SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Yazarın Asli Görevi; Kendi Enerjisini Üretmek…

Yazarın Asli Görevi; Kendi Enerjisini Üretmek…
M.Sadık Aslankara
(29.11.2018 YAZISIDIR.)

Bir yazarın enerjisi, iç gücüyle ilgili elbette. İtilmeyi beklemeksizin kendi türbinini kurabilme yetisinde, yazma gücüne kaynaklık edecek enerji üretilebilmesinde yatıyor giz.

“Robot olmayan” bir yazar, kendi rüzgârını yakalayıp akım yaratmak, bunu dinamik bir işleyiş düzenine oturtup ürettiği enerjiyle kendisini bu devridaim düzenek içinde yazarlığa yönlendirmek, buna özendirmek, bunu kararlılık içinde sürdürmek durumunda.

Bu, hiç kuşku yok ki bir yazar için ilkönce “güven” gereksiniminin karşılanması anlamına geliyor. Yazar, kendisine güven duyacak ki, işinin üzerinde tam bir egemenlik kurup isteğini, iştahını sürekli kamçılayabilsin,.

Gelişigüzel bir “güven” değil yazarın gereksindiği. Tersine şiddetli yıkımlara da uğrasa, bunlar alabildiğine çoğalsa da sarsılmaz bir “güven” duygusunu, her ne pahasına olursa olsun yine de kendi içinde kurumsallaştırmayı başarmış olmalı yazar. Onun için gereken bu, ilk ağızda!

Duygu dağınıklığı bir yana, yaşanan düzensizlik de, işlerin sarpa sarıp baş aşağı olumsuzluğa kaymasında önemli rol oynayacaktır.

Kuşkusuz her yazar, yazmaya koyulduğu tarihten başlayıp yaşamdan çekildiği güne dek yazarlık serüveni boyunca pek çok engelle, akla gelmeyecek, tuhaf çeldiricilerle karşılaşabilir. Karşılaşacaktır da.

Bu yüzden yazarlıkta ilk hedef, dışarıdan gelecek herhangi rüzgâra, desteğe gereksinim duymadan kendi enerjisini üretebilir konumda varlık gösterebilmek olmalı. Zaten bu edimi, bir “kendini ifade ediş” bağlamında görmüyor, yaşamınızın olmazsa olmazı saymıyorsanız bunu başarmanız da zorlaşacaktır. Bir açıdan yazarlık, sizin varlık biçiminiz çünkü.

Bu enerjiyi üretemeyen, kendi kendisinin güç kaynağı olamayan bir yazar, varlık nedenini de ortadan kaldırmış olacaktır.

İşte “yapay zekâ”, “robot” olgusu, bu anlamda her yazarın tepesinde kişinin zayıf ânını bekleyen bir tür Demoklesin kılıcı. Karamsarlaştığı, yönelişinin düştüğü, gücünün yerlerde süründüğü, moralini yitirdiği bir evrede, bu çöküntü bir anda yazarı yıkıp kündeye getirebilir çünkü.

Ürünleri basılmayabilir sözgelimi. Dosyaları kitaplaşmayabilir, var olan kitapları bile aranıp sorulmayabilir, okurla buluşması git gide azalıp tükenebilir, sonuçta unutulup neredeyse adı bile anılmayabilir yazarın ya da ilgisizliğin dibinde havasız kalıp boğulacak halde unutuluşa terk edilebilir, daha önce madde olarak alındığı ansiklopedilerden bile çıkarılabilir, nitekim yaşanmamış değil böylesi trajik durumlar.

Son olarak fiziki anlamda yapayalnız kalabilir, aç susuz, kimsesiz. Bir hastane odasında ya da hapishanede tek başına hücrede veya in cin top oynayan bir evde yaşamını doldurmak üzere gün sayabilir.

Eğer “yazarlık” dediğimiz “şey”, kendini ifade etme olanağına, fırsatına, varoluş nedenine dönüşmemişse kişi için, elbette yıkıp ezebilir bu tür acımasız engeller yazarı.

Oysa yazarın güvenilir kaynağı, enerji depolayan dağarcığı, yaşamdan damıttıklarıdır, o kadar. Elbette bilişime dayalı entelektüel donanım da yazar için hep yedekte olacaktır. Ancak unutulmamalı, yapay zekâya, robota karşı en güçlü yanı yazarın, yaşamışlığı, hayattaki debisi, yaşantısal yoğunluğu, doluluğu, bunları soyutlayıp dönüştürme gücüdür.

Sözgelimi Dostoyevski, Kafka, Jack London, Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal bu bağlamda en büyük gücü kendi yaşamsal doluluklarından almış, üretimlerini bu yaşantısal yoğunluğa dayandırmış yazarlar olarak içlerindeki büyük enerjiye yaslanıp yazarlığın üzerine gitmişlerdir. Yaşadıkları onca acıya karşın.

Evet, gücü, enerjisi, kendisindedir yazarın. İş, bunu başarıyla yerli yerine oturtabilmesinde yatar yalnızca. Ötesi yazarlığa soyunan yapay zekâyı, robotu ilgilendirir artık.