SAYFA YAZISI: M.Sadık Aslankara; Öykü Türü Karakteri, Öyküdeki Karakter…

M.Sadık Aslankara (7.9.17 yazısıdır.)

“Öykü” adını verdiğimiz türün de bir karakteri var elbette… Huyu suyu, tabiatı, naturası, artık ne der, nasıl nitelerseniz…

Başına buyruk, öyle ele avuca sığmaz bir cin ki “öykü” denilen karakter, kimseyi kendisine yanaştırmaz kolayına. Hoş öykü mahallesine giriş yapan her ağır ağbi ille bir yerlerinden biçimlendirip kendince yön vermeye çalışır ona, bunu yapmak için susar, susar önce, sonra da okkalı laf ederek ağzına baktırmak ister, öykünün kaderi kendi ellerindeymişçesine babalanıp kabarır durmadan.

Bir de adına “öykü” dediğimiz bu mahallenin delikanlısı yaşlısı, kadını erkeği, çoluk çocuğu, evlisi bekârı dulu, zengini yoksulu, arifi, okuldan kaçanı, Keşanlı Ali’si, Zilha’sı, daha neleri neleri, aklımızı çelip gönlümüzü çeker okudukça onları. Bu kişiler öykü mahallesinin kurallarına uymak koşuluyla bildiklerini okur, yani hiç kimse onlara söz geçiremez, en başta da yazarları…

Yazarıyım ben bu karakterlerin, istediğimi yaparım, dedi miydi yazar, yandı gülüm keten helva, o zaman yatar uzanır iki seksen öykü; nakavt! Ne yapıp edeceğini kendisi bilir çünkü… Yazarı, onun adına konuşamaz. Sesli düşünebilir yazar, tamam, ama onu seslendiremez yine de.

Ekrem Kahraman, Sesli Düşünmek (…), (Kreatif, 2013) adlı o ilginç çalışmasının bir yerinde şöyle demişti:

“Sanatçı da… sesli bir eylemci aslında…” (37); “Ne yapıyorum, niçin yapıyorum, nasıl yapıyorum? Yaparken aslında ne düşünüyorum, temel kaygılarım, sıkıntılarım, alışkanlığım ne? / Dünya hakkında, hayat hakkında, kendim hakkında, içimdeki gelgitler hakkında, sanatımın referansları, yönlenmeleri hakkında sesli düşünmek istiyorum.” (49)

Ekrem Kahraman’ın yaptığına benzer biçimde öykü sanatının ya da bu yazınsal türün karakteri üzerine sesli düşünebilirsiniz istediğiniz denli. Ama öyküde, metinde karakterler var ya, soluk alıp yaşayan, yazar olarak onların adına konuşmaya heves etmemelisiniz kesinlikle.

Kim mi öyküdeki karakterler? Gelin biraz da onlar arasında gezinelim…

K.Le Guin’den birkaç satıra göz atalım:

“Kendine başka birinin ne düşündüğünü veya hissettiğini söyleme gücü atfetmek, bana kalırsa, bir sesin gaspedilmesidir: Saygısızlığın son haddidir. Bu taktiği kabul eden okur da bu saygısızlığın suç ortağıdır.”

“Kendi tecrübelerime dayanarak diyebilirim ki okurların çoğu kurmacanın araştırma ve dolaysız tecrübelere bağımlılığını fena halde abartıyorlar. Bir hikâyedeki karakterlerin yazarın tanıdığı birinden ‘alındığı’nı, ‘model’ olarak kullanılan belli bir kişiye ‘dayandığı’nı zannediyor ve bir hikâye veya romanın öncesinde mutlaka ‘araştırma’ yapılmış olduğuna inanıyorlar.”

“Kurgusal veya gerçek bir hikâyede karakterler, elbette, sadece ve sözlerinin anlatılmasıyla değil bu malzemenin elenmesi, bastırılması, yeniden düzenlenmesi ve yorumlanmasıyla ‘canlanır’, ‘gerçek gibi görünürler’.”

“Benim yazdığım hikâyelerdeki kişiler, tıpkı akrabalarım, dostlarım veya düşmanlarım gibi bana yakın ve benim için gizemlidirler. Zihnimin içinde ve üzerindedirler. Onları ben yarattım, ben uydurdum ama saiklerini düşünmek ve yazgılarını anlamaya çalışmak zorundayım. Kendi gerçekliklerine bürünürler (benim gerçekliğim değildir bu), onlar bunu yaptıkça da yapıp ettiklerini kontrol etmeyi gittikçe daha az becerebilir veya isteyebilirim. Ben terkip işiyle uğraşırken karakterler zihnimde canlıdır ve bütün canlılar gibi onlara da saygı borçluyumdur. Onları kullanamazsınız, manipüle edemezsiniz. Plastik oyuncaklar değildirler, megafon değildirler.”

“Hikâyemdeki kişileri esasen kendi gözümdeki imajımın, kendime duyduğum sevgi veya nefretin, kendi eksiklerimin, kendi kanaatlerimin ihtiyaç duyduğu şeyleri karşılamak için kullanıyorsam, kendileri olamazlar ve hakikati söyleyemezler. Bir ihtiyaç ve kanaat sergisi olarak hikâye etkili olabilir olmasına ama karakterler karakter değil kukla olur. / Bir yazar olarak benim yarattığım karakterler olduğunun ve onların ben olmadığının bilincinde olmam gerekir.”

(Ursula K.Le. Guin; Zihinde Bir Dalga, Çev.: Tuncay Birkan, Özge Çelik, Özde Duygu Gürkan, Müge Gürsoy Sökmen, Savaş Kılıç, Metis, 2017, ss. 111, 112 ve 222, 223)

Demek ki neymiş… Öykünün karakteri, içinde gezinen kendine özgü öykü karakterlerine karışmazmış…