YARATICI YAZARLIK: Yaratıcılığın Üç Atlısı; Aşk-Ölüm-Büyü…

Yaratıcılığın Üç Atlısı; Aşk-Ölüm-Büyü…
M.Sadık Aslankara

Yalnız Kaldınız, Peyami Bey! (Can, 2017) adlı romanında Hamdi Koç, bir dönüştürümle kendisini de anlatısına katıp bunu yazınsal izlek odağında yapılandırırken yazma eyleminin farklı alanlarına bakmaya girişiyor dip kıyı. Böylelikle enikonu bir yazınsal yaratıcılık sorunsalıyla da yüz yüze getiriyor aynı zamanda okurunu…

Söz konusu yapıtından bu bağlamda çıkarılabilecek alıntılar, üstelik bizi bir hedefe doğru da kilitliyor kanımca…

Gelin ilkin şu satırları okuyalım o halde romandan:

“Bir yazarın kendine yapabileceği en büyük kötülük boşluğa izin vermektir.” “…Belki aşk hayatta sahip olunması imkânsız o en son şeyin adıdır. Boşuna yaşadık, boşuna öldük o halde.” (ss. 66, 67)

Anlatıcı yazar karakteri, ağır bir saldırı sonrası, bir süre yaşamla ölüm arasında bocalar. Bu gelgitler sırasında, daha önce de üzerinde çalıştığı, kendisinden yaşamöyküsünü yazmasını isteyen Peyami Safa’nın katkısını alacak, roman bununla da bağlantılı olarak farklı açılımlarla dolantılara uğrayıp sona ulaşacaktır.

Anlatıcı, kendi romanında Peyami Safa’ya değinmesine de getirir bu arada sözü. İlgili bölümü Peyami Safa’ya şöyle aktarır:

“Kadın şezlonga uzanmış, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nu okuyor. Romanın sonlarına gelmiş. Heyecanlanmış, tutkuyla okuyor. Yanındaki şezlonga bir adam gelip uzanıyor. Kadın bir ara okuduklarını sindirmek ister gibi başını kaldırıp derin bir haz soluğu alınca adam ona doğru eğiliyor, romanı beğenip beğenmediğini soruyor. Kadın adama bakınca duraksıyor, bana tanıdık geliyorsunuz diyor. Adam diyor ki beni fotoğraflarımdan tanıyorsunuzdur, ben Peyami Safa’yım.” “Kadın, tabii, inanıyor. Aa Peyami Bey, size çok hayranım, bütün romanlarınızı defalarca okudum, hep nasıl biri olduğunuzu merak etmişimdir filan diyor. Böyle biriyim, diyor adam, gördüğünüz gibi. Adam da yakışıklı mı yakışıklı bu arada ha. …Bunlar muhabbeti ilerletiyorlar ve tabii adam o akşamüstü kadına atlıyor.” “Mevzu bitiyor, adam zevkten bayılmış, yatakta mıy mıy ediyor kendi kendine. O arada kadın kalkmış, giyinmiş, o da mutlu, adamın yanına geliyor, elinde roman, Matmazel Noraliya, romanı adama uzatıyor, benim artık gitmem lazım, benim için romanınızı imzalar mısınız, diyor. Adam hay hay diyor.” “…Kitabın kapağını açıyor, bakıyor, baştaki bütün boş sayfalar imza dolu, bir sürü, bir sürü Peyami Safa imzası. Hepsi başka, ama hepsi Peyami Safa. (…) Ne bu, diyor, bu kadar imza? Senden önceki Peyami Safalar, diyor kadın. Seni kandırmışlar, diyor adam. Olsun, diyor kadın, sen de kandır. Adam bir boşluk bulup imza atacakken aklına kadının adını sormak geliyor. Ben Matmazel Noraliya’yım diyor kadın, Tibet Ölüler Kitabı’nın yazarıyım. Sonra imzalı kitabı alıp çıkıyor. O gece odada adamın ölüsünü buluyorlar.” (ss. 76, 77, 78)

Borgesvari bu metinde öykü, görüldüğü gibi, aşkla ölümü bir büyü odağında buluşturup öyle ortaya çıkıyor. Şimdi yine Hamdi Koç’un romanından alıntılarla sürdürelim konuyu… Anlatıcının şu sözleri örneğin:

“Sanatın canı cehenneme. Âşık olmak istiyorum. Sevgiden ağlaya ağlaya sevişmek istiyorum. (…) Ve biliyorum, hayatta hiç olmazsa o kadarını öğrendim kadına ve erkeğe dair: aşk eğer hissediliyorsa karşılıklı hissediliyordur, varsa erkeğe de aittir kadına da.” (s.115) “Keşke yazar sadece yazar olabilse.” (s.130) “Ama aşk! Benim âşık olmak istediğim gibi âşık olunca insanın aklı bugünün sonsuzluğu içine neşeyle sığınıp kalıyor, geçmişle hiç tanışmamış, gelecekle hele hiç tanışmayacakmış gibi. Birileri sana hayatı takdim etmeye kalktığında onlara sırtını dönüp aşkına sarılacakmış ve sarılı kalacakmış gibi.” (s.165)

Derken korku kıskıvrak yakalıyor kişiyi, neyin korkusu olabilir bu? Evet, ölümün… Ölüm, bizim en derin kaygımız, korkumuz, yaşamın ürkütücü, ama büyülü cilası da öte yandan.

Sonra işte anlatıcı yazarın bizimle paylaştığı o keskin itiraf:

“Kelime korkusu büyüklerimizin en eski korkusudur. Bütün korkuların en hızlı yayılanı ve en bize has olanıdır.” (s.146) “Hayat bir tanedir, o da akıldadır.” (s.156)

O akıl, o zaman sanat yapmaktan başka bir yol bulabilir mi kendisine?

Demek ki aşkın, ölümün büyüleyiciliği aslında akılda bütünleşip ortaya çıkıyor. Öykü, diyelim ki o yaratıcı kozada böyle kıvamlanıyor.

İşte “yaratıcılık”, yazarlık boyutunda kendini böyle gösteriyor. Buradan çıkarılabilecek sonuç, yaratıcı yazarlığın da aşkla ölümden beslenerek sözcüklere döküldüğü, büyüleyici öykülerin de ancak bu şekilde ortaya çıktığı yönünde. Ayrıca 1 Haziranda, Semih Gümüş’ün Yalnızlık Kime Benzer (Can, 2017) adlı romanına yer açarken bu konuya yeniden döneceğimi söyleyebilirim şimdiden.

Daha önceleri yaptığım gibi okuduklarımdan, “yaratıcı yazarlık” bağlamında süzdüklerimi sofranıza çıkarmaya çalıştım kendi payıma… Buyurun siz de okuyun, Hamdi Koç’un Yalnız Kaldınız, Peyami Bey!’ini.

Öyle ya, şimdi okuma, bu okumayı eylemleme sırası sizde…