SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ATÖLYE DEDİKLERİ…

ATÖLYE DEDİKLERİ…

M.Sadık Aslankara
(30.9.2021 YAZISIDIR.)

 “Atölye” sözcüğünün dilimizde karşılığı, “işlik”.

İşlik denildiğinde bunun ne anlama geldiğini sorgulamaya gerek kalmıyor. Ama “atölye” sözcüğünün daha sağlam bir yere oturtulabilmesi için aklımızda bulunsun diyerek Dil Derneği Türkçe Sözlük’ten “işlik”in karşılığını aktarayım: “Zanaatçıların ya da resim, yontu gibi sanatlarla uğraşanların çalıştıkları yer.”

Çalışılan yeri de kapsıyor sözcük. Sözgelimi demirci bakırcıdan yorgancı keçeciye vb. uzanan bütün zanaat ustalarının, yaptıkları işin gereklerini karşılayacak nitelikte bir mekâna gereksinim duyacağı açık. Bu bağlamda ressam, heykeltıraş vb. sanatçılar da buna gerek duyacaktır, besbelli.

Atölye olarak “mekân”la sınırlı kalmak üzere tiyatrocu için sahne-salon, sinemacı, müzisyen için stüdyo-salon, atölye olup çıkacaktır kendiliğinden. Sanatsal açıdan bu da kaçınılmaz bir gereksinim.

Ya şair, yazar, edebiyatçı? Onlar masa bile aranmayabilir herhalde, kalem-kâğıdını kullanabileceği her yer yazarın işliği, atölyesi olarak yorumlanabilir, değil mi? Hadi bir de masa ekleyelim, o kadar. Ama biliyoruz; kimi yazarlar, gündelik yaşamlarını geçirdikleri ortam dışında kendilerine bir “yazı evi” de kurabiliyor. Kuruyor da kâğıt-kalem dışında gereç kullanma zorunluğu var mı peki? Bilgisayarı, yazıcıyı vb. geçelim, üreteceği metin teknik anlamda bunların dışında herhangi araç gerece gerek duyuyor mu?

O halde bir yazarın işliği, atölyesi kendisidir. Oyuncu için de söylenir bu; onun da enstrümanı bedeni yani kendisidir, bilinen gerçek. Bunu yansılamak üzere oyuncu, dansçı sahneyi, yazar da kâğıt kalemi kullanır. Ama resim, heykel, müzik, sinema vb. sanatlar için durum başka.

Sözü yazarlık atölyelerine getireceğim. Doğru değil bu söyleyiş, ne ki “yazarlık atölyesi” söylemi öylesine “galatı meşhur” oldu ki hiçbirimiz kullanmaktan vazgeçemiyoruz bunu.

Bu alanda çalışmaya ilk kez 1987’de Denizli’de başladım; 9-13 yaş arası çocuklardan oluşan on kişilik bir grupla “Doğru Konuşma ve Duygu Eğitimi” başlıklı atölyede üç yıl boyunca aralıksız çalıştım. Sonraki yıllar boyunca tiyatro, belgesel sinema, edebiyat alanında üniversiteler, belediyeler, kamu kuruluşları, sivil toplum örgütleri, gençlik birimleri vb. aracılığıyla yurdun pek çok yerinde atölyeler yürüttüm.

Drama temelli yayımlanmış kuramsal çalışmalarım vardı elbet, ama yazarlık atölyesine çok geç başladım diyeyim. Elbet bunun da bir hikâyesi var.

2017 sonlarında olgunlaşan düşüncelerimi 2018 başlarında hayata geçirebildim. İstanbul’da yaşamımı da sürdürdüğüm “yazı evi”mde yapmayı öngördüm bu çalışmaları ilkin. Yazar arkadaşım Meliha Akay, bana yardımcı olabilmek konusunda gönüllülükle öne çıktı. Çalışmayı, gerçekten “atölyem” olarak gördüğüm kendi yazı evimde gerçekleştirecektim, bunda kararlıydım.

