YARATICI YAZARLIK: M.S.Aslankara; Kurmacasal Gerçekliği Yaratıcı Zekâyla Harmanlamak…

Kurmacasal Gerçekliği Yaratıcı Zekâyla Harmanlamak…
M.Sadık Aslankara
(24.8.2017 YAZISIDIR.)

Kurmacasal gerçeklikle olgusal ya da yaşamsal gerçeklik arasındaki ilişki, sanatın bunlardan yararlanma biçimleri, sanatçının bunları işleme yetisiyle yeterliği kavranılmadan yazında ya da öteki sanatlarda yol almanın olanaksızlığını bilmeyen biri ya tez elden öğrenmeli bunu ya da bırakmalı sanatın peşini, o kendisini terk etmeden.

Nedim Gürsel, kırk yılı aşkın bir süre önce kaleme aldığı “Yaşadığını Yazmak” başlıklı denemesinde bakın nasıl anlatıyor bunu:

“Martıları yazmak için mutlaka onları ‘yaşamak’, uçuşlarının niteliğini, kanatlarının gerçek dünyadaki rengini, vb. bilmek gerekmez. Yazarın imgeleminde gelişen, çeşitlenen, belli bir iç yaşantı zenginliğinin oluşturduğu martı imgesi yeterlidir. Elbet dış dünyanın, ya da bir kültür birikiminin okuduğumuz romanların, şiirlerin, dinlediğimiz masalların yansımasıdır bu imge. Ama dış dünyanın bir nesnesi değildir artık, önce imgelemin, yazıldıktan sonra da dilin malı olmuştur.”

Devam ediyor Gürsel:

“Dilin yapısı nesnelerin yapısıyla özdeş olamaz hiç bir zaman. Bir nesneyle o nesnenin adlandırılması, giderek betimlenmesi iki ayrı düzeyde ele alınmalıdır. Diyeceğim yazının ham maddesinin dil olduğunu gözden uzak tutmamalıdır yazar, ürettiği yapıtı her şeyden önce bir metin olarak görebilmelidir. Bizim yazarlarımızın çoğu yazını kendi özyaşam öyküleriyle bir tutuyorlar. Yaratıcılığın tek koşulunun yaşamak, hem de olağanüstü şeyleri yaşamak olduğunu sanıyorlar.”

Açısını daha da genişletiyor Nedim Gürsel:

“Yaratıcısının izini taşımayan bir sanat yapıtı düşünmek bana olanaksız gibi geliyor. Söz konusu ‘iz’ de ister plâstik sanatlarda, ister yazın ya da sinemada olsun ancak özgün bir dille gerçekleşebilir. Sanatçının elinde başka araç yoktur çünkü. Aslında yalnızca bir araç da değildir dil; örneğin yazın yapıtında belli bir ‘bilgi’yi ya da ‘haber’i taşımaz. Kendisi olmak ister, beyaz kâğıdın kapalı dünyasında kendi serüvenini yaşar. Böylece her yapıt kendi özgün dilini oluşturur bir bakıma, bir serüvenin anlatımından çok bir anlatımın serüvenidir. Yazar da yaşantı peşinde değil anlatım peşinde olmalıdır.”

Ne var ki Gürsel’e göre, bizde “yazdığına dışardan bakabilen, yarattığı dünyayı sözcüklerle kurduğunun bilincinde olan yazarlar çok az”. “Sözkonusu yazarlar gerçeklikle dolaysız bir ilişki içindedirler. Bir toplumsal durumu yalnızca ‘hikâye ederler’, çok az yorumlarlar. Bir düşünceye, bir kültür birikimine değil de, yaşama deneylerine yaslanırlar daha çok.” “Yalnız burada şu gerçeği belirtmekte yarar var: yazar elbette bir yaşama serüveninin içinden gelir, yapıtı bilincini belirleyen dış gerçekliğin, toplumsal ve ekonomik koşulların sonucudur.”

Nedim Gürsel, genç yaştaki o ısrarı sürdürüyor:

“Yazmak için yaşamak gerektiğini öne sürmenin günümüzde hiçbir önem taşımadığına inanıyorum. Çünkü yazın bilinçsel üretimin kapalı alanıdır, serüvencilerin yaşama deneyi değil.” “Sanatçının yarattığı insanlar ‘etten kemikten’ değil, sözcüktendir. (…) Bugün, sözcüklerle yaratılan insanları gerçek insanlardan ayırmanın, üstelik bunu bilinçle yapmanın bir yazar için daha gerçekçi, daha çağdaş bir tutum olduğuna inanıyorum.”

İki de örnek veriyor yazar:

“Rimbaud denizi görmek şöyle dursun, yanından hiç ayırmadığı sözlüklere bakarak yazmıştır ‘Sarhoş Gemi’yi. Çocuk denecek yaşta olmasına karşın şiirin nesnelerle değil sözcüklerle yazıldığının bilincindedir.”

“Picasso’ya yıllar önce bir sergisinin açılışında ‘Bu ne biçim balık?’ diye sordukları vakit ünlü sanatçı ‘O, balık değil resim!’ karşılığını vermiş. (…) Plâstik sanatlarda aşılan engel yazında da aşılacaktır.”

Nedim Gürsel, henüz yirmili yaşlarında verimlediği bu olgun denemesinde yine de uyarı getirmeden edemiyor:

“Ama balık olmadan resim olmayacağı gerçeğini de hiçbir zaman unutmamak gerek.” (Çağdaş Yazın ve Kültür, Çağdaş Yayınları, 1978, ss.13-25)

Nitekim bir denemesinde Melih Cevdet Anday, Ören’e geçerken, her seferinde bakıştığı Bafa Gölü’nün gerçekliğini, duvarda tablo olarak gördüğünde kavradığından söz etmişti.

Gerçekliğin algılanışında sanat, demek ki bir başka bakış getirebiliyor.

İşte yazar olarak sanatçının, başlangıçta bilmesi gereken ilk temel bilgi bu; bir metinde gerçeklik, yaşanan değil, yazılandır!