SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Öykü Balçıkla Sıvanmaz

M.Sadık Aslankara (3.8.17 yazısıdır.)

Öykü yaz denize at, balık bilmezse Halik bilir, demişler değil mi, öyleyse özgül ağırlığa sahip “öykü” balçıkla sıvanmaz demektir bu. Yeter ki kaleme alınan öykünün gereksinirlikleri karşılanmış olsun. Değerini bulsun öykü, çakı gibi çıksın okur karşısına, eğilip bükülmesin öyle; titrek, zavallı görüntü vermesin, kaygan, hacıyatmaz izlenimi de bırakmasın, madem öykü, dimdik ayakta dursun ki, zaman aşırı bir hüner sergileyebilsin.

Öykü deyince bunlar geliyor insanın aklına dilek tutarcasına. Öykü olsun da varsın balık bilmesin onu, öykü Tanrısı bilsin, sevsin yeter, gerisi önemli değil o kadar.

Eh o zaman öyküyü balçıkla sıvayabilir misiniz? Hadi sıvayın. Kim başarabilir bunu? Has öykünün ayağını kaydırabilecek bir babayiğit çıksın, hadi çıksın, görelim sağlam bir öyküyü yerinden milim kımıldatabilir mi.

Hülya Uçar’ın yenilerde yayımlanmış ilk öykü kitabı Büyülüler’i (Avrupa Yakası Yayıncılık, 2017) okurken düşündüm bunları… Dikkat çekici yükseklik sergileyen ilk öykü kitabı üzerinde Cumhuriyet Kitap’ta duracağımdan, yapıta girecek değilimbu sayfa yazısında.

Ama başka bir olgu üzerinde durayım istiyorum yine de…

Yazarın ilk kitabı andığım öyküler toplamı. Oysa yaşamöyküsüne göz atıldığında, 1994’le 1999 arasında, altı yıl boyunca Uçar’ın pek çok öykü yayımladığı görülüyor. Üstelik bunlar Varlık, Evrensel, Yaşasın Edebiyat, Hayalet Gemi, Adam Öykü gibi dönemin önde gelen dergilerinde yayımlanıyor. Bu arada üç öyküsü, 1996-97-98 yıllarında Varlık tarafından arka arkaya “dikkate değer öykü” olarak niteleniyor.

1999’da bir susuyor Uçar, aradan tam on sekiz yıl geçtikten sonra yeniden ama bu kez bir ilk kitapla çıkageliyor okur karşısına. Üstelik daha önce yayımladıklarını toplamış olarak değil, farklı öykülerini bir araya getirerek…

İşte parmak ısırtacak bir tutum bana sorarsanız… Neden? Çünkü yazar Hülya Uçar, apaçık görüldüğü üzere çeyrek yüzyıllık öykü birikimine sahip aslında, ama ilk kitabını şunca yıl sonra yayımlamaktan çekinmiyor, bunu soruna dönüştürmüyor. Kâmil Erdem’in Şu Yağmur Bir Yağsa (Sel Yayınları, 2016) adlı kitabı da böylesine bir dinginlikle çıkmamış mıydı karşımıza?

İşte o zaman aklına düşüyor insanın; demek ki öykü balçıkla sıvanmıyor. Yeter ki hakkı teslim edilmiş olsun öykünün!

Oysa bir iki yıllık deneyime yaslanmadan kaleme getirdiği öyküleri kitapta toplayıp çabucak yayımlama eğilimi gösteren o kadar yazar adayı var ki, kendi payıma ben de tanıyorum kimilerini, şaşmamak elde değil buna. Bir yanda hayatta öykü yazmaya başlar başlamaz bütün yazdıklarını kitaplaştırmak için çırpınanlar var, öte yanda öykülerini damıtıp imbikten geçirerek, kılı kırk yararcasına toplayan, ama bunları kitaplaştırmak için yine de çekimser davranıp bekleyen, ille de bekleyenler var!

Bu olgu bizi, şöyle bir gerçeklikle yüz yüze getiriyor kanımca. Öykü başka, öykü kitabı yayımlama işi bambaşka… Evet, öyle!

Herhangi yazar, dergilerde perakende öykü yayımlayabilir, bunlar dökme ya da serpme ürünler olarak dönem tanıklığı halinde öylece kalabilir. Sonrasında yazar, bunu elden geçirerek kalafata almakta ya da öykü mezarlığına göndermekte de özgürdür. Ne ki kitapta bir araya getirmek üzere elden geçirilen ya da bu doğrultuda seçilen öykülerin artık bir başka aşamada görücüye çıkacağı, yazarına tüm zamanların notunu vereceği göz ardı edilmemeli. Evet, yanlış okumadınız, yazarı değildir öyküye not veren, tersine öyküdür notu veren yaratıcısına.

Her yazar, ille de kitap yayımlamak zorunda değil, kitapsız da yazar olunabilir. Ama kitabı olmanın bir başka aşamaya karşılık geldiği unutulmamalı.

Diyelim kitap yayımladınız, getirisi ne size? Bir beklentiniz vardı da karşılayabildiniz mi? Kaldı ki sahaflar, üstelik yazarlarınca imzalanmış nice kitapla dolu… Sözgelimi Edebiyat Nöbeti, ilginç bir özel sayı yayımladı: “Sahaflara Düşen İmzalı Kitaplar” (Mayıs-Haziran 2017, Sayı.11)

Böyle haberler geldiğinde kulağıma, kendi kitaplarımı da aranmıyor değilim. İmzaladıklarım düştüğünde, kimlerse bu kişiler, onların sorunu bu, bana gelmiş imzalı kitaplara sahip çıkayım yeter ki. Adıma imzalanmış hiçbir kitabı sahafa verecek biri olmadığım bilinsin isterim. Kızıma olduğu kadar aşklarıma da vasiyetimdir bu…

Ama imzayı asıl atan, öyküler yine de.

Bunları bana yeniden düşündürten Büyülüler için Hülya Uçar’a teşekkür etmeliyim.

Konuyu sürdüreceğim…