BANA GELEN MEKTUPLAR: İsmet Kür

17 Ocak 2006

Sayın Aslankara, merhaba..

Bilirsiniz, aşağı yukarı her yazar, her kitap için, bir ya da daha çok, yazı yazılır. Ne ki, bizde, özellikle de son yıllarda, sahici eleştiri yazılarına çok az rastlanıyor. Eşin dostun yazdığı üstünkörü övgü yazıları sardı ortalığı.. Çoğu; yazarın “Hah, işte” demesi, okurun aradığını bulması mümkün olmayan, sudan şeyler.

Tahmin ettiniz, değil mi, bu “girizgâh”, sizin “ada”nızda her hafta ne denli zevkle, mutlulukla yaşadığımızı, ne kadar tazelenip beslendiğimizi; hep birbirine benzeyen övgü sözcüklerine, pek yüzvermeden, anlatabilmek içindi.

Benden, kitaplarımdan söz eden yazınızı okurken bir yandan, çok zarif, şiirsel hem de beylik övgülerden tümden uzak bir yazının öznesi olmanın; öte yandan “Hah, işte..” diyebilmenin; kitaplarımın, fark edilmesini istediğim yönlerinden çoğunun gözden kaçmamış olduğunu görmenin hazzını, ferahlığını yaşadım. (Hem de bize yaptığınız “iltiması” göre, bile!)

“Dramatikle melodramatik arasında gidip gelen yapıt” Karvera… Bu karar, belki de sizden gelmiş olduğu için, iyice düşündürdü beni.. Hem de kara kara.. Yer yer dramatik.. evet… ancak, pek çoğumuzun yaşamında olduğu kadar.. Daha fazlasının ayırdında olsaydım…

Ama, “melodramatik…” Ardından gelen çok nazik, kurtarıcı sözlere karşın.. v.s. v.s.

Sizi suçladığımı sanmayın.. Hayır, hiç suçlamıyorum. Suçlayabilsem, zaten bunca üzülmezdim ki..

Ağlamayı, en çocukluğumdan beri sevmem; ağlayanları da. Hele de, yazdıklarımla insanları ağlatma korkusu, yazarlığımın karabasanıdır. Bu korkunun, doğrusu, nefretin enini boyunu, uzunca bir hikâyenin, birkaç cümlelik özetine sığdırmaya çalışacağım: 30-31 yaşındayım. Ortaokul 2’den beri yazmaya başladığım “roman”larımdan kimbilir kaçıncısını, (oysa, hayli zamandır, öykülerimden para kazanıyordum.) beğenip bitirmiştim. Yayıncı işi falan da halledilmişti. Tam gönderiyordum, “okuma erdemi”ne saygı duyduğum ve çok hasta olduğu için kıramadığım dostuma verdim. 3-5 gün sonra geri verirken, övgüler arasında “15 kadar, genç-yaşlı, kadın erkek dostuyla birlikte okuduklarını ve hepsinin de, ağlamaktan -hem de baştan sona- ağlamaktan helâk olduklarını” söyledi… İki gün düşündükten sonra, yazıları yayıncıya göndermek yerine , kalorifer ocağına atıverdim.. ve, yetişkinler için ilk romanı 1990’da yayımladım.

Buna az-çok benzeyen, daha da gençliğimde yaşadığım bir olay daha vardır hayatımda.

Kısacası, “emek”e duyduğum saygı büyük olmasına karşın, kendi emeklerime, pek de zorlanmadan kıyabiliyorum. Karvera’ya da tümden kıyabilir… miydim?.. Gençliğimde olduğu kadar hovarda değilim artık.. “Uzatmalar”ı yaşıyor olmak, beni bile miskinleştirmiş olmasın sakın?

Sözü çok uzattığımız farkında olmadığımı sanmayın sakın.. Gene de tatlı bir anımı anlatmak istiyorum: -hem böylece, sözü de tatlıya bağlamış oluruz. Kimseyi ağlatmadan!!- 2001 ya da 2002, eylül başları.. Ayvalık’ta, Pınar’da misafirim, Antalya dönüşünde. Okuyacak bir şey bulmak için kitaplıklarından birini gözden geçiriyorum.. Adını hiç duymadığım ve bu yüzden de yazarının çok genç, yapıtın da “ilk” olduğuna karar verdiğim kitabın adını da sevince, mesele kalmadı. Gerçi, kitabın ilk sayfalarından birinde yazarın özgeçmişi gözüme ilişmişti, ne ki, ilk karşılaştığım yazararın, önce kitaplarını okumayı yeğlerim.

Öyküleri okudukça, Bu, bir “ilk” olamaz, ama “ise” “eğer” demeye başladım ve kitap üstüne esaslı bir yazı yazmaya karar verdim.

Böyle işte genç dostum; ilk böyle tanıdım sizi.. Elbette çok geç.. gene de sizden önce!…

Kısacıklaştırılmış yaşam öykünüzü okuyunca utandım hayli. Daha çok da dalgınlığımdan utanarak, belleğimden kuşkulanarak..

Hoşça kalın..

Sevgiyle, saygıyla.
İsmet Kür


19 Ocak

Bu mektubun bunca geciktirilmesinin nedeni, ille de göndermek istediğim “Yarısı Roman”ın tedarikinde çok zorlanmış olmamdır. Kitapçılarda, aşağı yukarı 10 yıldır bulunamıyor. (Hepsi de öyle ya) çok gerektiğinde, ben eşe dosta ricacı oluyorum, başkaları da sahaflara. İ.K.