SAYFA YAZISI: Okumayı Kültür İçi Kılabilmek…

M.Sadık Aslankara (29.06.17 yazısıdır.)

Klasikleri okumaktan söz ederken hep okuma yazma edimi üzerinde duruyoruz ama bunun yanında dürtülüp deşilmesi gereken başka uğraklar da var kuşkusuz.

İnsanın okuma yazmayı öğrenmesi, yaşamında nasıl önemli yer tutuyorsa, okuma eyleminin “kendiliğindenlik” kazanması da bir o kadar anlam taşıyor, bir büyük dönüşüme karşılık geliyor. Daha önce yalnızca gözlemleyip tanıklık yaptığı bir olguyu, okuma yazmayı, başlangıçta, ilk kez deneyleyerek yaşayacağı eylem biçimi olarak ilginç bulacaktır elbette insan, çok doğal bu. Ne var ki bu eylemde, yakın tanık, yaratıcı özne, heyecanlı takipçi olduğu halde söz konusu uygarlık adımının yaşam içinde giderek gerilere düşmesi, sonradan sonraya bunun insanda neredeyse kullanılmaz, işlemez hale gelmesi üzerinde de durmak gerekmiyor mu?

Olgunun dirimbilimsel bağlam içinde toplumsal, ekinsel, ekonomik vb. bir dizi başlık altında, diyalektik evrimsel yaklaşıma dayalı ilişkilendirmeyle de ele alınması gerekiyor kanımca. Sözgelimi okuma eyleminde organik açıdan göz, nasıl bir durumda? Gözün bu yöndeki işlevi üzerinde durulması zorunlu o halde.

Biz hela duvarlarından sigara paketlerine, musalla taşından meyhane masalarına akla gelebilecek hemen her yere bir şeyler yazmaya yatkın, daha doğrusu eline geçen nesneyle önüne çıkan her yere karalama alışkanlığı bulunan, bu açıdan alfabesini dağa taşa belletmiş dünyanın önde gelen toplumlarından biri olmalıyız. Dağ ova, köy kent, kıyı köşe her yer, sürekli tabela istilasında. Tümü de salkım saçak yazıyla dolu.

Ötesinde nüfus sayısı kadar şairiyle, hemen herkesin, her yazdığı satır için dünyanın en matah metnini ortaya koymuşçasına eğilim sergilediği bir millet olduğumuzu da biliyoruz.

Yazanlar çok da okuyanların durumu ne?

Bu sorunun yanıtı için kimi istatistik, demografik vb. ölçütlere göz atmak gerekmiyor ille. Kabaca da pekâlâ biliyoruz; biz şu kadar milyon insan, okuma alışkanlığı açısından sürekli sınıfta kalıyoruz. Okumayı öğreniyoruz, hatta istekliyiz buna, ne ki gerekli okuma alıştırmaları sonrasında bunu “kültür içi” kılmayı başaramadan, yansıtım anlamında herhangi okuma alışkanlığı kazanamadan öğrendiğimiz okumayı âdeta terk ediyor, bir okuma kötürümü haline geliyoruz kısa sürede. Düşünce tembelliği öylesine yaygın ki toplumda, beyin gereksiz bir merkez neredeyse, en yakın çıkarına kilitlenmiş olarak.

Bu yüzden göz, röntgenciliğin ötesine geçemiyor, görmeyi bilinç erimine dönüştüremiyor, sonuçta yaratıcı birikim eşliğinde kendisini geliştiremiyor bir türlü. Yalnızca kendisi için ilk elde yararlı olanı seçiyor, derken seçemez olup tembelleşiyor, giderek körleşiyor.

Elias Canetti’nin Körleşme’sini anımsamak olanaklı bu noktada. İnsan, bozunuma uğrattığı doğadaki öteki canlılarla birlikte denge içinde yaşamaya çabalarken âdeta çıkar çatışmasıyla kaygısının önde olduğu bir sona yuvarlanıyoruz bütün varlık olarak. Buna kilitlenmiş kavrayış egemenliğinde, gören göze gereksinim duyulmayacak, düşünen beyin de gereksiz kalacaktır böylesi yıkım evresinde. Bu durum bizi, ne yazık ki kültür/ekin üretememenin önüne getiriyor çaresizlik içinde.

Batının gelişmiş toplumlarında bile okuma yazma öğrenmeye gereksinim duymayan, ötesinde okulu reddetme eğilimi sergileyen pek çok insan var günümüzde. Düzayak bilgisayar kullanımının, internet paylaşımlarının bunu daha da kolaylaştırdığı söyleniyor. Özellikle genç kuşaklar arasında bunun yaygın olduğu, buna karşılık devletlerin de çeşitli önlemler aldığı biliniyor.

Batının çağdaş insanı bile bu tür sorunlarla boğuşurken göz tembelliğinden kurtulamamış, okuma eylemini hiçbir zaman kültür içi kılamamış insanımız için ne yapılabilir?

Kimileri, okuma sırasında birden uyku bastırdığını söylerken aslında bir göz tembelliği hastalığı yaşadığını dile getiriyor, ayırdından olalım olmayalım. Bu tembellik öylesine yaygın ki, her yeri yazılar kaplarken hemen herkes, tabela okumak yerine sözgelimi aradığı adresi, istediği bilgiyi sorup dinleyerek amacına ulaşmaya çabalıyor.

Okumaya yatkınlık, ilkin röntgencilikten kurtulmayı, sıradan da olsa kâşif gözü edinmeyi gerektiriyor. Düşünce üretme gereci, dayanağı olarak kavram, terim, sözcük görülmezse, algı içine alınmazsa bu başarılabilir mi? Demek ki okuma edimi alışkanlığa dönüşmedikçe, insan soluk alıp verircesine okuma kültürü edinmedikçe düşünce de üretemiyor.

Gelişmiş beyin, yaratıcı gözüyle, bir görsel imgeden, hatta görüntüden kalkarak düşünce üretebilirken, okumayı kültür içi kılamayan düz akıllılar ise bırakın kavram, terim algısını sözcükleri bile göremeyen kör gözlerle, değil düşünce üretmek, ancak tabuların duvarlarına taş döşeyebiliyor ne yazık ki yalnızca.