SAYFA YAZISI: Öykünün Kasabaları…

M.Sadık Aslankara (6.7.17 yazısıdır.)

“Öykünün Kasabaları” derken, anlatıda uzam anlamında işlenen, evreni, kişileriyle kasabanın öne çıkarıldığı öyküleri kastetmiyorum.

Kasabaların gözü tok, ruhu zengin, yüce gönüllü yazınseverlerince yayımlanan dergiler aracılığıyla öyküye açılan yere, öykücülüğümüze, öykü yazarlarımıza verilen değere, desteğe getireyim istiyorum sözü…

Anadolu’nun pek çok yerinde birer çoban ateşi halinde yayın yaşamına katılmış, belki bir süre sonra sönmüş ya da yanarcası, bin bir güçlükle bugün de hâlâ sürdürülen bu taşra dergilerindeki öykü türünün, yöre insanı için birer nefes alma koridoru olacağı göz ardı edilebilir mi?

Sanat ortamlarımızın böylesi dergilere hiç mi gönül borcu yok peki? Bu dergilerin sanat dünyasında öncülük rolü üstlenemese de yöresine taşıdığı kültürel alüvyon aracılığıyla gerçek anlamda bir “kent kültürü”nün yapılanmasına katkı sunmayacağı, bir an bile düşünülebilir mi hiç? Kent tiyatrolarının da bu yönde bir işlev taşıdığı söylenebilir yeri gelmişken. Bu tür etkinliklerin ya da örgütlenmelerin en azından yörelerinde “sanata girdirici” bir işlev taşıyacağı çok açık…

Anadolu’da yayımlanan yazın, sanat, ekin dergilerinin yayılım coğrafyasına bakıldığında bunların çok büyük bölümünün kıyılarda varlık gösterdiği apaçık gözlenebiliyor. Artvin’den Antakya’ya, bir yelpaze halinde yayılan dergilerin Ege’de kendince küme oluşturmuş örneklerine göz atalım gelin…

Sözgelimi Afrodisyas Sanat, Beşparmak, Sunak, Akköy, Kasabadan Esinti vb. dergiler yalnız kendi yörelerinde, diyelim Aydın, Denizli, Muğla, Manisa çevresindeki kasabalarda değil, yanı sıra tüm Türkiye’de çağıltı yaratmayı başarmış yayınlar olarak alınabilir…

Üstelik yayımladıkları özel sayılarla, düzenledikleri öykü yarışmaları ya da öykü özelinde gerçekleştirdikleri başka etkinliklerle ciddi bir öykü enerjisi ürettikleri de görülmüyor değil bu dergilerin.

Bunlardan Söke doğumlu Beşparmak dergisinin yaklaşık on beş yıl kadar önce, “Ölümünün 23.Yılında Aydınlı Öykücü Mahmut Özay”a (1908-1981) özgülediği sayı üzerinde özellikle durabiliriz. “Aydınlı” olarak tanıtırken aynı zamanda kentlilik gururu paydaşlığına dayalı bir öykü odağı oluşturmaya da girişen dergi, 1965’te Sait Faik Hikâye Armağanı sahibi yazar aracılığıyla bu iletisini ulusal boyutta öyküseverlere de duyurmuş oluyor. Söke’den söz edilince Samim Kocagöz’ün öykücülüğüne de vurgu getirilebilir elbette.

Bugün artık yayımlanmayan Beşparmak, Mahmut Özay’ın kitaplarını da tanıtıyor okurlarına bu sayısında: İhtiyar Elma Ağacı, Yorgo, Babam Babam, Deli Manda, O Mübarek Serviler vb. (Temmuz Ağustos 2004, Sayı 122)

Kendi payıma yazarın İhtiyar Elma Ağacı’nı (Yeditepe, 1966) okudum yalnızca. Peki bugün adı anılıyor mu Mahmut Özay’ın, genç öykücülerle öyküsevelerin kaçı tanıyor onu?

Yarım yüzyıl önce Özay’ın yapıtlarını yayımlayan Yeditepe Yayınevi ile kurucusu Hüsamettin Bozok da öykücülüğümüzde hâlâ bir değer, ama bu insanların önemi üzerinde kimselerin durmayışına bakarak üzülmemek elde değil doğrusu. Bugün bu adlara hak ettikleri değeri vermeyen öykücüler, yarın kendilerinin de unutulup gideceğinden kuşku duymasınlar hiç.

İşin bu tarafını, lafı üzerine alınacaklara bırakıp böylesi etkinliklerin kasaba özelinde taşıdığı önem üzerinde de duralım iki satırla. Anadolu ücrasında yaşayan, ama sanata ilgi duyarken bu doğrultuda bir girişimi bulunmayan insanların şiir, öykü türlerinde bir iki çalım hamlesiyle karalamaya girişerek türü deneylemesinin, işini ciddiye almış böylesi kasaba dergileri aracılığıyla şiir, öykü loncaları kurmasının sayılamayacak yararları var bana göre. Bunu bir dizi yazınsal tetiklemeyle örtüştürmek de olanaklı. Öyle ya, bu loncayı oluşturan özellikle gençlerin, bir yandan deneyim kazanırken öte yandan ürettikleri enerjiyi sinerjiye dönüştürüp kendi dünyalarında devrim yapmaları az şey mi?

Öte yandan genç yazar adayları için bu loncanın basbayağı bir ocak haline geleceği de öngörülmeli. Âdeta her bir derginin birer “öykü işliği” olarak da çalışacağı kestirilebilir. Elbette, bu dergiler ille de yazar yetiştirecek ya da bu dergilerde öyküsü yayımlanan her yazarın, kendine özgü bir öykü dünyası kurarak adını duyuracağı beklenmemeli. Ama iyi öykü okurlarının yetişmesi için aracılık yapacağı çok açık bu loncaların.

Yukarıda andığım, Ege kasabalarında yayımlanan dergilerin, bu yanıyla kentlilik bilincine dayalı bir yayıncılık örneği oluşturduğu da göz ardı edilmemeli kuşkusuz.

Bu kentlerin bir dizi Kuvayı Milliye kasabası olmasını rastlantıya bağlamak ise hiç doğru olmaz…

Konuya tam da buradan yine döneceğim.