşadamları, Sanayiciler ve Bankacılar Derneği’nin olağan Çarşamba toplantısında Başkan’ın tiyatro kararını destekleyen bir konuşma yapmıştır. Masuroğlu, derneğin başkanın arkasında olacağını ilan etmiştir.

Yazar bize bir tiyatro izletir. Bu tiyatronun sahnesi bir kenttir, kişileri bütün kent halkıdır. Kentte farklı anlayışlar, farklı yaşayışlar vardır. Bu farklılıkların ortak noktası ise gücü eline alabilme çabasıdır. Yazar, bu mücadeleyi, anlayış ve yaşayışları karmaşık olaylar üzerinden değil kişiler üzerinden, kişilerin benimsediği anlayış ve yaşayışları üzerinden bize izlettirir. Bunun içindir ki romanda “kişi” unsuru bu romanda önemli bir yer tutar. Romanda kişi sayısı fazladır.

Yazarın oluşturduğu kişilerin birçoğu olumsuz özelliklere sahip kişilerdir. Okuyucunun “iyi” diyebileceği kişilerin de mutlaka “kötü” bir tarafı verilmiştir. Hiçbir kahraman tamamen edilerek sunulmamıştır.

 

1.2.5. TEMALAR

1.2.5.1.İktidar Arzusu

Romandaki ana temadır. Romanda yer alan hemen hemen bütün kahramanlar tiyatro kurulma kararı sonrasında söz sahibi olmak isterler. Şehirde tiyatro üzerinden büyük bir egemenlik mücadelesi başlar. Bu tema romanın iskeletini oluşturur. Hatta roman “Bin Yüz Bir Giz” ismini bu temadan alır. Yazar, “Agora” dergisinin 35. sayısında bu durumu şu sözlerle özetler:

…bin yüzlü, binlerce yüzlü bir dünyada yaşıyoruz… ama giz tek; egemen olma gizi.[27]

Romanda iktidar arzusunu temsil eden belli başlı çatışmalar şunlardır:

Belediye çalışanları – Sibel Hanım ve Ahmet Bey- tiyatronun açılmasından sonra belediyenin kültür-sanat müdürlüğü için bir rekabete girer.

Partinin İl Başkanı, Merkez İlçe Başkanı ve meclis üyeleri gücü ellerinde tutmak arzusundadırlar. Koca parti onlardan sorulur. Belediye Meclisi de onlardan… Belediye Başkanı’nı da dizginlemek gerekecektir. Parti İl Başkanı Ali Bey’in bu konudaki şu sözleri dikkat çeker:

Hem köprübaşını bırakmamak lazım, hem köprübaşındaki deliyi kendi tarafımıza çekmek lazım! Laf etsek, bak bak, partisiyle Belediye Başkanı’nın arası açıldı derler. Ama başkanı da kendi haline bıraksak ya davulcuya varır ya zurnacıya…

Madem Başkan partili, o halde yuları elimizde olacak. Öyle bir tutacağız ki yuları, ne boğulacak ne de kendi istediği gibi hareket edebilecek.[28]

Sanatseverler Derneği tiyatronun işletilmesini üstlenmek ister. Ayrıca Sanatseverler Derneği içinde de bir mücadele vardır. Sanatseverler Derneği Başkanı Kerim Bey Derneğin bazı üyeleri tarafından bu makama layık görülmez. Sanatseverler Derneği üyelerinden Tomruk Turan bu görev için Bankacı-Ozan İhsan’a verilmesi taraftarıdır.

AY-GEN AŞ tiyatro kurulma kararı sonrasında tiyatro binasının yapım işini üstlenmek için mücadele eder ve amacına ulaşır. AY-GEN AŞ tiyatro binasının yapım işini üstlenmesinden sonra eleştirilere maruz kalır. Mimar-Yazar Muhittin Bey, Başkan’ın kızının AY-GEN AŞ’nin ortaklarından olduğunu, bu nedenle tiyatro yapım işinin bu şirkete verilmemesi gerektiğini söyler.

Motorlu Hoca, Arap Hafız, Kör Remzi tiyatronun kurulmaması için mücadele vermektedirler. Genellikle Meserret Kıraathanesi ve cami avlularında yapılan sohbetlerde tiyatronun dini yaşamı ve sosyal ahlakı bozacağı yönünde sohbetler yaparlar. İşadamları, Sanayiciler ve Bankacılar Derneği tiyatro kararını desteklemektedir. Bu nedenle özellikle Arap Hafız ve bunun gibi insanların bu girişimlerinin karşısında dururlar. Bu söylentileri yaymaya devam ettikleri takdirde bu şahısların bağlı bulunduğu cemiyetlere para yardımlarını kesecekleri mesajını iletirler.

Mimar-Yazar Bozbulanık Muhittin Bey ise tiyatroya karşı olmamakla birlikte yöntem bakımından süreci eleştirir. Yazdığı köşe yazılarıyla Başkan’la sıkı bir mücadeleye girişir.

Köfteci Muammer, bunca yıl büyük zorluklarla yürüttüğü tiyatro çalışmalarının karşılığını görmek istemektedir. Bunun için İstanbul’dan gelecek Hoca’yla mücadeleye hazırlanmaktadır.