Ne var ki öngördüğüm bu programı uygulayamadık. Ancak bunun yararı şu oldu: Çalışmamdan haberli yazar arkadaşım İlkay Noylan, Eskişehir’de on kişilik bir grup oluşturduğunu, gruptaki arkadaşlarıyla birlikte drama aracılığıyla yürüteceğim atölye için hazır olduklarını söyledi. Böylelikle 1 Eylül 2018’de İlkay Noylan rehberliğinde aralıksız on beş gün süren güzel bir atölye çalışması yapabildik kendi sağladığı ortamda.

Eskişehir’de yaptığım çalışmanın bir başka uygulamasını da 2019 Aralık ayında bu kez yazar arkadaşım Süreyya Köle’nin kolaylaştırıcılığıyla Ankara’da yine aralıksız iki hafta boyunca doygun bir atölye halinde yürüttük.

2020’de yazar arkadaşım Figen Şentürk’ün aracılığı sonucunda değerli tiyatrocu-akademisyen Gökhan Soylu yönetimindeki Sofista’dan çağrı alınca, bu kez yeniden Eskişehir’e döndüm. 2020-21 dönemi boyunca her hafta cumartesi pazarları çocuklarla ve yetişkinlerle olmak üzere farklı üç atölye daha yaptık. Sofista kapanınca, hep yardımcım Sevgili Figen yine katkısını ortaya koyup kollarını sıvadı, içten gönüllülükle yeni bir istekli grup daha kurdu, ancak bu kez de pandemiye dayalı kapanmalardan ötürü çalışmalarımı yürütemez hale geldik.

Bu aşamada farklı kökenden pek çok arkadaşımız, kendileriyle çevrimiçi atölye yapmam konusunda ısrarcı oldu ya, buna yanaşmadım bir türlü. Bana göre bu, ders düzeneğine benzer bir biçim alırdı ki, ben bugüne dek yaptığım çok sayıda atölye çalışmasının hiçbirinde böyle bir yaklaşımdan yana olmadığım gibi ders verme anlayışı temelinde atölye çalışmasına da yakın durmadım zaten.

Sonuçta mayıstan bu yana artık atölye çalışması yapmıyorum, kendi iş yoğunluğum zaten zamanımı baskılarken bu, atölye konusundaki isteğimi de köreltiyor. Ne ki atölye metinleriyle görseller, sitede yine kendi başlığı altında kalacak, ilgilenenler çalışmalarımızı bu yolla izleyebilir. Atölye için kendi payıma çağrı yapmıyorum, ama yapılacak çağrılara kulak tıkayacak da değilim.

Bütün bunları neden anlatıyorum peki?

Atölye olgusu, grubun birlikte yürüttüğü farklı temelde çalışma yöntemi, apayrı bir disiplin. Zaman zaman bir dosyayı ya da kitabı konu alıp bunların sahipleriyle âdeta birebir yaptığım kimi atölye çalışmalarım olmuyor değil. Bunlar da “atölye” kuşkusuz. Öyle zaman geliyor ki, grupla ya da tek kişiyle böyle çalışmalara katılmaktan kaçınamıyor insan. Ama bu tür çalışmalara istek duyanları da davet edemiyorsunuz, çünkü her atölye kendine özgü mahremiyet, dokunulmazlık alanı yaratıyor, herkes elini kolunu sallayıp giremiyor oraya. Ancak atölyenin kaçınılmaz hale geldiği zamanlar da olmuyor değil.

Öyleyse yazarlık alanında kararlı, bu yolda kendilerini geliştirmek isteyen insanlar, bir araya gelip bağımsız atölye çatıları kurabilir pekâlâ, beni de davet edebilirler gruplarına, o zaman işte buna hayır diyebileceğimi sanmıyorum.

Çağrı benden değil başkalarından gelmeli, pazarda tezgâh kuruyormuşum havasında ne o öyle “atölye açıyorum” duyurusu,ama benimle atölyeye katılmak için can atanlar, kendi atölye gruplarına beni davet edebilir, o zaman başka tabii.