TİYATRO: “Aşkın Halleri” Ya da “Ben”deki Değişim

tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara

“Aşkın Halleri” Ya da “Ben”deki Değişim

 

Delilik değilse bile çılgınlık hâli olarak algılanıp böylesi yakıştırmalar yapıldığını biliyoruz “aşk” için. Bir “muska” nesnesiymiş de sanki, kişiden bağımsız olguymuş gibi baktığımız oluyor hatta. Âşıkların içinden fışkırıp patlamıyor da dışta bir aşk olgusu var, çarptığında insana, kişide akla gelmeyecek çılgınlıkların önünü açıyor han bir çırpıda. Stefan Zweig’ın ünlü “Amok koşucusu”nda anlattığına benzer biçimde, önüne ne engel çıkarsa çıksın, umursamaksızın yolunda devam ediyor sonra da…

Bu demek değil ki, aşk, bizden bağımsız, bize hükmediyor. Elbette hayır, ne var ki kışkırtıcısı beden yine de, böyle bir zemin hazırlıyor çünkü ustalıkla. Hormonlar, öteki unsurlar, vücuttaki kimyasal değişimlerin önünü açıyor, düşünce, ruh dünyasını derinden etkiliyor insanın.

Bu arada kişinin olaylara bakışı, yorumlayışı, insanlarla ilişkilenişi de değişiyor. Bilimciler aşkın ömrünü yaklaşık dört yıl gibi bir süreyle sınırlıyor. İyi de dört yıl boyunca süreğen biçimde aşk yaşasa bile insan, herhangi birinin hiç değişmeden bu süreyi yoğun bir aşkla geçireceği öne sürülebilir mi? Hiç kuşkusuz âşık çift de, her biri ayrı ayrı kendi başına değişim geçirecektir bu zaman içinde.

Maria Goos’dan Zeynep Avcı’nın çevirip Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği Aysa Organizasyon yapımı Aşk Halleri, ister istemez insana bunları düşündürüyor. Çünkü oyun izlenmeden daha, adından kalkarak bile, öncesi, sonrasıyla süreci içeren aşka dönük kimi dönemlerin ele alınacağını, bu çerçevede ister istemez kimi sorgulamalarla karşılaşılacağı, aşk duygusuna yer açılırken bunun aşamalarına dönük geliştirmelere gidileceği apaçık anlaşılıyor.

Adından kalkarak getirilecek bu yaklaşımın bile, oyuna dönük ilgiye ivme kazandıracağı öngörülebilir o halde.

Şimdi oyundan içeri adım atalım hadi ağırdan…

Aşkın Gücü, Yarattığı Etkiyle Sınanır Ancak…

Konservatuvar yıllarında aynı derslere katılmaktan aynı oyunlarda sahneyi paylaşmaktan gelen dönem arkadaşlığının,”mezuniyet oyunu”nda sahne paylaşmıışlığın  bunun yol açtığı yoğun ilişki ağının bir aşka evrilmemesi mümkün mü?  İşte Aşkın Halleri’nde biz, Zuhal Olcay-Burak Sergen ikilisi aracılığıyla iki gencin delikanlılık yıllarında başlayan aşkından içeri adım atıp, sonrasında bu ilişkinin nerelere savrulduğunu, ama sonuçta aşkın, bir biçimde nasıl da toparlayıcı güce sahip olduğunu izliyoruz.

Aşk, bu iki genci üretken kılıp birbirleri için var ederek yol alıyor, öte yandan ikilinin aşk yolculuğu azımsanmayacak süreye yayılıyorsa eğer, aşkla ilgili daha çetrefil sorunlar yumağıyla da yüzleşmeye hazır olacağız demektir bir biçimde.

Aşkın Halleri, bir soru olarak işte bunu öne çekiyor bana göre. Buysa anımsamalar eşliğinde bir aşkın muhasebesini yapmak anlamına geliyor. Aşkın başlangıcından alarak onca savrulmuşluğa karşın, bunu ikilinin yeniden buluşmasıyla önümüze getiren oyun, ortaya çıkan bu farklı durumdan kalkarak aykırı ilişkileniş örneği bağlamında “aşk” olgusunun değerlendirilişine dönük farklı bir açılım da getirip bırakıyor seyirci önüne.

Anımsayışlarla Pekişen Aşk…

Bu çerçevede anımsayışlara dayalı yol alması ister istemez kaçınılmaz hale geliyor oyunun. Çünkü aradan on yıllar geçmiş, konservatuvar döneminde yaşanan sahne ortaklığının yaşattığı verimlilik, yetkinlik anımsayışın getirdiği kışkırtıyla yeniden yaşanabilirlik olasılığı kazanmıştır.

Oysa ikili bambaşka savruluşlarla geçen otuz yılın ardından ancak anımsayışlarla güç bulacak, buna tutunarak yol alabilecektir. Üstelik bunda yaşanılan aşk da yer alacaktır. Sahne ortaklığının temelinde bu aşk kaçınılmaz bir varoluş eğrisi biçiminde onların önündedir hep.

Şimdi aynı oyunun yeniden provasındadırlar, evet, ama aynı zamanda her ikisi için de bu anımsayış birer yol kesici engel bağlamında karşılarına çıkarken, kendi karakterlerindeki açmazlar, bulanıklıklar, gölgeler de devreye girecek, sonuçta anılar, anımsayışlar birer ölçüt hâlinde denek taşı gibi sürekli yollarını kesecektir ikilinin.

Bu durumda aşka nasıl yer bulunacaktır? Daha doğrusu, gerçekten ikilinin içine girip yerleşebileceği bir korunaklı dünya kurulabilecek midir?

Oyun, bir başka açıdan bunu da gösterecek demektir kuşkusuz…

Çölde Buharlaşıp Kaybolan Aşk…

Sonuçta biz, iki etkili oyuncunun sunumuyla kadın-erkek iki âşığın geçmiş yaşamına dönük bir büyük tabloya bakarak aslında bir aşkın kurulumu, yaşanan süreçle birlikte çözülüşü, anımsamalar eşliğinde unutulmazlaşmış yanlarıyla özlense de bunun yeniden kurulabilmesindeki güçlüklerden kalkarak bu doğrultuda yeni bir temel atmanın gerekliliğiyle yüzleşiyoruz.

Öyle ya, iki insan artık farklıdır, yenilenecek aşk, eskinin bellekte capcanlı duran anımsayışlarından destek alacaktır elbette, ne var ki otuz yıl sonra iki yeni insandır eski âşıklar, bu nedenle arayışları, beklentileri de birbirleriyle koşutluk sergilemeyecek, örtüşmeyecektir kesinlikle.

Biz iki eski âşıkta, on yılları aştıkları halde birbirleri için hâlâ incecik tüten, ötesinde değer taşıyan ikilide Zuhal Olcay’la Burak Sergen’in doygun, her şeyi yerli yerinde yansıtan oyunculukları eşliğinde kendimizce bir sorgulamaya girişiyoruz.

Gerek Zuhal Olcay, gerekse Burak Sergen, yansıttıkları karakterlerin umutlarıyla kırıklıklarını, düşleriyle beklentilerini yansılarken, onların bütün bu duygularını seyirci olarak bizlerin de belleğinden geçirip bu sorgulama oyununa bizi de katıyorlar denebilir.

Aşk kimin umurunda olmaz? Öyleyse seyredeceğiniz bir oyun daha var; O da Aşkın Halleri’ne katılmak mı dersiniz?