Şehrin kadınları arasında da dedikodu düzeyinde tiyatro tartışması sürüp gitmektedir. Tiyatronun gerekliliği üzerine, genel ahlakı bozacağı üzerine konuşmalar yapılmaktadır. İşin gerçeğine bakarsak şehrin kadınlarının gerçek mücadelesi Başkan’ın eşi ve annesi ile alakalıdır.

İktidar olma arzusundan kaynaklı bütün bu mücadele ve tartışmalar roman boyunca sürüp gitmektedir. Ancak bunların dışında çerçeve olayda yaşanan bir diğer iktidar olma mücadelesi ise Nısılamzay Namor Rib’i yazan adamla Nısılamzay Namor Rib’in roman kahramanı arasındaki mücadeledir.

 

1.2.5.2.Yolculuk/Arayış

Çerçeve olayda tiyatrocu-yazar bir otobüs yolculuğundadır. Birçok edebi eserde yolculuk temasına rastlamak mümkündür (Tutunamayanlar, Yeni Hayat, Çalıkuşu, Odysseia, İlahi Komedya, Simyacı vb.) Farklı eserlerde farklı biçimlerde karşımıza çıksa da birçok kez aslında bir içe yolculuğu imgeler. Bu romanda da yolculuk teması ile birlikte bir iç muhasebe yapıldığını, yazarın içsel bir arayışa giriştiğini söyleyebiliriz. Romanda kahramanın bir otobüs yolculuğu yapması da dikkat çekicidir. Son dönem Türk romanlarında kahramanların bir arayışa girmesi ve bu arayış yolculuğunun otobüs vasıtasıyla yapılması sık rastladığımız bir durumdur. Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat”ı, Nazlı Eray’ın “Orphee”si, bu duruma örnek verilebilir.

 

1.2.5.3.Aşk

            Zinnur Hanım’ın Zarif Bey’e olan aşkı: Fedakârlık içeren bir aşktır. Kocası belediye başkanı olsun diye, son günlerini, son gecelerini tümden dualara ayırmıştır.  Ancak kocasından bu fedakârlığın karşılığını göremez. Zinnur Hanım her geçen gün biraz daha ihmal edildiğini düşünse de Zarif Bey’e olan bağlılığını hiç yitirmez. Zinnur Hanım, Zarif Bey’in tiryakisidir; ne yapsa ne etse kızmaz ona! Bağırıp çağırmalarına alışıktır zaten. Zinnur Hanım Zarif Bey ile olan geçmiş anlarını hatırlar. Geçmişte kendisiyle ne kadar ilgilendiğini düşünür. Ama gittikçe değişmiştir kocası. Eski günlerini özlemle anar. Kocasının başkan olmasıyla eski mutluluklarının da uçup gittiğini düşünür. Şimdi hep mutluluğu oynamak, kendilerine bakanlara hep gülücükler sunmak zorundadırlar. Nerede olursa olsun, her karşılaştıklarında öpmeye başlamıştır kocası onu. Hep mutlu oldukları imajı verilecektir kent halkına. Başkan hem evli, hem mutlu olmak zorunda çünkü!

Sibel Hanım’ın Zarif Bey’e olan aşkı: Sonuç vermeyecek bir aşktır. Sonuçsuz bir aşk olduğunu kendisi de bilmekte ve kabullenmektedir. Sibel Hanım Zarif Bey’in belediye başkanı seçilmesinden itibaren Zarif Bey’i muhayyilesinde efsanevi bir kahraman, bir film yıldızı olarak canlandırır. Zarif Bey’i “Kızgın Damdaki Kedi” filminin “Paul Newman”ına benzetir. Sibel Hanım için o, artık Paul Zariftir. Yorgun kalbi bundan böyle artık Paul Zarif’i için çarpacaktır. Evli de olsa fark etmeyecektir çünkü kendisini Paul Zarif’e adanmış halde düşünmekte ve düşlemektedir. Zarif Bey de alaka gösteriyordur Sibel Hanım’a. Birbirlerine iyice alışmışlardır. Zarif Bey, belediyede her işi çekip çevirenin Sibel Hanım olduğunu görüyor ve bu durum kendisini ona daha çok yaklaştırıyor ancak aralarında bir şey olamayacağını biliyor. Zarif Bey, tiyatro eğitmeni bulabilmek için Sibel Hanım’la gittikleri İstanbul’da şunları söyler:

Senin yanında çok rahatlıyorum nedense… Mutlu oluyorum, işler kolay görünüyor gözüme. Yumuşuyorum. Sözün kısası çok iyi geliyorsun bana[29]

Bu aşk, roman boyunca söze dökülemeyen, sadece duygularda kalan bir tutku olarak devam eder, bir sonuca bağlanmaz.

