SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Öyküde Yeni Bir Sayfa Açmak…

Öyküde Yeni Bir Sayfa Açmak…

M.Sadık Aslankara
(28.3.2019 YAZISIDIR.)

Duran Yılmaz (1942-1995), öyküde Yörük yaşamına açtığı yerle gündeme gelmişti. Memet Fuat, Yeni Dergi’de bir öyküsünü yayımlamış, bir anda öykücülüğümüzün bilinir, tanınır bir adı olmuştu yazar. Önemli bir gelişmeydi bu onun için. Öykü severler, onu böylelikle tanımış oldu çünkü.

Şimdi adı biliniyor mu, kuşkuluyum. Unutulmuş adlardan biri mi şimdi? Öyle mi düşüneceğiz onun için? Genç yaşta yitirmiş olsak da ölümü üzerinden çeyrek yüzyıl geçmiş bu Yörük öykücüsü hiç iz bırakmadan mı geçti diyeceğiz öykücülüğümüzden?

Ölümleri dört yıl içinde arka arkaya gelen öteki üç öykücü: Memet Baydur (1951-2001), sonra Yücel Balku (1969-2003), derken Mehmet Günsür (1955-2004)…

1990 öykücülüğünün alanda tümden egemenlik kurduğu dönemde, kuşağın önemli temsilcileri arasında sayabileceğimiz bu öykücülerin ardından, yazın kamuoyu acaba onları ne ölçüde benimsedi gibi bir soru yadırganabilir. Öyle ya öykücü olarak her birinin birer özgün kalem olduğu açık bu yazarların.

Ne var ki öykü yazarlığının yalın bir hakikati bağlamında almak mümkün yine de soruyu. Ancak trajik yanını görmeden geçmemek gerekiyor bunun. Çünkü kimi örtüşmüş gibisine görüntü verse de her biri farklı biçemlerle kendi öykücülüğünü kurup yapılandıran bu adların değerine dönük soru değil öne sürülen, tam tersine bilinirlikleri doğrultusunda açıyorum konuyu.

Herkesin öykü yazmaya heveslendiği, yazmayı başaranlarınsa yalnız kendilerini önemseyip bunun dışında hiçbir öykü yazarıyla, öyküyle ilgilenmediği bir evrede “yazınsal bellek”, bu yazarların kaydını silecek değil kuşkusuz. Ancak yaşayanlar bu yazarlara ne ölçüde yer açıyor öyküde, asıl sorun bu.

Şimdilerde yazınımız, öyküde yüksek bir düzey sergiliyor ya, bunun, diyalektik anlamda kendi içinde bir inişin düğmesine basılmış olabileceğinin de kaygısını taşımalıyız bana göre.

Tarihte bunun pek çok örneği görüldü, görülüyor.

Diyalektik açıdan kaçınılmaz bir gerçek olarak kapımızı çalabilir böylesi bir gerçeklik. Bunu destekleyecek veriler de yok değil ayrıca. Sistemdeki belirleyicilikten kaynaklanan yönlendirmeler, bunlara gösterilen ilgi dışında öykü sanatının genel akışına karşı görece kayıtsız kalınması, öykü yazanlarla öykü kitabı başına düşen okur sayısında gözlenen ters orantı bunu destekleyici belli başlı veriler olarak kabul edilebilir.

O halde öykücülüğümüze yeniden omuz vermek gerekiyor. Bunun için hepimizin öne atılıp öykünün yazarı olmak kadar okuru olmayı da içimize sindirmemiz, bunu gönüllülükle sürdürmemiz zorunlu. Oysa ne yazık ki herkes kendi öyküsüyle meşgul, o kadar. Bir hiççi, nihilist dönemin göbeğinde kıvranıyor insan.

Oysa salt öykü okumakla bile ileriye doğru akan ipince bir yolun alınabileceği ortada. Bunun için kımıldamak yeterli. Salt öykü kitaplarına yönelmek, öykü ortamları yaratmak, bu alışverişi canlı tutmak da çözüme dönük başlı başına işlev taşıyor.

Değerbilir olmayla başlayacağız işe. Yitirdiğimiz öykücülerimize yeniden yeniden sarılarak, onları aramızda yaşatarak başlayacağız işe. Böylece kendi dışımızda herhangi öykücüyü sevmeyi de öğreneceğiz enikonu.

Yeni bir sayfa açacağız. Hiçbir karşılık beklemeksizin öykü sanatını, öykü yazarlarımızı sevmeyi öğreneceğiz. Kendimizi bunlarda seveceğiz, kendimizde onları bulabilmenin sevincini süreceğiz.

Yeni bir sayfa açmak, ancak önceki sayfayı çevirmekle, onu aşmakla mümkün.

Hadi öyleyse, öyküye, öykücüye doğru güzel bir yolculuğa!