YARATICI YAZARLIK: M.S.Aslankara; Sesli Okuma; Yaratıcı Yazarın Oyun Alanı…

Sesli Okuma; Yaratıcı Yazarın Oyun Alanı…
M.Sadık Aslankara
(13.7.2017 YAZISIDIR.)

Daha önce “sesli okuma” üzerinde gereğince durduk, kimi örneklere yer açıp öyle çıktık yola.

Sesli okumanın da elbette türlü yolları, biçimleri, biçemleri var.

Gelin bu kez “sesli okuma”yı, bir oyunsu sürece dayalı olarak ama alanla sınırlı kalmak üzere yeniden harmanlayalım.

Metnin yazarı konumuyla öykünüzü okurken, öyküdeki karakterleriniz nasıl seslendirilecek? Onların nasıl seslendirileceklerini öngörmeseniz de nasıl konuşacaklarını düşünmemiş olamazsınız. Öyle ya, onlar vantrilok gibi kursağınızdan çıkan seslerle mi gerçeklik kazanacak bu okumanızda? Böyle olamayacağına göre sesli okumalarınızda nasıl çözüm bulacaksınız karakterlerinize?

Önce gelin, örnekse Ursula K. Le Guin’in öykü karakterleri üzerine ayaküzeri söylediklerine bir göz atalım:

“Asla unutulmaması gereken şey, ister hayali olsun ister gerçek olaylara dayansın, yazılı bir hikâyenin en nihayetinde yalnızca kâğıt üzerinde var olduğudur.” (Dümeni Yaratıcılığa Kırmak, Çev.: Damla Göl, hep kitap, 2017, s.61)

Hadi şu sözlerini de anımsayalım Guin’in:

“Yazarken karakterlerime teslim olabilir, onların hikâye için doğru olan şeyi yapacaklarına ve söyleyeceklerine bütünüyle güvenebilirim.” (Zihinde Bir Dalga, Metis, Çev.: Tuncay Birkan, Özge Çelik, Özde Duygu Gürkan, Müge Gürsoy Sökmen, Savaş Kılıç; Metis, 2017, ss.222, 223)

Buyurun o halde, karakterlerinizi seslendirin bunların yazarı olarak…

İşte zurnanın zırt dediği yerlerden birisi de burası… Onlar kendileri olarak mı seslenecekler? Yani kendileri olarak mı seslendirilip okunacaklar yoksa öteki okumalara ulanıp kendileri olmaktan çıkarılarak mı, hangisi, hangi karakter nasıl seslendirilecek?

Bu sorular, seslendirmenin nasıl da anlatısal bir sağlama olgusuna dönüşebileceğinin ipuçlarını veriyor aynı zamanda… Gerçekten de elinizin altında bir karakter bahçesi var, siz bu bahçenin hem dinleyeni hem seslendirenisiniz ama yine de onları dinleyip ağızlarından çıkan her sözü, tam da onların isteyebileceği biçimde seslendirebilmek konumundasınız. Ne eksik ne fazla, yapmanız gereken bu, o kadar.

Ne ki bunu başarabilmek için “sesli okuma” adını verdiğimiz eylem konusunda bir bilince ulaşmış olmak gerekiyor enikonu. Çizgi filmlerde, karakterlere sesin kazandırdığı gerçektenlik duygusu da anımsanabilir burada.

Ses, bir kültür verisidir, dönüşümsel yanıyla, her kişinin kendine özgülük taşıyan yanlarını ele verir. Yani o karakter yazar değildir, yazarın karton yansıması değildir; bu nedenle onun sesini bulmak zorundadır yaratıcı yazar, gerçekten böylesi bir niteliğe shipse. Bu, bir denetim biçimidir de kuşkusuz.

Bu tür veriler, bir metnin, öykü türü de dâhil, dramatik akslara dayalı gerçeklikle yoğrularak farklı bir yere taşınabileceğinin ön bilgisini içeriyor ayrıca. O zaman bir başka eşiğin önüne gelip dikiliyoruz. Bir tiyatrodayız sanki. Burada klasik çağ metinlerinin, özellikle Sofistik dönem metinlerinin birer tiyatro gibi yapılandırıldığı gözden uzak tutulabilir mi?

Örneğin Sokrates nasıl konuşuyordu, Gorgias nasıl? Bu metinleri kaleme alan Platon bunları kendi kuklaları gibi konuştursaydı söz konusu metinler bugüne taşınabilir miydi acaba? Kendi payıma sanmıyorum…

Öykünüz de bir konuşmadır, ama öykü karakterleri buna karşın ayrı seslere sahiptir. Özetle söylersek, sesler karıştırılarak iyi öykü yazılamaz sonuçta.

Karakter yapılandırma yaratıcılığından kalkarak öyküde gerçekleştirilebilecek sesli okumayı haftaya da sürdürelim, ne dersiniz…