Murat ve Naciye aşkı: Birbirlerine âşık olan iki gençtir. Köftecinin yönlendirmesiyle birlikte tiyatro yapmaktadırlar. Romanda duyguların karşılıklı yaşandığı tek aşktır, denilebilir. İki genç aşkı duygusal bağlılık yanında bedensel birliktelik boyutunda da yaşarlar. İlk ilişkilerini tiyatro açılışında sergileyecekleri oyunun provasında yaşarlar. Köfteci daha rahat çalışsınlar diye onları yalnız bırakmıştır. İkinci birlikteliği ise romanın sonunda, tiyatronun yakılması sonrasında gittikleri antik tiyatro kalıntılarında yaşarlar. Tiyatronun yakılmasının ardından babasının traktörünü tiyatronun önüne çeken Murat, bir yandan kurtarabildiği tiyatro eşyalarını römorka yüklemiş; bir yandan da ağlamış. Sonra Naciye’yi de almış, sürmüş traktörü antik tiyatro Erodikya yoluna. Varıp dikilmişler Erodikya’daki antik tiyatronun tepesine. Naciye’yi elinden tutmuş, skeneye götürmüş. Naciye’yi belinden tutup havalara kaldırmış. Çepeçevre döndürmüş sahnede kızı. Sonra da öpmüş Naciye’yi dudaklarından. Bununla da yetinmemiş soymuş kızı anadan doğma. Sonra da tek vücut olup çıkmışlar.

Romanın son bölümünde Murat ve Naciye’nin yaşadıkları, çok zengin bir çağrışım olanağı sağlar. Murat’ın davranışları ve olayın yaşandığı mekân bize Eski Yunan Tanrısı Dionysos’u anımsatır. Dionysos’un temsil ettiği sembolleri düşündüğümüzde Dionysos söylencelerinin romanın tümüne sindiğini fark ederiz. Dionysos; Anadolu kökenli bir tanrıdır. Antik Anadolu’nun pek çok yerinde Tanrı Dionysos’un izine rastlanır. Tiyatronun tanrısı olarak kabul edilir. Ona ithaf edilen törenlerden tiyatronun doğduğu kabul edilir. Bereket tanrısıdır. Kıyafet değiştirme tanrısı olarak anıldığı görülür. Deliliği onun getirdiğine inanılır ki Murat’ın da romanda tiyatronun yakılmasından sonra delirdiği rivayet edilmiştir. Anadolu’da rastlanan kimi kabartmalarda Dionysos‘un kaplan veya panterlerin çektiği bir arabanın içinde olduğu tasvir edilir. Bu durum Murat’ın yangından kurtardığı tiyatro gereçlerini traktöre yükleyip antik tiyatroya götürmesini aklımıza getirir. Dionysos; verim, şehvet ve seks tanrısı olarak bilinir. Aşkı, coşkulu duyguları, tutkuları betimler. Dionysos kültü, romanın mekânı olduğunu tahmin ettiğimiz Ege’de Hıdırellez etkinlikleri vesilesiyle yaşatılıyor. Hem Dionysos şenlikleri hem Hıdırellez şenlikleri bereketi, doğanın verdikleri karşısında coşkunluğu ifade ediyor. Romanda da Başkan Zarif Bey’in Hıdırellez günü şehrin antik mekânlarını ziyaret etmesi de bu yorumla daha anlamlı hale geliyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SONUÇ

Çalışmamızdan önceki okumalarımızda “Bin Yüz Bir Giz” romanını özgün anlatımıyla, özellikle karakterlerin sunumundaki başarısıyla ve merak duygusunu sürekli zinde tutan kurgusuyla edebiyatseverlerin zevkle okuyacağı bir kitap olarak değerlendirmiştik. Bizim gibi küçük şehirlerde yaşayan insanların her an yaşayıp farkında bile olmadığı hayatlara dışarıdan bakmak beğenimizi artıran bir durumdu. Çalışmamız esnasında gördük ki roman, beğeni duygumuzun ötesinde, derin felsefi düşünsel altyapı ve geniş sanatsal-kültürel çağrışım gücü barındırmakta. Ayrıca romanda özgün bir dil ve orijinal roman teknikleri gördük. Bu mütevazı çalışmamızda bu düşüncemizin bir kısmını temellendirmeye çalıştık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR

AGORA Dergisi, sayı 35, İzmir, 2004.

ASLANKARA, M. Sadık, Bin Yüz Bir Giz, Can Yayınları, İstanbul, 2013.

ÇETİN, Nurullah, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap Yayınları, Ankara, 2013.

ERHAD, Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2015.

IŞIK, İhsan, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Elvan       Yayınları, Ankara, 2007.

MORAN, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul,      1999.

SAZYEK, Hakan, Roman Terimleri Sözlüğü, Hece Yayınları, Ankara, 2013.

 

 

 

[1] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.159

[2] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.203

[3] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.158

[4] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.135

[5] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.13

[6] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.14

[7] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.14

[8] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.11

[9] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.30

[10] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.11

[11] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.23

[12] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.11

[13] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.174

[14] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.155

[15] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.178

[16] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.127

[17] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.182

[18] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.182

[19] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.127

[20] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.143

[21] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.31

[22] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.203

[23] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.9

[24] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.183

[25] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.24

[26] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.98

[27] Agora, a.g.e s.19

[28] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.29

[29] M. Sadık Aslankara, a.g.e, s.105