SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; VEYSEL KOBYA’YI TANIMAK…

VEYSEL KOBYA’YI TANIMAK…

M.Sadık Aslankara
(14.10.2021 YAZISIDIR.)

Öykücüler dünyasında, Veysel Kobya’yı tanıyan var mıdır yakın çevresi dışında, bilemem.

Ben onu iki yıl önce tanımıştım.

Peki kim Veysel Kobya?

Durun, hikâyeyi baştan kurayım.

2019 Aralık’ında Faruk Duman’ın çağrısıyla Bursa’ya gitmiş, “öykü” üzerine düzenlenen bir etkinlik çerçevesinde Bursalılarla bir araya gelmiştim.

Konuşmamı tamamladığımda, arka sıralardan bir genç söz istemiş, herkes onu dinlerken kabına sığamayan bir havada, heyecanı yüreğinden dışa vurarak şöyle demişti genç öykücü:

“Öykü gönderiyorum dergilere, yenilerini gönder, diyorlar. Siz, gençlerin öyküleri üzerinde duruyorsunuz, ama öykülerim yayımlanmazsa ben nasıl yol alacağım?”

Bunun üzerine adını sormuş, ardından genç arkadaşıma söylediklerimi, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla, kavrayışıyla salondaki izleyiciye aktarmaya çalışmıştım:

“Genç öykücülere, onların yapıtlarına, yazarı kim olursa olsun ilk öykü kitaplarına özel ilgi gösterdiğimi biliyorsunuz. Ama sen yılmadan öykü yazmayı sürdüreceksin. Bugün öykülerine yer vermeyen dergiler, sen öykülerini kendileriyle paylaştıkça, bir gün yayımlayacak mutlaka. Sonra yine bir gün, elbette öykü kitabı da yayımlayacaksın. Gönder o zaman bana, senin kitabın üzerinde de yazacağım.”

Salon bir an dalgalanmış, herkes başını çevirip bu genç öykücüye bakmış, kimileri de alkışlamıştı onu.

Derken, geçen dolu dolu bu iki yılın ardından bir ileti aldım, bu olayı anlatıp anımsatmaya çalışıyor, Zamansız adlı ilk öykü kitabını yayımladığını söyleyip, “Hatırladınız mı?” diye soruyordu. Tarih: 6 Eylül 2021.

Hemen yanıtladım onu:

“Sevgili Veysel, / Sen böyle yazınca, anımsadım elbette. Kitabını 20 Eylül sonrasında aşağıdaki adrese bekliyorum: / (…) / İlk öykü kitabın ‘Zamansız’a yol açıklığı diliyorum. Sevgiyle. 7.9.2021”

Veysel de yanıt verdi bir çabuk:

“Çok teşekkür ederim Sadık Bey, / Tamamdır, söylediğiniz vakitte göndereceğim. / Selamlar, sevgiler.”

Kitabını beklerken, 29 Eylül Çarşamba 21:06’da şu iletiyi aldım ondan:

“Sadık Bey tekrar merhaba. / Yarın sizin için de uygunsa kitabınızı kargoya vereceğim, öbür gün ulaşır diye tahmin ediyorum. / Haberdar etmek istedim, Dost selamlar.”

21:20’de yanıtladım Veysel’i:

“Veysel, / İyi ki sordun. Şu an yoldayım. Pazartesi (4 Ekim) (…) gönderebilirsin. / Sevgiyle.”

O da 21:32’de bana,

“Ah iyi ki sormuşum gerçekten Sadık bey. / Tamamdır. / İyi yolculuklar,” dedi, sağ olsun.

Sonra 7 Ekim, 11:19’da bir ileti daha Veysel’den:

“Sadık bey tekrar merhaba. / Hastalandığım için hafta başında kargoya vermedim kitabı. Sizin için uygun ise bugün yahut yarın vereceğim. / Bilgilendirmek istedim. / Selamlar, sevgiler.”

Ben de 11:36’da ivedi yanıtladım Veysel’i:

“Sevgili Veysel, / Yarın bir-iki günlüğüne yeniden ayrılıyorum. Pazartesi  (11 Ekim) ver kargoya, olmaz mı? / Sevgiyle.”

O da 11:56’da şöyle yazdı:

“Tabii ki olur. / Pazartesi kargoluyorum. / Selamlar, iyi yolculuklar.”

Son olarak 12 Ekimde bir ileti geldi Veysel’den:

“Sadık Bey merhaba, / Bugün kargoya verdim kitabı. Yarın yahut evelsi gün elinizde olacaktır. / Dost selamlar.”

Sizin anlayacağınız bir ayı aşkın süredir biz Veysel’le böyle yazışıyoruz ama henüz kitap elime ulaşmış değil.

Cumhuriyet’te ilk yazımın yayımlandığı günlere gittim. Günümüz genç öykücülerinin anne babalarının ancak doğmuş olabileceği tarihe: 1965’e. Daktilo mu var, elle yazar, götürür merkez postanesine mektup olarak postaya verirdim. Ertesi gün gazeteciye koşar, o dönem Denizli merkezine bile ancak öğle saatlerine doğru gelen gazeteyi alır, yazımı arardım.

Bilirdim bilmesine, bilirdim ya yine de sanki PTT, yazıyı gazeteye ulaştırmış, mürettipler yazıyı dizip sayfaya koymuş, ben de imzalı yazımı birden karşımda görüverecekmişim gibi alttan alta kendimi kandırıcı düşlerle bunları içimden geçirir, çarpıntılı yürekle gazeteciyle evimiz arasında gider gelirdim.

Sözü, genç yazar adaylarında olması gereken “tutku”ya getireceğim. Genç enerji, bir öykücü için elbette çıkış noktası, ama söz konusu güce, erkeye, tutkuyu da eklemek zorunlu. Kaldı ki bu, yazarlar kadar öteki sanat dallarında, farklı türlerde verimini sürdüren tüm sanatçılar ya da adaylar için geçerli. Yalnız onlar da değil sanatçı kadar bilimci, düşüncü, sporcu, yanı sıra hayatın içinden çıkıp gelen tüm zanaatçılar tutkuyla sürdürebilmeli üretimini, yapıp etmelerini.

Herkes için geçerli tutku. Yaşınız gençlikten, genç enerjiden uzaklaşabilir. Ama hangi yaşta olursanız olun, tutkunuz sürebilir sürmeli. İyisi mi siz, “libido” bağlamında gençliğin “enerji”siyle hayatın özündeki “yaşam” bağlamında alıp, “yaşam enerjisi”ne, “üretim-verim enerjisi”ne dönüştürmeye bakın bunu.

Şimdi Veysel’in Zamansız’ını bekliyorum.

Gelir, okurum, üzerine yazarım da.

Ama “tutku”yu ne yapacağız? Bunu nasıl yakalayacağız, yakaladık diyelim, nasıl koruyacağız? Hadi buyurun.