YARATICI YAZARLIK: M.S.Aslankara; Yaratıcı Yazarın Olmazsa Olmazı: Sesli Okuma…

Yaratıcı Yazarın Olmazsa Olmazı: Sesli Okuma…
M.Sadık Aslankara
(29.6.2017 YAZISIDIR.)

Ursula K.Le Guin, yana yakıla üzerinde duruyor sesli okumanın. Ancak ben, bu yazıda kendi deneyimlerimden, katıldığım kimi atölyelerdeki uygulayımlarımdan kalkarak örüntülemek istiyorum yazıyı.

Önce “sesli okuma” üzerinde duralım. Neyi anlamak gerekiyor bundan?

Bir metnin sesli okunuşu, o metnin bir kez daha yapılandırılışı anlamına geliyor. Burada sesli okuma derken sözgelimi tiyatrocuların ya da seslendirmecilerin yaptığına benzer hüner içeren bir sesli sunumdan değil de sesli okumayla elde edilen, metnin kulak denetimini somutlayıcı sesli sağlamadan söz ettiğim unutulmamalı.

Yani tümce, sözdizimi kâğıt üzerinde kalemle ya da bir başka gereçle veya imlemeyle nasıl “yazı” haline getiriliyorsa, bunun bir örneği ses yoluyla da kuruluyor. Çünkü yazı dediğimiz metin şekilce, sesçe, görüntüce, eylemce farklı biçimlerde yeniden yeniden yapılandırılabiliyor. Metnin yazı şekli böylece pek çok denetimden geçerek belirginleşiyor.

Sonuçta kâğıttaki gösteren olarak yazı, ancak öteki somutlayıcı tablolarla çelişmediği zaman “metin” bağlamında kesinlik kazanabiliyor. O halde sesli okuma ya da yazının görsel, imgesel, eylemsel, renksel, çizgisel, ezgisel, plastik vb. yaklaşımlarla kurulacak her bir tablosu aslında yazının “sağlama”sı anlamında değerli bir işleve sahip. Eğer yazıyı, siz bu denetim araçlarını umursamadan sürdürürseniz metniniz pusulasız kalıp yönünü yitirebilir pekâlâ.

Bu okumalarınızda kimi tiyatrocularla seslendiricilerin etkisinde kalıp, kendinizi seslerine hayran, salt seslerinin pusulasıyla yol alan ses narsislerine kaptırmamalısınız. Anlaşılması gereken tek şey, bir müzik metninin notadan doğru okunuşuna benzer biçimde Türkçe yazının da ses öğeleri eksiksiz yerine getirilerek sesli yansıtımın sağlanması olmalı.

Bu yöntem yazarın, kendi dilini bir yazılı metnin barındıracağı dilbilgisi kurallarını somutlayıcı bütünlükte sesle de duyabilmesini, onu bir kez de bu yolla denetlemesini sağlayacak önemli bir yaklaşım. Burada telaffuzda, diksiyonda tek ölçüt, İstanbul Türkçesi. Standart Türkçe diyelim buna. Farklı coğrafyalardan, farklı anadillerden gelmiş de olsak, değil mi ki metnimiz Türkçe, metnin yazılı biçimini kendi kendimize İstanbul Türkçesiyle okuyup kulak denetiminden geçirmemiz zorunlu yine de.

Bunun için okur yazar herkes, alanında yetke Nüzhet Şenbay’ın on yıllardır başucu kaynaklarımız arasında yer tutan Alıştırmalı Diksiyon Sanatı (yeni basımları için bak.: YKY) adlı yapıtından yararlanabilir. Daha yalın, göstermeci boyutuyla Ülkü Giray’ın Güzel Konuşma ve Okuma Kılavuzu (Bilgi, 1998) adlı kitabını da önerebilirim.

Kendi payıma ben sabahları güne sesli şiirle başlarım. Aynı şiiri, farklı tartımla, vurguyla, tınıyla okumak bir sabah güzelliği halinde beni coşturur. Bu, önerdiğim bir biçimdir katıldığım atölyelerde. Böylece yazar, bir metnin yayabileceği yan anlamı kavramada çok önemli bir yazı ışıldağına da kavuşur aynı zamanda, bunun ayırdına varabilirse tabii.

Özellikle öyküde bunun ne denli can alıcı bir sorunsal olduğunu en iyi yine öykücüler bilecektir. Aynı şekilde suskunluk olarak karşılanabilecek “bir an” veya “es” için de sesli okuma kılavuzluk yapabilir. Bu yolla metninizin nerelerde susku gerektirdiğini görebilirsiniz rahatlıkla, eğer bu “sus”ları yanlış yerlere koyduysanız bunları düzeltme olanağı da yakalarsınız böylece.

Her yazarın yazısal biçemiyle sözel biçemi uyum yansıtabilmeli. Bu nedenle içinizden sessiz okuduğunuz metin, sesli olarak okuduğunuzda da bunu eksiksiz karşılayacak demektir. Anlam burada aranmalı.

Sözgelimi ben yalnız öykülerimi değil bütün düzyazılarımı da, hatta abartılı gelebilir, romanlarımı da baştan sona sesli okurum. Yazdığım metnin sesçe de yazılı anlatımla buluşup buluşmadığının denetimini yapar, bunu tam olarak karşılayıp karşılayamadığımı gözlemeye girişirim.

Öte yandan sesli okuma, şiirden öyküye, romana, oyundan denemeye, eleştiriye, geziden anıya metnin türüne dönük seçimin doğruluğu üzerinde de size katkı sağlayacaktır, bundan kuşkunuz olmasın.

Yazmayla okuma, iki farklı eylem olarak art arda uygulanabilir elbette. Ne var ki metnin, sesli okumayla yapılacak denetimi aşamasında, aradan mutlaka zaman geçmesi beklenmeli. Çünkü gerçek sesli okuma, metnin yazılı halinden kurtulduktan sonra kendisini gösterir. Aradan en az birkaç gün geçtikten sonra, prova benzeri herhangi hazırlık yapılmaksızın okunabilmeli metin. Bunun için kendinizi haber okuyucu olarak hayal edebilirsiniz. Son anda önünüze bir metin getirmişlerdir, siz de zorunlu olarak bunu okuyacaksınızdır, o kadar.

Elinize bir anda tutturuluvermiş metni nasıl okuyorsunuz? Takıldığınız yerler oluyor mu, tartımı uygun mu, tınıları yerli yerinde mi, vurgular açıkça kendisini gösterebiliyor mu? Yoksa dümdüz, soba borusu gibi bir metin mi? Son olarak kaleme alınan bu yazı (“ben”in dışında), yazarının öngördüğü gücü gerçekten yayıp gösterebiliyor mu?

İşte sesli okumanın, sıradan ama hazine değeri taşıyan birkaç yararı size.

Bu konuyu sürdürelim ister misiniz peki?