YAZARIN İKTİDARLA DANSI…
M.Sadık Aslankara
(7.10.2021 YAZISIDIR.)
“Yazar”la “iktidar” sözcüğü yan yana getirildiğinde, bu “siyasal” tabana dayalı algılanabiliyor kolayca. Çünkü sanatın iktidarla ilişkilenişine dönük söylem, çözümsüz bir çatışmayı, sonsuzca sürecek bir çelişkiyi ifade ettiğini düşünüyor insan elinde olmadan.
Sanatın siyasal iktidarla uylaşamayacağı, birbirini istemeyeceği, hep çatışacağı bin yıllardır bilinen bir olgu.
Buna değinecek, bu konuya eğilecek değilim, sanatta yaşanan “iktidar” olgusu üzerinde durmayı hedefliyorum ben yazıda. Ama “iktidar” yerine “erk” deseydim, yazıdaki başlık oturmayabilirdi. Bu nedenle “Yazarın Erkle Dansı” demek yerine “Yazarın İktidarla Dansı” başlığını yeğledim.
Neden böyle söylüyorum? Gerçekte sanatın kendisi de bir erk biçimi, ondan. Erk, yazarın eyleminden gelir, okur eylemsiz değildir, ancak okunan metin, bir biçimde yönlendirir okuyanı, bu nedenle de her yazar, ister istemez okur karşısında bir erk alanı yaratır. Bunun her zaman olgusal olması gerekmez, kimileyin sanal bir erk de oluşturabilir sanat, alımlayıcının üzerinde. Bir resim, müzik, film karesi, oyun, şiir, öykü, roman; bu gücüyle çakılır kalır insanın belleğinde.
Sanatın kişi üzerinde kurduğu bu erk, başka başka sanat yapıtları devreye girmeye koyulduğunda bellekte çatışmaya yol açabilir doğal olarak, karar veremezsiniz bir türlü hangi şairin hangi şiirine yakın durduğunuza.
Demek ki bir yazar, verimlediği yapıtla herhangi oyuna, dolambaca, evirip çevirmeye gerek duymaksızın alımlayıcı üzerinde enikonu bir erk kuşatması yarattığını bilir.
Bu erk, metnin kendiliğinden ortaya koyduğu bir doğallıkla ortaya çıkar. Yazar, istemese de, metin, varlığıyla bunu duyurur, ötesinde dayatır. Şu da var: metne yaklaşmak, onun bu erkini kabullenmek anlamına gelecektir, başka türlü metnin kapısını çalamaz kişi, aksi halde alımlayıcı metne bir erk olarak yaklaşır ki, bu olanaksız değildir, ancak o zaman, metnin erkini geride bırakan bir başka metin ve onun erki devreye girmiş demektir bir biçimde.
Metinden yola çıkıldığı için buraya dek söylediklerim, nesnel bir durumu dile getiriyor aslında. Öyle ya, metin nesnedir, alımlayıcı özne, zorunlu olarak metnin erk alanında kalır.
Metin bunca nesnellik sergilerken onu kaleme getiren özne yani yazar, farklı tutum sergileyebilir, dışa çıkardığı kendi metnindeki erki yeterli görmeyip yeni erk arayışlarına girebilir kolayca.
Bir yazarın kendi metninden kaynaklanan erk dışında yeni bir erk arayışı ancak yeni bir metin daha kurup, bunun sağlayacağı erk yoluyla yaşanabilir olsa olsa. Eğer bir yazar, metinleri dışında erk arayışına giriyorsa, özne olarak bu, kendisinin farklı düzen arayışında olduğunu, bunun için öngörülemez bir yapıp etmeler dizisine girebileceğini gösterir aynı zamanda.
Bunun en tehlikeli biçimi erk kazanmak amacıyla sisteme girmeye çalışma yaklaşımı bana göre. Yoksa dergilerde yazarsınız, bu da bir erk biçimidir. Sıra dışı bir konu, izlek çevresinde farklı görüşler getiren yazı kaleme alırsınız, bu da bir erk olarak yansır sonuçta.
Sanatçının buna benzer pek çok yoldan kendine erk alanları kurabileceği açık. Yeter ki bunlar yazının kendisinden kaynaklanan bir erk biçimi olsun. O zaman herhangi birinin bu erk karşısında söyleyecek sözü olabilir mi?
Bir de var ki, halkaya katılmışsındır, sistem seni parlatıp yayın yöneticisi, editör türünde tamamen tekniğe ya da zanaata dayalı şu-bu yapar, sen kalkar metnin dışında âdeta böyle bir ilineksel erk alanında sözünün geçmesine boyun eğersin, ne diyelim, geçmiş olsun.
Şimdilerde kullanılıyor mu bilmiyorum, gençlik yıllarımda kulağıma gelirdi, yayın dünyasında birilerinin şemsiyesi altına girmekten söz edilir, böyle yapanlar ayıplanırdı.
Yazarların kimileri şemsiye tutmaya, bu yolla erk kurmaya, oluşturmaya çabalardı, özellikle yazın dünyasına ilk kez adım atan kimi genç yazarlar da bu tür şemsiyelerden birinin altına girebilirdi.
Bununla, diyelim gençlerin yazın dergileriyle ilişki kurma girişimlerini, kimi ustalardan güç, destek alma çabalarını, ürünlerini yayımlatabilmek amacıyla türlü yollardan baskı oluşturma yaklaşımlarını kastediyor değilim.
Bir genç yazarın ya da verimini ilk kez dışa çıkaracak bir yazar adayının bunu başarabilmek için önünde nice engel olduğunu, yazın kamuoyunda herkes biliyor.
Örnekse Varlık, kitap-lık, Sözcükler, NotosÖykü ve benzeri dergilerin aynı zamanda birer erk alanı olduğu görmezden gelinebilir mi? O halde gençlerin bu dergilere yönelip önlerinde sıraya girmesinden daha doğal ne olabilir?
Geçmişte Erdal Öz, bir söyleşimizde, “Can Yayınları, yazın dünyasında bir yazara meşruiyet kazandırıyormuş, böyle söyleniyor,” demişti, anımsıyorum. Yayınevleri de birer erk alanı yazar için. Buna göre herhangi yazar adayının yayınevi hedefi taşıması de olağan demek ki.
Bunun gibi yarışmalar, buralarda alınan ödüller de elbette birer erk alanı olarak önüne geliyor genç yazarın. Bu nedenle bir genç yazarın ya da yazar adayının hemen her yarışmaya katılmasından daha doğal ne olabilir? Bu konuda usta yazarlara danışması da çok olağan.
Bütün bunlar şunu gösteriyor: Bir yazarın, kendi metni dışında iktidarla dansı tehlikeli savrulmalara yol açabilir, genç kalem, kendisini hiç istemeyeceği bir konumda bulabilir bir anda. Bu yüzden yazar, iktidarla dansında kendisine yalnızca metnini dayanak almalı.
Ne denli ustaca kaleme alırsanız, metnin iktidarı da o denli uzun ömürlü olacak, hatta ayrılsanız da dünyadan, metniniz yine de iktidarını koruyacaktır.
Demek ki aslolan yazınsal iktidar, gerisi boş lakırdı.