SAYFA YAZISI: Kuvayı Milliye Kasabalarından Öyküler…

M.Sadık Aslankara (20.7.17 yazısıdır.)

Kuvayı Milliye kasabaları, insanımızın, o koca imparatorluktan enikonu kopmaya koyulduğu, her birinin âdeta bireyleşerek kendi ağırlığını koyduğu bir dönemi imliyor. Sözgelimi Alaşehir, Nazilli kongreleri, sonra düzenli ordu bile kurulmadan tüm Ege kasabalarında gözlenen örgütlenme hep bunların göstergesi…

Nazilli’yle Alaşehir’in yanında ötekiler örneğin: Demirci, Gördes, Ödemiş, Tire, Atça, Salihli, Kırkağaç, Söke, Akhisar, Soma vb. Şair, yazar Tahir Abacı’nın Nuri Bilge Ceylan’dan önce yayımladığı Bir Zamanlar Anadolu’da (İletişim, 1999) adlı yapıtında özellikle Ege’nin kendine özgülüğünü gösteren verilerle karşılaşmak olanaklı.

İzmirli, Egeli öykücülerin kendi kasabalarından kalkarak yapılandırdığı Kuvayı Milliye kasabaları, bunların geçmişten günümüze öyküsü pek çok yazarda farklı boyutlarla yer aldı yazınımızda… Yer almayı sürdürüyor.

Eskilerden örnekse Samim Kocagöz, Yusuf Atılgan, Tarık Dursun K., Necati Cumalı, Kemal Bekir vb. yazarlardan tutun Hüseyin Yurttaş, Ferda İzbudak Akıncı, Gönül Çatalcalı, Ahmet Büke, Umut Sağlam vb. öteki kalemlere uzanan her yaş, her kuşaktan yazarın öykülerine kabaca göz atıldığında bile Kuvayı Milliye kasabalarının bu yazınsal kazılarda nasıl da dimdik doğrulup ayağa kalktıkları gözler önüne serilir.

Biz de belki bunun izlerini sürüyoruz şimdilerde. Okan Çançin’le birlikte “Kuvayı Milliye Kasabaları” başlığı altında bir belgesel için hazırlığa başladık. Koşullar, önümüze aşamayacağımız engel çıkarmazsa eğer, tamamlayıp önümüzdeki birkaç yıl içinde sunmayı tasarlıyoruz belgeselimizi. Nitekim adlarını andığım bu kasabalarda fırdöndü dolaşıyor şimdilerde sevgili arkadaşım Okan Çançin…

Ben de kasaba öykülerine döndüm diyebilirim yeniden; bu kez farklı yazarlardan özellikle İzmir’le, İzmir taşrası Egeyi konu alan öyküleri topluca okuyup zihnimde bu kasabaları yeniden kurabilmek için çabalıyorum kendimce.

Ege kasabalarının öykülerinde biz, yazarların kurup yapılandırarak önümüze getirdiği kasabalar kadar karakterler aracılığıyla adeta bir genetik harita da ortaya koyabiliyoruz kanımca. Şöyle kaba, basit bir ifadeyle sıralamaya girişeyim özellikle üzerinde durmayı hedeflediğim satır başlarını…

İzmir’le, İzmir taşrası tüm Ege, bir açıdan taşra kalıbını, dogmasını yıkmaya aday, kentlileşme eğrisi cumhuriyetten önce başlayıp gelişmiş, bu bağlamda ülkemizde kentlilik ivmesinin en yüksek olduğu bölge. Kendine güveni yüksek insanlarıyla, bireysel gelişim yönünden daha sağlam dayanaklar üzerine oturan, kadını daha özgür, üstelik dişiliğiyle de kendisini apaçık vurgulamayı bilen, bağımsızlığına düşkün bir karakteristik yapı sergiliyor.

Bütün bunların yanı sıra, önceki sayfa yazımda dile getirdiğim biçimde sanat, yazın hareketlerinin Halkevleri öncesiyle Halkevleri döneminde derhal kabul görmesi, Halkevleri sonrasında da Ege kasabalarının bu duyarlılığı yitirmeyip sürdürmesi, hatta günümüzde yöredeki sanat, ekin açısından eylemselliğini koruması üzerinde durulması zorunlu önemli ölçütler bana göre. Buna ilk kermeslerden fuarlara, günümüz festivallerine uzanan çizgide kentlilik temelinde kurulan paydaşlığı da eklemek gerekiyor ayrıca. Aynı zamanda göç alışı, yaşanılır yerleşim bağlamında coğrafya olarak seçilişi de bunu destekliyor elbette.

Açıyı böylesi köşeye oturtup Egeye bir de bu açıdan bakıldığında, kendi yazınsal, sanatsal enerjisini üretebilen bir coğrafyamız olduğu, bu doğrultuda kendini değiştirip dönüştürmeye açık insanlarıyla Türkiye’nin modern, çağdaş yüzünü gösteren, cumhuriyete layık, demokrasiyi içine sindirmiş bir coğrafya olarak da öne çıkıyor İzmir’le İzmir taşrası…

Bu yüzden işte kendi öyküsünü yazabiliyor, bunun altından hakkıyla kalkmayı da başarıyor bir güzel.